Bir beyin duşu: Marka Konferansı

Bu yıl Marka Konferansı’nın 15’inci yılı.

Haberin Devamı

Dile kolay, tam 15 yıldır Robert Kolejli, Boğaziçili genç bir kadın, bu kente böyle bir hizmet sunuyor.
Ayşegül Yürekli Şengör.
O benim arkadaşım.
Ayşegül’ün Marka Konferansı bence gerçekten bir “hizmet”.
Çünkü artık kurumsallaşmış bu yapıda, her sene fevkalade güncel konular ele alınıyor.
Bilgiler, “update” ediliyor.
Ünlü isimler konuşmalar yapıyor, yenilikleri anlatıyor.
Beynimiz açılıyor.
Yeni trendler, yeni fikirler, yeni modeller, yeni anlayışlarla tazeleniyoruz.
Bir tür “beyin duşu”!
İş dünyasının heyecanla beklediği bir oluşum.
Arkasındaki beyin de Ayşegül!
Çünkü o hepimiz adına dünyadaki yenilikleri merak ediyor, araştırıyor ve Marka Konferansı’na taşıyor.

Bir beyin duşu: Marka Konferansı
Ayşegül Yürekli Şengör

Zeki, bilgili, donanımlı, aynı zamanda fırlama ve tutturuk bir kadın.
Tuttuğunu da koparan bir kadın.
Onunla iş yapmaktan da, gece gezmekten de, tatile gitmekten de, geyik yapmaktan da çok hoşlanıyorum.
Ben arkadaşımla gurur da duyuyorum.
Çünkü çok başarılı bir konferans yapıyor.
Üstelik bunu istikrarlı bir şekilde, 15 yıldır, heyecanını ve temposunu düşürmeden yapıyor.
Artık Marka Konferansı, sadece bu ülkenin bir markası değil, bir geleneği de...
Bizim ülkemizde sebat etmek, istikrarlı olmak çok önemli bir özellik, çünkü tanık olduk; nice güzel fikirler, parlak projeler herkes tarafından alkışlanan işler zaman içinde eriyip gitti.
Böylesine canlı, diri bir şekilde ayakta kalabilmek başlı başına bir başarı.
Öyle düşünüyorum.

20 DAKİKADA MESAJINI VERİYORSUN

Bir de işin güzeli...
Sıkmıyor abi!
Kim olursa olsun, mesajını 20 dakikada veriyorsun gidiyorsun.
O kadar, sonrası yok.
Bu da benim öğrenmem gereken şeylerden biri.
Sazımı elime aldım mı, uzun havaya dönüştürmeden bırakmıyorum.
Bir keresinde Ertuğrul Özkök’e bir şey anlatmak istiyordum, yüzüme baktı ve “Asansör zemine ininceye kadar vaktin var. O zamana kadar söylemek istediklerini anlat...” dedi.
“İnsan meselesini iki dakikada anlatabilir, anlatabilmeli” demeye getirdi.
Yani kısa kes Aydın havası olsun!
Başka bir sefer de Enis Berberoğlu’nu bayıltmış olmalıyım ki, bir an durdu ve “Size ayrılan sürenin sonuna geldiniz!” dedi bir yarışma sunucusu edasıyla.
Sustum.
“Çok konuştun, yeter!” demeye getirdi.
Anladınız, Marka’da benim gibi lafı uzatamıyorsunuz.

BÜLENT ECZACIBAŞI’YLA TASARIM ÜZERİNE

Bu sene 33 konuşmacı var.
Bob Geldof en heyecanla beklediklerimden...
Ebolaya açtığı savaşı anlatacak.
Biliyorsunuz, eski grubunu topladı, Bono, Seal filan, onlarla eski bir şarkıyı “Do you know it’s Chritmas”ı yeniden söylediler.
Şarkıyı “online” satın alırken, bir para ödüyorsunuz, o para da “ebolayla savaş fonu”na gidiyor. Afrika’daki yardım kuruluşlarına ulaştırılmak üzere...
Fakat İngiliz basını şarkıyı bayağı eleştirdi.
“Bula bula bu şarkıyı mı seçtiniz!” gibisinden.
Geldof da, “Şarkıcıyı ya da şarkıyı sevmek zorunda değilsiniz, arkasındaki mesaj önemli!” dedi.

