"Hadi ben odaya çıkıyorum" diyorum ve sevgilimi o uçurumun dibindeki otelin, o uçurumun dibindeki barında yalnız bırakıyorum...
* * *
Giderken, Güney Afrikalı güzel garson kızla göz göze geliyoruz.
"Lavaboya mı?" diye soruyor.
Hayır anasını satayım odaya gidiyorum...
Adam sana kaldı, tepe tepe kullan...
Demiyorum tabii.
Hiç cevap vermiyorum.
Sinir kadın, kavga ettiğimizi anladı tabii, ben ortalıktan kaybolur olmaz, sevgilimin yanına gidip, "Bir vokta daha alır mısınız?" diye soracak.
Adım gibi eminim.
Ama o da, hıyar değil ya, "Hayır teşekkür ederim" diyecek, peşimden gelecek.
Bir sürü güzel heykelin olduğu koridorlardan geçip, odamıza ulaşıyorum...
Elbisemi çıkarıp, üzerime geceliğimi geçiriyorum. Yatağa kuruluyorum, elime remote kontrolü alıyorum, kanallar arasında dolaşmaya başlıyorum. Kulağımda da kapıda, sevgilimin ayak seslerini duymayı bekliyorum. Gelmek üzeredir. Ne yapacak orada yalnız.
Birden o Güney Afrikalı garsonun yüzü beliriyor zihnimde.
"Sen öyle san, nah gelir!" der gibi bakıyor.
* * *
Ve o anda aklıma, "Çünkü sen yoktun..." başlıklı bir yazım geliyor.
İyice delirdim ben. Durum komik kabul ediyorum. Zihnim bana seneler evvel yazdığım bir yazıyı hatırlatıyor. Aklımı başıma toplayayım diye. İbret alayım diye.
Şimdi uzun uzun o yazıyı anlatabilecek durumda değilim ama "Sevdiğin, önem verdiğin, başına bir şeyin gelmesini istemediğin birini boş bırakmayacaksın. Boş bırakırsan, o istemediğin şeyin, sevdiğin insanın başına gelme ihtimalini arttırırsın"ı anlatan bir yazıydı.
"Seni aldattım... Çünkü sen yoktun..."
"Şunu şunu yaptım... Çünkü sen yoktun..."
Yokluk iyi değildir, çünkü yoklukta, her türlü bokluk olabilir...
* * *
Size kot ceketimi, geceliğimin üzerine, nasıl şimşek hızıyla geçirdiğimi anlatamam.
Gidip, sevgilimi, o Güney Afrikalı garson kızdan almalıyım...
Onlar oradayken, benim burada remote kontrolle, televizyonla işim ne?
Kavganın canı cehenneme...
Gururu- mururu da batsın...
Dünyanın en romantik otelindeyiz.
"Sen yoktun" dedirtmemeliyim...
* * *
Uçurumun dibindeki bara vardığımda...
Küçük bir şok yaşıyorum.
Ben, mutsuz, üzgün, bezgin bir adamla karşılaşacağımı zannederken tanık olduğum manzara şu: Sevgilim, oturduğu koltukta iyice kaykılmış vaziyette, gözleri kapalı, elinde de kafam kadar büyük bir puro. Size nasıl anlatsam, kendinden geçmiş, inanılmaz keyifli, hatta puronun dumanıyla havada yuvarlak daireler çiziyor...
Bu yetmezmiş gibi fonda, baştan çıkaran bir Latin müziği çalıyor, bizimki de ayağıyla tempo tutuyor.
Oysa, bu adam 1.5 yıldır ne puro ne sigara içiyordu.
İnanamadım gördüğüm resme.
Ve o sırada o Güney Afrikalı kaltak beliriveriyor:
"Sevdiniz mi?" diyor.
Bizimki gözünü açıyor, kıza gülümsüyor "Çok" diyor, "İyi ki dinlemişim sizi, çok iyi bir puro..."
Ve sonra ayakta dikilen beni görüyor.
Bir sessizlik.
Şöyle bir baştan aşağıya süzüyor:
"Geceliğinle pek seksisin" diyor.
"Sen de puronla öylesin..." diyorum.
"Ya ne tuhaf, hiç aklıma yoktu, bir anda oldu..." diyor, "Kız, puro kutusunu getirdi, birden canım çekti..."
"İşte hayat böyle, her şey bir anda oluyor..." diyorum "Ama madem istemişsin içmek..."
El ele oturuyoruz.
Öpüşüyoruz.
Ve bir süre sonra, odamıza gitmek üzere sarmaş dolaş ayağa kalkıyoruz.
"Aklından neler geçiyor söyle?" diyor.
"Boş ver önemli değil" diyorum.
"Hadi söyle, söyle" diyor.
Sevgilim muhtemelen aklımdan erotik şeyler geçirdiğimi sanıyor ama benim aklımdan şunlar geçiyor:
O Güney Afrikalı garsonu denize itsem, suya benden daha mı hızlı çakılır, daha mı yavaş? Sanırım daha yavaş, çünkü benden daha zayıf..!