Bu cinayet aydınlığa kavuşmaz çünkü

"Karabulut Ailesi, "Bu davayı ben çözeceğim / Yok hayır sen çözeceksin... Benim avukatım çözecek.../ Senin avukatın çözecek..." gibi tuhaf bir tutum içine girdi. Sonunda avukatları da devre dışı bırakıp, "Ben çözeceğim / Sen çözeceksin" demeye başladılar. Ama baba aşçı, dayılar da restoran işletiyor. Uzmanlık alanları değil ki bu. Anlatamadım gitti... "

Haberin Devamı

a) Emniyet ciddiyetsiz çalışıyor

b) Aile, kendi avukatının kuyusunu kazıyor

Faruk Zorba, Münevver Karabulut’un annesi Nagihan Karabulut’un avukatıydı. Bu cinayetle ilgili onunla defalarca röportaj yaptım. Her seferinde ilginç şeyler anlattı. Hepsi de kanıtlayabileceği iddialardı. Ondan çok şey öğrendik. Son olarak basına verilen kamera kayıtlarını, ortaya çıkarıp, Savcılığa teslim edenin emniyet mensupları değil bizzat kendisi olduğunu öğrendik. Derken, ’şok gelişme’ olarak ortağı Tülay Tonkuş ile bu davadan çekildiğini... Sebeplerini aşağıda okuyacaksınız...

Davayı niye bıraktınız?
Aslında bırakmak istemedim. Mesleki açıdan bırakılacak noktada değildi, beni yoran dosyanın zorluğu da değildi...

Bırakmanız için baskı mı yapıldı?
Hayır, hiç alakası yok. "Korktular, kaçtılar!" türü şeylere pabuç bırakacak birine benziyor muyum? Ben ilk günden beri size tehlikeli sözler söyledim. Ama mahkeme huzuruna çıktığımda doğrulayabileceğim sözlerdi.

Para meselesi mi?
Hayır, hayır. Bakın, her hangi bir ücret almadım ben. Başta anlaşmamızı yaptık ama almadım. Bunun da bir önemi yok. Para değil mesele.

E peki o zaman ne? İşin başından beri canla başla uğraşan biri nasıl olur da pes eder?

Bu cinayet aydınlığa kavuşmaz çünkü
Avukat Faruk ZORBA

İş, artık dayanılmaz bir noktaya geldi. Avukatlık, müvekkilinizden dahi bağımsız olmanızı gerektiren bir meslektir. Bizim müvekkilimiz her ne kadar Nagihan Karabulut olarak görülse de, acısını yaşayabilmesi, yasını tutabilmesi için temkinli davranıyorduk, onu rahatsız etmiyorduk. Biz daha çok yakın akrabalarıyla muhatap oluyorduk. Ancak onların egoları, bu davanın önüne geçmeye başladı. "Bu cinayeti ben çözeceğim / Yok hayır sen çözeceksin... Benim avukatım çözecek / Senin avukatın çözecek..." gibi tuhaf bir tutum içine girdiler. Sonunda avukatları da devre dışı bırakıp, "Ben çözeceğim / Sen çözeceksin" dediler. İnanılmaz bir ben-sen savaşı...

Siz, size daha çok destek olunmasını istediniz, onlar destek yerine köstek oldular... Bu mu?
Aynen. İş, ego tatmini boyutuna ulaşınca da çirkinleşmeye başladı. Biz de daha fazla tatsızlaşmasın istedik. Kamera kayıtlarını bulup dosyaya koymuşuz, cinayetin en büyük delili, bize teşekkür etmeleri, minnet duymaları gerekirken nankörce bir tavır sergilediler.

Belki de aile, sizin ön plana çıkmanızdan rahatsız oldu?
Bakın, ben ailenin artık bu olayın çözülmesini istediğini bile söyleyemem!

