Paylaş
Kardeş acısı nasıl bir şey?
- Kötü, çok kötü. Dört erkek, iki kızdık. Erkeklerin hepsi gitti. Nedense, erkekler daha erken ölüyor. Ablamla ikimiz kaldık. Müşfik benim için kardeşten öteydi, parçam haline gelmişti.
Öldüğünde neredeydiniz?
- Hastanede yanında. Eli elimdeydi. Biraz dışarı çıktım, döndüğümde baktım rengi değişmiş, limon sarısına dönüşmüş. Meğer çıkmamızı bekliyormuş gitmek için, o anda vefat etmiş.
Bilinci yerinde miydi?
- Hayır. Doktorlar, “Bilmediğimiz acıları var, bilinci açık olursa devamlı ıstırap çekecek” dediler. Bizden izin alıp uyuttular onu.
Hastalığı nasıl ilerledi?
- Çok hızlı. Galiba, “Ne çekeyim, ne çektireyim” dedi. Teşhis iki ay önce konmuş. Üzülmeyeyim diye bana söylememişler.
EŞSİZ BİR AŞK VE AİLE HİKAYESİ OKUMAK İÇİN TIKLAYIN
Vefat ettiğini öğrenince, ağzınızdan çıkan ilk cümle ne oldu?
- Derin bir çığlık: “Aaaahhhhhh” Sonra, “Kardeşim, kardeşim” dedim. Bir de ona “Seni seviyorum” diye sarıldım. Fakat tuhaf bir şekilde haber gelmeden hissediyorsunuz gittiğini...
Peki şu anda kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
- Uyuşmuş bir haldeyim. Ama Müşfik hakkında konuşmak bana iyi geliyor, hep ondan bahsetmek istiyorum. Kardeşimdi ama aynı zamanda can yoldaşımdı. Çok roller oynadık birlikte, çok güzel günler geçirdik. Ağladık, güldük. Her zaman birlikteydik. Bu yüzden şimdi vücudumun yarısı eksilmiş gibi hissediyorum.
Ara ara, “Neden o önce gitti?” diyor musunuz?
- Demez miyim? Yaşça büyük olan benim. Biri gidecekse, o ben olmalıydım. İlkokuldan hatırladığım bir şiir var, sürekli dilimde: “Sırayı, saygıyı unuttun, öne geçtin/ Sen şimdi göklere yükseldin...”
Dünyanın en alçak gönüllü adamıydı kardeşiniz. Bu kadar önemli, değerli bir sanatçının egosunun olmaması nasıl açıklanabilir?
- O mahcup biriydi. Utangaçtı. Bir tek sahnede başka biri oluyordu.
Sizden dolayı mı bu mesleğe adım attı?
- Herhalde. Doktor olan Nedim Abim onu çok severdi. Müşfik’e ‘Sarı Bok’ derdi. Bir gün kafasına bir tane şaplak attı, “Ulan Sarı Bok” dedi, “Senin adam olacağın yok, sen de artist ol bari!”
Biraz da hüzünlü ve yalnız duran hali vardı değil mi?
- Yok yok, çok esprilidir. O nefes alamaz haliyle bile espri yapmaya çalışıyordu. İnsan ölürken, güldürmeye çalışır mı? Müşfik öyleydi.
Hastanede onu bilinçli halde hatırladığınız son görüşme...
- Yüzünde maske vardı, küre gibi bir şeyin içindeydi, nefes almaya uğraşıyordu. Döndü bana baktı maviş gözleriyle, o çaresizliğini gördüm. Keşke görmeseydim, gözümün önünden gitmiyor.
KANSER OLDUĞU ONDAN GİZLENDİ
Radyoda, onun sesiyle akciğer kanseri, anfizem hastalığı ve nefes darlığı anlatılıyor, hep duyuyorum. Kadere bakar mısınız, benzer bir son yaşadı...
- Müşfik 20 yıldır sigara içmiyordu, 30 yıldır da içki. 50 yaşında bıraktı. Bazı şeylerin açıklaması yok, demek ki o zamana kadar bedenini çok yıpratmış...
