Paylaş
EMEL Armutçu, Ece Ayhan'la içimi titreten bir röportaj yaptı. Dün Hürriyet Pazar'da yayımlandı. Ece Ayhan, bende heyecan uyandıran bir isim. Şu an bir huzurevinde yaşıyor olması, heyecanımı daha da arttırıyor. Çünkü hayata meydan okuyan bir adamın, mülkiyetsizliğiyle övünen bir adamın, huzurevinde bakım altında yaşıyor olması adalet duygumu rencide ediyor! O zaman heyecanlanıyorum, (her zaman olumlu şeyler yüzünden heyecanlanmaz insan) ve herkesle kavga etmek istiyorum. Kendi kendime şöyle diyorum: Bu onun hakkettiği bir şey miydi? Kimsenin dilinden hak hukuk lafları düşmüyor bu ülkede, ama belirli bir insan söz konusu olduğunda neticeye bakın! Biliyorum, asla yardım-mardım kabul etmez, ters adam. Ama yine de kaç tane Ece Ayhan var? Biz değerlerimize böyle mi sahip çıkacağız? Değer derken, isim değerlerden söz etmiyorum, hayata dair değerlerden söz ediyorum. Eğer o insan şimdi bu durumda yaşamak zorundaysa yuh olsun hepimize! Tabii her röportaj gibi bunun da artanları vardı. Yani varmış. Emel'e sordum öğrendim. Ve kıyamadım. Röportaja sığmayanları, bir köşeye taşıma lüksüm benim nasıl varsa, başkalarının da olmalı diye düşünüyorum. Emel'den, artanları bu köşeye taşımak için izin istedim. Aşağıda okuyacağınız bölümler, Emel Armutçu'nun o röportajdan geriye kalan izlenimleridir...
Florasan ışıklar altında
Ece Ayhan'ı ‘‘Albüm sayfası’’na konuk etmek istemiştik. Ama hayatta mülkiyet duygusu olmamasından gurur duyan şair, ‘‘Bir vesikalık fotoğrafım bile yok!’’ deyince, acilen bu fikirden vazgeçtik. ‘‘O zaman röportaj yapalım sizinle’’ dedik. Bu vesileyle, en azından, koca şairin yeni fotoğraflarını çekebilecektik. Yürüteçle, zorla, nasıl yürüdüğünü gösterdi bize. Ama hayatından memnun olduğunu da söyledi. Söyleşimiz bir huzurevinin florasan ışıklı odasında gerçekleşti...
Müthiş öyküler anlatıyor
Ece Ayhan, bir süre Maltepe Huzurevi'nde kalıyor. Kötü hissediyor kendini, altına yapan yaşlıları görünce çok kusuyor; Yapı Kredi Yayınları da onu Acıbadem Huzurevi'ne yerleştiriyor. Kitaplarını basmanın karşılığı olarak değerlendirdim ben. Ece Ayhan, daha önce geçirdiği felç nedeniyle biraz zor konuşuyor. Ama beyni? Bütün haşmetiyle sapasağlam yerinde duruyor! Konuşurken, araya bir çok hikaye sıkıştırıyor, bunların çoğu söylemek istediklerini daha iyi anlatmaya yardımcı olacak müthiş öyküler. İnsan ondan haliyle çok şey öğreniyor.
Kavgayla geçen hayat
Röportaja giderken, Sabetaycılık'la ilgili bir tarih dergisini istemişti benden. Belli ki hala öğrenmeye devam ediyor. Zaten başucunda da, kitaplar, dergiler, gazeteler duruyor. Ama herşey; oda, anlattıkları, anlatmadıkları, satır araları, nedense bana çok yalnız olduğunu hissettiriyor. Gerçi yalnız kalmak için de elinden geleni esirgememiş! Hayatı kavgayla geçmiş, huysuzluklarını doya doya yaşamış, yaşatmış. İnsan tabii, o da insan, olacak o kadar. Ne kadar sert yazsa, davransa da; Ece Ayhan, hep Ece Ayhan kalacak.İki hastane arası
Geçen yıl, Lemancılar, onu kolundan tuttukları gibi Kitap Fuarı'na götürmüşler. Bana anlatırken zamanı tarif etmek için, ‘‘iki hastane arası’’ diyor. Üstüne üstlük bir de sahneye çıkarmışlar. O kadar çok alkış almış ki, dokunmuş! Yani hoşuna gitmiş. Gururlu. Ama belli etmediğini söylüyor.