Bir beyin duşu: Marka Konferansı
Bülent Eczacıbaşı

İşte Marka’da Geldof’un gündeme getireceği meselelerden biri bu olacak.
Lily Cole ise “hediye ekonomisi”nden söz edecek...
Bu da merak ettiğim bölümlerden biri.
Her şeyi karşılık bekleyerek ya da parayla yapmak zorunda olmadığımızı anlatacak, “takas sistemi” üzerine kurulu bir projesi var.
Impossible.com diye bir sitesi var.
İnsanlar dileklerini yazıyor ve dünyanın başka yerindeki dileklerle takas ediliyor.
Bu sene aynı zamanda Balçiçek Pamir, Burhan Öcal’a sorular soracak.
Ona çarpıcı hayat hikâyesini anlattıracak.
Mirgün Cabas, Demir Demirkan’la konuşacak.
Ben de Bülent Eczacıbaşı’yla “İstanbul ‘Tasarım Kenti’ olur mu?”yu konuşacağım.
Bizimki yarın.
Hadi, benim sahne provam var, bugünlük bu kadar.
Marka 2014’te görüşmek üzere...

(Marka 2014 Konferansı Hilton Bomonti’de 18 ve 19 Aralık’ta)

Haberin Devamı

BETÛL MARDİN FARKI

Haberin Devamı

Dün Alya’yla babaanne Betûl Mardin’e uğradık.
‘Papaz Kaçtı’ya.
Üçümüz oynuyoruz ve çok eğleniyoruz, hepimiz birbirimize papazı kakaladıkça gülmekten ölüyoruz.
O arada ben Alya’ya bir ayakkabı almıştım.
Şeffaf, plastik bot.
Giydiğinde içinden çorabın görülüyor.
Üzerinde “Don’t afraid of rain” yazıyordu.
İngilizce, “Yağmurdan korkma!” diyor, daha doğrusu demeye çalışıyor.
Alya, ben ve Babaçi, üçümüz birden baktık, “Ya bu cümlede bir tuhaflık var!” dedik.
Nedir?
Hep bir ağızdan, “Fiili yazmayı unutmuşlar” diye bağırdık.
“To be” fiili yok.
“Don’t be afraid of rain” yazması lazım.
Buraya kadar bir sorun yok.

Bir beyin duşu: Marka Konferansı

Binlerce İngilizce laf yanlış yazılıyor bu ülkede, tabelalarda, mağazalarda...
Ne yapıyoruz, gülüp geçiyoruz.
Betûl Mardin ne yaptı?
Kutuyu eline aldı, adrese baktı. O adresin telefon numarasını buldu. Birkaç yeri aradı, yetkili kişiyi buldu.
Ve hiç kırmadan, kibarca dedi ki, “Evladım, bu vahim bir hata! Kutusunda böyle bir yanlış olan ayakkabıyı, ben güvenip almam. Senin kaliteni belirliyor. İtibarını zedeliyor. Bunu düzelt!”
Ve benim 10 yaşındaki kızım tüm bunlara tanık oldu.
Bence böyle yapmalı hayatta.
“Amaaaan yanlış yapmışlar!” deyip yürüyüp gitmemeli, düzeltmeleri için yardımcı olmalı.
O şirket, telefonda karşılarında Betûl Mardin’i bulunca ne hissetti bilmiyorum.
Ama ben kayınvalidemle gurur duydum.
Kafasının çalışma biçimine bayılıyorum ve onu kendime örnek alıyorum.

Yazarın Tüm Yazıları