Paylaş
Uydurmuyorum... Gerçekten. Benim kedim insan oldu! O bir hayvan değil artık. Bu iyi mi kötü mü henüz kestiremiyorum. Ama kesinlikle hali tavrı değişti. İnsan insan bakıyor artık. Oturması, yatması, kalkması kedi gibi değil. Mesela insanlar yatmadan önce, ellerini ayaklarını yıkarlar, değil mi, temiz çamaşırlar giyerler, pis pis yatağa girecek halleri yok ya, sonra dişlerini fırçalarlar. Benim kedi de aynen öyle, yatağa girmeden bir duş almadığı kalıyor. Kedi dediğin su sevmez zannedilir. Yalan! Bu seviyor; klozetin üzerine çıkıyor, ben ılık suyla onu bir güzel yıkıyorum, çok hoşuna gidiyor, tüyleri ıslandığı zaman cüssesi küçülüyor, gözleri çipil çipil ama bir bilseniz nasıl sevgiyle bakıyor; sonra beyaz bornozuna sarıyorum, rahatsız etmeyecek bir şekilde bedenine saç kurutma makinesi tutuyorum, keyfine diyecek olmuyor; gerçi şimdi havalar güzelleşti terasta hortumla yıkanmayı, güneşte kurumayı tercih ediyor.
*
Biliyorum, onun da günün en sevdiği saatleri...
Geceleri.
Çünkü geceleri beraber uyuyoruz.
Temiz kedim ve temiz ben.
Ben banyoda makyajımı silerken, (her şart altında makyajımı silerim ve silmeyen kadınları asla anlayamam), dişlerimi fırçalarken, diş ipini nereye koyduğumu yine bulamazken, demek istiyorum ki uyumaya hazırlanırken; ve eğer haftanın Çarşamba, Cumartesi, Pazar günleri değilse, yani eve ‘‘uyuyan prens’’ gelmeyecekse, kedim ve ben (melul mahzun) yatağa giriyoruz.
İnsan oldu dedim ya...
Önce biraz televizyon seyrediyoruz.
Sonra sıkılıyoruz.
Bari birşeyler okuyalım diyoruz.
Ben gazeteleri, hep 24 saat sonra okuyorum biliyor musunuz, yani okuyor gibi yapıyorum, göz gezdirdiklerimi de yanımda yatmakta olan kedime veriyorum. O mu ne yapıyor? Yiyor! Yemiyor aslında... parçalıyor! Ama kızmıyorum ona, bir gün öncenin gazetelerini parçalıyor diye niye kızayım ki, nasıl olsa, bu gazete denilen şey, her gün, her gün yeniden çıkarılıyor, biricik kedim bir gün öncenin ölmüş gazetelerini yemiş çok mu?
*
Bu arada az kalsın unutuyordum.
Siz hiç sırtüstü yatan bir kedi gördünüz mü?
Pardon dağda, bayırda, çayırda değil.
Normal insan yatağında...
Sırt üstü uzanmışını gördünüz mü?
Bu öyle. İki kişilik yatağa giriyoruz, yorganı üstümüze çekiyoruz, onun kedi bedeni de yorganın altında kalıyor, sadece kafa ve sivri kulaklar dışarıda sonra ‘‘İyi geceler, sana da renkli rüyalar!’’ deyip ışığı söndürüyoruz.
Sabah da aynı pozisyonda uyanıyoruz.
Ben, dolu dolu yastıkla yatmayı seviyorum, yatakta üç kişi olacaksak, adam başı üçer yastık olmalı.
Geçen Çarşamba, 9 yastıklı gecelerden biri, ‘‘uyuyan prens’’ de geldi, eğer ben onun sağında uyursam, benim sağımda da kedi uyursa, yani ben ortalarında ezilirsem hiç sorun yok. İki beyefendi de halinden memnun. Onların gece boyu temaslarının olmamasını sağlamak da benim görevim. Zaman zaman bu yorucu oluyor. Mesela kedim su içmeye karar veriyor. Ve ‘‘uyuyan prens’’in kafasına basıp mutfağa doğru ilerlememesini sağlamak için akla karayı seçiyorum.