Şiir zaten kapalıdır
Ece Ayhan'la şiirinin zor anlaşılırlığı, ‘‘kapalı anlam’’la yazması üzerine konuşurken ‘‘Zor değil’’, ‘‘Şiir budur’’ diyor. Bilen biliyor demeye getiriyor. Ve taa 1958'de Pazar Postası'nda yayınlanan Fayton şiirini örnek gösteriyor. Atatürk, Latife Hanım'la evlenince faytona binip intihar eden Fikriye Hanım'a yazılmış bir şiir bu.
Fayton
O sahibinin sesi gramofonlarda çalınan şey
İncecik melankolisiymiş yalnızlığının
İntihar karası bir faytona binmiş geçerken ablam
Caddelerinden ölümler aşkı Pera'nın
Esrikmiş herhal bahçe bahçe çiçekleri olan ablam
Çiçeksiz bir çiçekçi dükkanının önünde durmuş
Tüllere sarılı mor bir karadağ tabancasıyla
Zakkum fotoğrafları varmış Cezayir menekşeleri camekanda
Ben ki son üç gecedir intihar etmedim hiç, bilemem
İntihar karası bir faytonun ağışı göğe atlarıyla birlikte
Cezayir menekşelerini seçip satın alışından olabilir mi ablamın
Camiadaki cehalet
Ece Ayhan, bana bir güvensizlik hikayesi anlatıyor. Çok komik. Okuyunca siz de hak vereceksiniz. Bir gün aklına esiyor, tamamen kafasından uydurma bir şiir anlatıyor, pardon ‘‘yazıyor’’: ‘‘Mimar Sinan Kanuni'den sipariş alıyor, Süleymaniye Camii'ni yapacak. Düzlüğe gidiyor, yanında kalfaları, ustaları da var. ‘‘Biraz yalnız kalmak istiyorum’’ diyor. Herkes çekiliyor. O da tam ortada, tek başına düşünüyor. Yarım saat, bir saat... Sonra başını eğerek çıkıyor, camiyi kafasında bitirmiş!’’ Ece Ayhan, bu hikayeyi uydurduktan bir müddet sonra, bir gün ansiklopedinin birinde Mimar Sinan maddesinde kendi uydurduğu bu şiirin ciddi ciddi yazıldığını okuyor. İnsanın, kime neye güveni kalır ki!Yahya Kemal’deki cehalet
Ece Ayhan'ın cehaletle suçladığı yalnızca ansiklopedi madde yazarları değil, Yahya Kemal'i de suçluyor: ‘‘Fatih Sultan Mehmet bir sefere çıkıyor. Gebze civarında sizlere ömür! Hemen otağ kuruluyor. Amasya Valisi büyük oğlu Beyazıt ve Konya Valisi küçük oğlu Cem Sultan'a haber veriliyor. Hangisi önce gelirse yerine geçecek. Yolda Cem Sultan'a gönderilen haberci öldürülüyor ve Beyazıt tahta geçiyor. Şimdi, bizim uyanık Yahya Kemal, Park Otel'de oturup mantık yürütüyor: ‘‘Peki bu adamın ölüsü bu 12 günde kokmadı mı?’’ diye soruyor. Çünkü bilmiyor. Osmanlı, iki şeyi çok iyi yapardı: Kışla inşa etmek ve deri tabaklamak. Yani mumyalama olayı. Bunları bilseydi böyle cahilce bir şey söylemezdi.
Emel Armutçu’nun Hamişi
Tanımayan ve mutlaka tanıması gerekenler için son yıllarda Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan eserleri: Başıbozuk Günceler, Şiirin Bir Altın Çağı, Aynalı Denemeler, Dipyazılar, Morötesi Requem, Sivil Denemeler Kara, Son Şiirler, Bütün Yort Savul'lar.
Paylaş