Paylaş
Tamı tamına altı dakikam var.
H A R İ K A.
Yeter de, artar bile.
İşte başlıyor:
Bizim ki, sürekli gözlerini kapatıyor.
Ama görüyorum, kapalı göz kapaklarının altında, gözleri felfecir okuyor.
Bir o tarafa, bir bu tarafa şuursuzca gidiyor.
Belli ki, beyninin ‘‘kötü finaller’’ hayal etme hızına, gözleri yetişemiyor. Öyle bir kabus yaşıyor ki, bir türlü kurtulamıyor. Hani çocuğunuz kötü bir rüya görür, yatağında eziyet çektiğini farkedersiniz, uyandırıp onu kollarınıza alır ve ‘‘Bittiii! Bak yanındayım, hiç kimse sana zarar veremeyecek, annen hep seni kurtaracak’’ dersiniz. İşte öyle. Benzer bir hissiyat içindeyim. Tabii tek farkla, aslında yanımdaki adamı bu kabustan kurtarmaya hiç niyetim yok, ben onun annesi filan da değilim, hem deli miyim, kesinlikle bu durumu lehime kullanmaya niyetiliyim.
Ben A D İ Y İ M, adi!
Yaptım, yaptım.
Başardım, başardım.
Başka şansım yok!
* * *
- Bir şey yok aşkım, aç gözlerini diyorum.
- L Ü T F E N S A D E C E E L İ M İ T U T diyor.
- Bu uçağı döverim ben! diyorum.
Gülmüyor.
Cevap vermiyor.
Çıt çıkarmıyor.
Hiç konuşmuyor.
Renkten renge giriyor.
Kafasını oturduğu koltuğa iyice yaslıyor.
Kafası koltuğu delecek neredeyse.
İ Y İ İ İ İ.
Herşey planladığım gibi gidiyor.
Şimdi de inanılmaz terliyor. Kollarının altında iki adet olimpiyat halkası oluştu bile. Normalde orasını burasını mıncıklamama kızar, pek edilgen oldu, ses çıkaramıyor, alnındaki teri siliyorum, göğsündeki tüylerle oynuyorum, gıdısını öpüyorum, omuzunu dişliyorum, çünkü o sırada ben onun yanında oturuyorum, olağanüstü be, adam kuzuya döndü kuzuya, hiç bir şeye itiraz edemiyor.
Elimle sol göğüsünü tutuyorum, o kalp var ya o kalp, ikimiz o en hararetli gecelerimizde bile böyle hızlı atmıyor:
Y A R D I M E D İ N, bu adam kalp krizi geçirecek, uçaktan korkuyor!
* * *
Demiyorum tabii.
Durumu idare ediyorum.
Ellerim en çok işte bu zamanlar işe yarıyor, elime bir yapışıyor asla bırakmıyor. Ne istersem yaptırabilirim ona. Böyle de sinsi ve gaddarım.
- Bak Zafer diyorum. Tuttuğun el benim elim, hatırlatırım. İstersen hostesi çağırırız onun elini ödünç isteriz ya da ben tutmaya devam ederim ama ne istersem yapacaksın tamam mı? Yoksa bırakırım!
Yine ses çıkarmıyor.
Sadece ‘‘T A M A M, A L L A H I N C E Z A S I’’ anlamında kafasını sallıyor.
- İyi o zaman diyorum.
- Şu istediğim koşu bandı vardı ya, sen iyi düşünürüz almayı demiştin, ama iki haftadır beni ihmal etmiştin. Yazık değil mi bana? Hem bacaklarımın ve popomun güzelliği benim kadar senin de işine yarıyor. O yarın evde olacak, tamam mı? Bence şu an bu pazarlığı yapmanın tam zamanı. D U Y D U N M U?
Evet, diyecek hali bile yok.
- Evet diyorsan ve bu konuyu daha fazla uzatmamı istemiyorsan, elimi normaldan daha fazla sık, ben anlarım diyorum.
Hayır, O L A M A Z.
Avucumun içindeki avucu birden gevşedi.
Ulu Tanrım, yoksa bu adam ‘‘iniş korku’’sunu mu yendi!
Bırakacak nereyse elimi.
Oysa, birlikte bir dolu kez seyahet ettik uçakla.
Her seferinde de korkuyordu.
Çok fena, çok fena...
D E R K E N.
Atatürk havalimanındaki yoğun trafik yüzünden bir süre daha havada dolaşacağımızın anonsunu duyuyoruz.
O dünyalar tatlısı pilotun sesinden!
Ve Zafer, birden, elimi ‘‘E V E T’’ anlamında normalden fazla sıkıyor.
H I R S L A.
Gerçi neredeyse koparacak ama...
Bu koşu bantımın alınacağı anlamına geliyor.
Y A Ş A S I N.
Allah erkeklerimizi çeşitli korkularından yoksun bırakmasın!
* * *
Uçağın tekerleri pisti kaşıdığı zaman...
Küt diye elimi bırakıyor.
Birden rahatlıyor.
Sanki bir kabustan uyanıyor.
O gözler yine kocaman kocaman açılıyor.
Yeni doğan bebekler gibi merakla etrafa bakmaya başlıyor.
Üstelik terli ellerini, hiç utanmadan benim pantolonuma siliyor. Bir de sinir, sinir ‘‘Kaç kere söylüyorum, bu kadar insanın arasında tepeme çıkma diye’’ diyor. Ve ekliyor: ‘‘Hostes de güzelmiş, keşke onun elini tutsaydım. Hem bak onun koşu bandına filan hiç ihtiyacı yok, incecik!’’.
A L Ç A K.
İşte böyle nankör bu erkekler.
Siz zor zamanlarında yanlarında olursunuz, hayatın tüm inişli-çıkışlı-çalkantılı-fırtınalı dönemlerinde onlara destek olmayı bir görev bilirsiniz havalar iyiye gider, onlar kendilerini iyi hisseder, sizin bir öneminiz kalmaz. Olsun, ben de koşu bandıyla kendimi avuturum!
PARDON PARDON
Pazartesi günü bu köşede yayılanan yazıda, kesinlikle yanlışlıkla Vogue'nun da Ali Kemali ve (Suç) ortağı Barbara Soley tarafından yapıldığını yazmışım. Yani Havana, Da Mario, Absolute Bar, Max ve Matchka'yla yetinmemiş, bir de Vogue eklemişim. Hatalar genellikle bilmeden yapılır. Bilerek yapılan hatalara hıyarlık denir. Benimkisi kazara. Kimse kusura bakmaya. Vogue'u yapanlar başka: Mahmut Anlar ve Yeşim Çoşkun. Yani Geomin Design. Ama bu yine de arkadaşım Ali Kemali'in İstanbul geceleri mimarı olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Paylaş