Nasıl yani?
Karabulut Ailesi’nde herkes şunu istiyor: "Bu cinayeti ben çözeyim..." Ama baba aşçı, dayılar da restoran işletiyorlar. Uzmanlık alanları değil ki bu. Anlatamadım gitti...

Ama onlar dünyanın en büyük acısını yaşıyorlar...
Çok haklısınız, ben de baştan beri empati yaptığım için bu kadar fedakarca çalıştım. Ama bir an geldi, onuruma, şerefime saldırılar yapıldı. Sürreye Karabulut CNN Türk’e "Aramızda problem yoktu, neden çekildiği hakkında bilgim yok" diyor, NTV’ye ise "Gereksiz yere açıklamalar yapıyordu. Faruk Zorba bu davadan çekilmedi, çektirildi" diyor. Tamam acılı bir baba ama insanın da biraz tutarlı konuşması gerekiyor...

Önceki gün Star Haber’de sizden özür diledi, ben kulaklarımla duydum...
Tamam da birkaç saat içinde üç kere ruh hali değişiyor. Hangi lafına inanayım?

Baştan beri en sağlıklı bilgileri sizden aldık. Bu cinayetin aydınlığa kavuşmasını isteyen biri olarak davayı bırakmanıza çok üzüldüm...
Bu cinayet aydınlığa filan kavuşmaz. Bu şekilde kavuşmaz. Ciddiyetsiz bir emniyet, öbür tarafta avukatının kuyusunu kazan, iftira atan bir aile... Ben de üzüldüm, ama benim meslek kariyerimle, dürüstlüğümle, ahlakımla oynamaya kimin hakkı var?


***                 ***                    ***


Münevver Karabulut’un avukatı Faruk Zorba

Vali Güler, savcının rolünü çaldı bilerek ya da bilmeyerek soruşturmaya zarar verdi

Bu röportaj, Avukat Faruk Zorba, şok bir gelişme olarak Münevver Karabulut dosyasını bıraktığını açıklamadan yapıldı. Birinci bölümünde, İstanbul Valisi’nin gururla basına verdiği görüntülerin, emniyet değil Faruk Zorba tarafından bulunduğunu ve savcılığa teslim edildiğini öğrenmiş, şaşırmıştık. İşte ikinci bölüm de huzurlarınızda. Şaşırmaya devam edeceğiz...

ANAYASAL HAK İHLAL EDİLDİ

MSN kayıtları basına verilerek anayasal bir hak ihlal edildi

AYIP VE UTANILACAK ŞEYLER

MSN kayıtlarını basına vererek, imajlarını düzeltmeye çalıştılar ama farkında olmadan, ya da gayet bilinçli, olayı gerçeklikten koparttılar. Bunun tüyler ürperten bir cinayet olduğunu unutturmaya çalıştılar. Özel konuşmalar deşifre edildikçe Münevver’in masumiyetinin de sorgulanmasına sebep oldular. Bence, “Aile de kıza sahip çıksaydı” diyen sayın Cerrah’ı da bir şekilde haklı çıkartmaya çalıştılar. Bunlar ayıp ve utanılacak şeyler.

SAVCI HER YERDEN İHANETE UĞRUYOR

Bu konuda inisiyatifi olan tek kişi, savcı Faruk Erşan Yılmaz. Ama savcının işi soruşturmayı yürütmek, çıkıp konuşmak değil. Müsaade ederlerse, işini yapacak. Ama İbiza görüntüleri, MSN kayıtları, özel konuşmalar, kamera kayıtları... Allah savcıya yardım etsin, ben başka hiçbir şey diyemiyorum. Her yerden ihanete uğruyor!

MSN kayıtlarının basına verilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Bir felaket olarak değerlendiriyorum. MSN kayıtları, dosyadaki özel hayata ilişkin kayıtlar. Ve bunlar resmen basına servis edildi. Gazetelerde çarşaf çarşaf yayınlandı. Kesinlikle doğru bulmuyorum.