Fakat geçen Çarşamba...
O evin içinde öyle bir sahne yaşandı ki...
Anlatmazsam çatlarım.
Ben adamın sağında, kedi benim sağımda, yorgan tepemize kadar çekilmiş, jaluziler indirilmiş, iki çift yuvarlak, bir çift sivri kulak şeklinde biz altı kulak uyuyoruz. Tabii benimkine uyumak denirse! İki erkek de öyle sesli nefes alıyor ki, Eminönü'nden duyarsınız; onları kırmamak için horluyorlar demiyorum ama dayanılır gibi değiller! Ama benim hep aralarında yatmam, o horultulara tahammül etmem gerekiyor, yoksa kavga çıkıyor. Ben de bir kadın olduğum için ve yeryüzündeki tüm kadınların asli görevi erkeklere tahammül etmek olduğu için, cinsiyet özelliklerime uygun davranıyorum.
Türkçesi kadınlık yapıyorum!
*
Birden ‘‘Hayııır! Çıkar bunu bu odadan’’ diye bir ses patlıyor.
‘‘N'oldu?’’ diyorum.
Ama sorunun kedimle ilgili bir şey olduğunu, salak değilim ya, hayal meyal çıkartıyorum.
Uyuyan Prens'e bir şey yapmış ama ne?
Oysa ben aralarını yapmak için, aylardır, yıllardır nasıl uğraşıyorum bir bilseniz. Benim aldığım kedi mamalarını küçük beye gösterirken ‘‘Bak baban sana tavşanlı Whiskas almış, ne iyi adam, değil mi?’’ diyorum. Babaya da ‘‘Babası bu oğlan artık çok uslu. Kendi yatağında yatıyor, sadece canı sıkıldığında bizimkine geliyor. O da çok ender. Büyüdü artık, büyüdü’’ diyorum. Evet kesinlikle yalan söylüyorum.
Dolayısıyla ‘‘uyuyan prens’’, ‘‘Bıktım ben bu kediden! Evime gidiyorum şimdi!’’ dediğinde, ‘‘Saçmalama, saat sabahın beşi! Yine ne yaptı ki!’’ diyorum. Gözleri dehşetle büyümüş cevap veriyor: ‘‘Boynumdan öptü. Ben sen zannediyordum. Hatta önce hoşuma bile gitti. Sonra bir açtım ki gözlerimi, kedinmiş. Sapık bu kedi! Hemen çıksın bu odadan dışarı!’’
*
Tanrım benim bu erkeklerle yıldızım ne zaman barışacak!
Bir türlü yaranamıyorum.
Hiç birine yaranamıyorum.
Bedensel erkek olanına da, kavramsal erkek olanına da...
Galiba problem olan benim.
Tek tek geldiklerinde hepsiyle başa çıkabiliyorum, toplu halde asla idare edilemez yaratıklar oluyorlar. Biri ihmal ediliyor diye sinir oluyor, öbürü fazla üstüne düşülüyor diye bozuluyor. Ben de dengeyi sağlayamıyorum.
Kedi erkeğin sorunu net ve dolaysız: Yemek ve ilgi. Bir de yatağın en sağına atılmamayı talep ediyor. ‘‘Uyuyan prens’’ erkeğin sorunu kedi erkeğin mevcudiyeti. Belli ki güvenmiyor! Kedi de olsa, ne de olsa erkek! Erkekler erkekleri iyi tanıyor. Ben de yeni öğrenmiş bulunuyorum ki, erkekler erkeklerin ilgisinden hiç mi hiç hoşlanmıyor.
Aslında ne var ki, n'olmuş yani?
Benim formülüme göre, kedi, ‘‘uyuyan prens’’i boynundan öpmüş!
Ama ‘‘uyuyan prens’’e göre...
Bu neredeyse iğrenç ötesi bir durum!
Artık anladım.
Benim suçum değil...
(İnsan, kedi farketmez, hiç farketmez)
Bu erkeklere yaranabilmek mümkün değil!
Paylaş