Kendisi biliyor muydu kanser olduğunu?
- Hayır. Ondan da gizlendi.
Kimselere benzemez diyeceğiniz bir yanı...
- İnsanlığı, sevecenliği, oyunculuğu, duyarlılığı...
Bir dönem alkolikti, neden? Ne yetmedi ona? Niye teselliyi alkolde aradı?
- Genlerimizden gelen bir şey. Babam da alkolikti. İçki dokunmasa, ben de olabilirdim.
Teselli aramıyordu yani?
- Yok yok, üzüntüsünden değil. Melankolik bir tip değildi. İnsanları güldürmeye bayılırdı, sahnede rol arkadaşlarını da güldürmeye çalışırdı.
İnsanlar onunla ilgili en çok neyi bilsin istersiniz?
- Yumuşacık, sıcacık biriydi. Herkesi seven biri. Adı gibi ‘müşfik’. Ve çok hassas. Annemin dediği gibi ‘bütün ailenin bebeği’ydi o.
Hayat şu anda ne ifade ediyor sizin için?
- Hayat, ölüme karşı gelmek demek. Direnmek. Pes etmemek. O bir güç. O gücü yitirmemek gerekiyor. Ama yaş ilerledikçe, “Nasıl olsa bitecek ve bitiyor, çaresi yok” hissi yerleşiyor yüreğine insanın. Çok da yıpratmamak gerekiyor bedeni. Müşfik yıpratmıştı. Bedeni onu taşıyamadı.
Bunu alkole mi bağlıyorsunuz?
- Yorgunluğa bağlıyorum. Bedenini ve kendini yormasına. Ama içkiyle, ama sigarayla, ama yaşadığı acılarla...
Geride kalan olmak nasıl?
- Kötü... (Ağlıyor) “Paçayı kurtardım, ben yırttım!” diyemiyorsun. “Onun hayatta olması için kaç seneni verirsin” deseler, “Hepsini verirdim”, o kadar değerliydi benim için.
Dini inançlarınız ne kadar kuvvetli?
- Pek dini inancımız yoktu. Babam Müslüman, annem Hıristiyandı. Bizim evde “Yalan söylemeyeceksin, çalmayacaksın, vicdanını temiz tutacaksın, insanlara yardım edeceksin...” Bunlar konuşulurdu, bunlar dinimiz oldu. İyi de oldu. Ama hepimizde Allah korkusu vardır, o ayrı. Ama dinden dolayı değil, annemizden babamızdan aldığımız telkinlerden dolayı.
Müthiş bir aile hikâyeniz var, roman gibi. Büyükelçi babanız Ahmet Naci Bey’le, İngiliz anneniz Olga Cynthia’nın öyküsü. Neresinden bakarsanız bakın, farklı bir aile. Babanıza ‘sarhoş’ annenize ‘gavur’ diyorlar. Oradan oraya savrulan bir hayat ve altı çocuk, o hengamenin içinde büyüyorsunuz. Babaanne, torunlarını, “Yarısı yavrumun yarısı, yarısı yılan yarısı” diye seviyor. O yıllara dönelim. Hangi kardeş kiminle iyi ilişki kuruyordu?
- Hepimiz birbirimizle çok iyiydik. Babamın sarhoşluğu bizim için doğaldı. Hayat buydu. Babam içiyordu, camları kırıyordu, düşüyordu, bacağını kesiyordu. Bizim gerçeğimiz buydu.
Kardeşler...
- Bazen saklanıyorduk. Bazen çok agresif olduğu zamanlarda babamı tutuyorduk. Bir defasında hiç unutmuyorum, ip bulduk, bağladık. Üzerinde baba atletlerinden vardı, ip kesmiş kollarını, “Acıyor, acıyor!” dediğini hatırlıyorum. Sürekli bir macera yaşanırdı evimizde. En büyük abim Jack, o başka babadan, evin bu haline dayanamadı, Türkiye’yi terk etti.