Ne demek istiyorlar? “Biz işin üzerindeyiz. Bakın bunlara ulaştık. Sizinle de paylaşıyoruz” mu?
- Herhalde... Devlet böyle bir ruh halinde olabilir mi?

Sizce bir tür savunma mı? Ya da çaresizlik mi?
- Hepsi. İçişleri Bakanı, “Bulun artık bu çocuğu!” dedi. Bu, bayağı bir kızgınlık ifadesiydi, “Beceremediniz, artık yeter!” gibilerinden. Ve son noktayı Başbakan koydu: “Bu kadar zaman geçti hâlâ bir adım ilerleyemediniz.” Bu da işin ağırdan alınmasına, bir gelişme kaydedilememesine karşı bir öfkeydi. Can havliyle sayın vali, önce dosyadaki en önemli şeye sarıldı; kamera görüntülerine, sonra da MSN kayıtlarına. Olay budur. Ama yanlıştır.
Peki o biliyor mudur bu görüntüleri bulan kişinin emniyet mensupları değil de, siz olduğunuzu?

- Bu sorunun muhatabı sayın vali. Ama mahrem kalması gereken görüntülerin ve özel yazışmaların basına verilmemesi yakışık almadı. Bir de bu suç. Özel hayatın gizliliğinden mi?
- Tabii. Anayasal bir hak ihlal edildi. Bunlar özel bilgiler. İnsanların özel görüşmelerinde, özel ayrıntılar olabilir. Bunu başkalarının bilmesini istemeyebilir. MSN kayıtlarını basına vererek, tamam imajlarını düzeltmeye çalıştılar ama farkında olmadan, ya da gayet bilinçli, olayı gerçeklikten koparttılar.

Nasıl yani?
- Bunun tüyler ürperten bir cinayet olduğunu unutturmaya çalıştılar. Özel konuşmalar, özel ilişkiler... Tüm bunlar deşifre edildikçe Münevver’in masumiyetinin de sorgulanmasına sebep oldular. Ve suçu ikiye böldüler.

Biraz Celalettin Cerrah’ın bana taaa ilk başta söylediği şey gibi mi? “Aile de kızlarına sahip çıksaydı...”
- Evet. “Münevver de az değildi... Tam günahsız değildi...” Bu tür imalar. Bence bir şekilde Sayın Cerrah’ı da haklı çıkartmaya çalıştılar. Bunlar ayıp ve utanılacak şeyler.

Bütün bunların Cerrah’ın İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden alınmasıyla bir alakası olabilir mi?
- Bilmiyorum. Bakın, ben bu kayıtları aldığımızı kendi müvekkilim Nagihan Hanım’a bile söylemedim. Benim müvekkilimden bile sakladığım bir sırrı, sayın vali basına açıkladı. Zaten bu soruşturma süreci dayanılmaz bir hale geldi. Bırakın şüpheliyi yakalamayı, olaya ilişkin ayrıntılar dahi net değil. Kaç kişi işledi bu cinayeti? Kim, neden korunmaya çalışılıyor? Tüm bunlara cevap bulunamadı. Bir de Adli Tıp raporu meselesi var. O rapordan hiçbir şey anlamıyorsunuz. Çok basit olaylarda bile çok daha ayrıntılı raporlar düzenleniyor. Ama toplumun gündemini değiştiren bir olayda böyle pespaye bir rapor hazırlanıyor. Akıl sır erdirmek mümkün değil. Hadi bütün bunları bırakın, rapor daha adliyeye intikal etmeden, savcı, gazeteden okuyor. Bu ne ciddiyetsizliktir...

Cerrah’ın görevden alınmasını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Eğer bu olayla bağlantısı varsa, yürütme, yani hükümet bu işin çözülmesini istiyordur. Ben bu sonucu çıkarırım.

Sizce, polis delilleri gerçekten karartı mı?
- Karartmak bir fiildir. Eylemdir. Bir harekettir. Burada bir eylemsizlik var. Vahim olan, insanın elini kolunu bağlayan da bu. Kamera kayıtlarını incelediğiniz zaman, şüpheliyle babasının polis gelmeden 4 dakika sonra ayrıldığını görüyoruz. Polis, Bahçeşehir Şelale Villaları’na geliyor, bir sürü anlamsız yerde dolaşıyor, baba oğul da zırt diye kaçıyor. Sanki aile, polisin geleceğini de haber almış. Nasıl olmuş bilmiyorum. Bu konuda çok rivayet var.

Sayın Cerrah’ın ve İstanbul Emniyeti'nin sizce bunlardan haberleri var mı?
- Yoksa vahim. Kendi personelinin neler yaptığını bilmedikleri anlamına geliyor. Biliyor ve hiçbir şey yapılmıyorsa da vahim. Ki yapılmadı, kamera kayıtları yoktur diye tutanak tutanlar bile bu dosyada hala görevde.

Sizin bozulduğunuz rolünüzün çalınması mı?
- Size bir şey söyleyeyim mi? Emniyet müdürü ve valiler, idari görevi olan insanlar, yargıda görevli olan insanlar değil. Bu dosyada biri söz söyleyecekse, inisiyatif kullanacaksa, o ancak bu dosyayı yürüten savcı olabilir. Sayın vali, benim değil savcının rolünü çaldı. Bilerek ya da bilmeyerek gerçekten soruşturmaya zarar verdi.

Niye savcı konuşmuyor, bir şeyler söylemiyor? Bu kadar “kirlenme” varken bizi aydınlatmıyor?
- Çünkü savcı, işini yapıyor. Onun işi soruşturmayı yürütmek, çıkıp konuşmak değil. Savcının toplumu aydınlatmak diye bir görevi yok. Müsaade ederlerse, işini yapacak. Ama İbiza görüntüleri, MSN kayıtları, özel konuşmalar, kamera kayıtları... Allah savcıya yardım etsin, ben başka hiçbir şey diyemiyorum. Her yerden ihanete uğruyor! Bu soruşturma artık içinden çıkılmaz bir hale geldi. Vali bu dosyanın sorumlusu değil, doğrudan bir sorumluğu yok ama üstlerine iş yapıyor görüntüsü vermeye çalışıyor. Bir şekilde akıllarınca, olayın gazını alıyorlar ama olayı iyice içinden çıkılmaz hale getiriyorlar.

Siz bütün bunları açıklama cesaretini nereden buluyorsunuz?
- Çünkü ben haklıyım. Gücümü de Hak’tan alıyorum. Haklı olduğumun bilincinde olduktan sonra bütün dünyaya meydan okuyabilirim.

CEM’E DESTEK GRUBU

Cem Garipoğlu’na destek grubu var. Kim onlar?
- Bilmiyorum, bilmek de istemiyorum. Her toplumda farklı olmak adına, saçmalayan marjinal tipler vardır. Bunlar da onlardan. Zaten bu tipler de Emniyet’in MSN kaynaklarını basına servis etmesinden sonra zuhur etti.

MISIR BİLE YAKALIYOR DA BİZ NİYE YAKALAYAMIYORUZ

Dubai’de 30 Temmuz 2008 tarihinde bir cinayet işlendi. Ve bu cinayetin failleri 8 ay içerisinde bulundu, idam cezasına çarptırıldı. Bizim olayımıza benzer tarafı şuydu: Cinayetin faillerinden bir tanesi, Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in oğlu Cemal’in çok yakın arkadaşı ve Mısır’da çok güçlü bir iş adamıydı. Güçlü müçlü, idam cezasına çarptırıldı. Ki bu olay, Mısır gibi bir üçüncü dünya ülkesinde oluyor. Demokratik bir idaresi olan, camdan karakolların yapılması düşünülen bizim ülkemizde ise, üç ay geçmesine rağmen bir arpa boyu yol kat edilmiyor.

Yazarın Tüm Yazıları