Aynı anda sizi İngiliz sefaretinden gelip almak ve daha iyi bir hayat sunmak istiyorlar...
- Evet ama annem bunu asla kabul etmedi. Ben de bütün bu zaman içinde, Müşfik’in annesi gibiydim. Annem bana, “O senin bebek!” derdi. Öyle kabul ettim.
İkinizin arasındaki en bariz fark neydi?
- Ben daha çok aklımla hareket ederdim, Müşfik duygularıyla.
O yıllardaki serserilikleriniz...
- Oooooo! Anlat anlat bitmez. Komşuların bahçesinden zerdali çalardık. Masum hırsızlıklar yapardık. Acayip yaramazdık. İstanbul’dan Ankara’ya taşındık. Hep ıssız yerlerde ev bulmaya çalışırdı annem. Patırtılı, gürültülü bir aileydik. Çocuklar, kediler, köpekler, tavuklar, hindiler... Annem sokakta bulduğu bütün hayvanları getirirdi, evin içinde hayvanlarla bir arada büyüdük. Kırılan kapılar, camlar, tabaklar, çanaklar, kavga, kıyamet... Ama güzel bir hayatımız oldu. Hep aşk vardı.
Babanızın en çok hangi çocuğuyla arası iyiydi?
- Hepimizle iyiydi. Babam içmediği zaman müthiş bir adamdı. Çok şefkatli, çok bilgili. Tahsilini İngiltere’de tamamlamış, bir sürü dil bilen, son derece entelektüel biri Ama bir ‘gavur’la evlendiği için meslek hayatı bitti. Hariciyede kalamadı, istifa etti, annemi seçti. Ne var ki bunu taşıyamadı. Başarılıyken başarısız olmak onu alkolik yaptı. Babam da Müşfik de duyarlı insanlardı.
Müşfik Kenter’in tiyatrocu olmasına ne dediniz?
- Çok doğal karşıladım.
Mühsin Ertuğrul’la tiyatro çalışmalarınız var. O nasıl bir deneyimdi?
- İlginçti. Devlet Tiyatrosu’ndan ayrılıp onun yanına gelmemiz Muhsin Bey’in çok hoşuna gitti. Bir süre çalıştı bizimle, sonra yok oldu. Biz kaldık ve Kenter’ler olarak devam ettik. Çünkü dönemezdik artık Devlet Tiyatrosu’na.
İkinizdeki bu yetenek annenizin genlerinden mi geliyor?
- Evet annemin babası çok tanınmış İngiliz bir aktörmüş.
Hanginiz sahnede daha iyiydiniz?
- Müşfik daima daha iyiydi.
Mezarında ne yazsın istersiniz?
- “Sevecen, sıcacık bir adamdı...”
Kendi mezarınızda ne yazsın istersiniz?
- Boş kalsın benimki.
Bugün bayram, “Hayatta en önemli şuymuş, buymuş” diyeceğiniz şey nedir?
- Sağlık ve sevgi. Sevebilmek, sevilmek. Hayat, her şeye rağmen yaşanılası bir dönem. Katlanılması, mücadele edilmesi, üstesinden gelinmesi gereken bir dönem. Dünyaya gelmiş olmak bir ayrıcalık, bazı yeteneklere sahip gelmek daha da büyük bir ayrıcalık. O yetenekleri keşfederek, kendini tanıyarak, tadını çıkarmak, üstüne binip havalanmak eşsiz bir şey. Ben de, Müşfik de bunlara fırsat bulduk. Bundan daha güzel bir hayat düşünemiyorum. Böyle bir ailem, kardeşlerim ve mesleğim olduğu için Allah’a teşekkür ediyorum. Çok şanslıyım.
Yaşlılık sizce nedir?
- İşte ben. İhtiyar değilim ama yaşlıyım. Gerçi içimdeki genci hep, sırtımda, omzumda, yüreğimde taşıdım. Ondan hiçbir zaman vazgeçmedim.
Müşfik Kenter bir de çok yakışıklı bir adam...
- Evet. Kadınlar onu çok sevdi, o da kadınları sevdi. Biliyorsun değil mi, üç ayrı kadından dört evladı oldu. Onlara da çok düşkündü.
Sesi kimden miras?
- Babamdan.
BENİMLE YAŞAYACAK BEN GİDİNCE O DA BİTECEK
Alkıştan sonra insan neler yaşar? Sahnede müthişsiniz, herkes alkışlıyor. Peki ya sonrası? Sıkıntılar, korkular neler?
- “Bir daha böyle alkışlanacak mıyım Yarabbim?” Hemen öyle bir aç gözlülük ve korku gelir. “Bundan sonra öyle bir başarı ver ki, daha da fazla alkışlanayım.” Bu çok yıpratıcı.
Kilyos Mezarlığı’na gömülecek olmasının özel bir sebebi var mı?
- Bilmiyorum. Eşi Kadriye’nin aile mezarlığı belki oradadır. Bizim aile mezarlığımız yok. Herkes dağılmış vaziyette. Annem ve Nedim Abim Karacaahmet’te, babam Ankara’da.
Anneniz nasıl Müslüman mezarlığına gömülebildi?
- Öldükten sonra her yere gömülür, Hıristiyanlık mı kalıyor? Çocukken ‘gavur kızı’ oluyorsun, ben çok oldum. Ama gavurun kızı olmakla da çok övündüm.
Bir gün tekrar kavuşacağınızı düşünüyor musunuz?
- Hayır. Bitti artık. Buluşmak, kavuşmak yok. Bunlar bana inanılmaz geliyor. Ölene kadar benimle yaşayacak Müşfik. Yüreğimde, düşlerimde, düşüncelerimde. Ama ben ölünce o da bitecek.
Ben de tam “Kardeşiniz, şimdi annenize kavuşmuştur, sarılmıştır” diyecektim...
- Hayal etmesi güzel ama ölümle bitiyor her şey. Hayat bir kere, o yüzden kıymetini bilmek gerekiyor. Ama tabii bazen de düşünüyorum nereye gidiyor bu ölüler. Benden öte bir şey var içimde, bir ısı var, bir ışık, bir güç, beden ölünce, ona ne oluyor? Ama bir şey olsaydı, birileri bir yolunu bulur kendini belli ederdi. Annem mesela bu fırsatı asla kaçırmazdı...
Bazen “Dini duygularım kuvvetli değil, olsaydı dua okur rahatlardım?” diyor musunuz?
- Benim de bir Allah’ım var. Herkesin olduğu gibi. Acı çektiğim zaman ona sesleniyorum, ona sığınıyorum, “Allah’ım Allah’ım” diyorum. Allah’ı inkâr etmiyorum. Asla. Onun gücüne inanıyorum ama pek dua bilmiyorum. Sadece ‘Eşhedü en la ilâhe illallah...’
Artık daha mı açık sözlüsünüz, insanın yaşı ilerleyince öyle mi oluyor?
- Evet. Her zaman açık sözlüydüm ama yine de bir nebze tutardım kendimi. Şimdi gerek duymuyorum.
Son soru: Müşfik Kenter’in ölümüyle Türkiye çok çok değerli bir sanatçısını kaybetti, siz ne kaybettiniz?
- Bu nasıl bir şey biliyor musun? Evlat acısı gibi, anne acısı gibi. Hayatımın en büyük aşklarından biri ‘kırt’ diye kesilmiş oldu. Bir yerim koptu gibi.
OĞLUNUN ÖLÜMÜ ONU PERİŞAN ETTİ
Üç değişik kadından üç ayrı kızı oldu. Bir de ilk eşinden Mahmut’u... Ama Mahmut, 8 yaşında bir kas hastalığına yakalandı. Gözleri de görmemeye başladı, hastalık tüm vücuduna yayıldı. Buna karşın 40 yaşına kadar yaşadı, çok da iyi baktı Müşfik ona. Geçenlerde öldü. Mahmut’un ölümü de Müşfik’i perişan etti.
Paylaş