Sözünde duran bir gazeteci olmanın dayanılmaz hafifliğini yaşıyorum! Tuna Kiremitçi röportajının son bölümünü de huzurlarınıza sunuyorum.
‘Bak güzelim. Ben babayım, sen oğulsun. Aramızdaki ilişki şöyle bir protokole bağlı olmalı...’ diyen biri değil Tuna Kiremitçi. Gerçi henüz, tabii ki hariçten gazel okuyor, oğlu Can’ın dünyaya gelmesine 3 ay var. Ama adam iyi niyetli. Belli ki ne klasik bir yazar, ne klasik bir koca, büyük ihtimalle klasik bir baba da olmayacak. Bu da takdir edersiniz ki, klasik bir anne olmayı kesinlikle beceremeyecek olan beni çok rahatlatıyor...
‘Bu dünyaya çocuk getirilmez!’ tezlerine ne diyorsunuz?
- Ne diyeyim? Saygı duyuyorum! Ama tabii şu var: Bu dünya ne zaman yeterince iyi olmuş ki? İyiliğin ve kötülüğün oranlarında bile değişiklik yok...
Bekar anneler için ne düşünüyorsunuz?
- Kendisiyle barışık oluyorsa yapmasında fayda var. Ama ‘Bana bu yakışır, bu devirde böyle yapmam gerekiyor’ diye bu işe kalkışıyorsa, bu sonuca entelektüel yoldan varıyorsa... Felaket! Çünkü bence esas olan kendimizi iyi hissetmemiz. Öyle görünmemiz değil, gerçekten iyi hissetmemiz. Ne var ki, bizim için doğru olanı bulmamız zannettiğimiz kadar kolay olmuyor. Biraz dolaylı yoldan anlatabilir miyim?
Buyrun efendim!
- Kiewslovski’nin bir filmi vardı: Mavi. Ben o filmi beğenmem gerektiğini düşünerek yıllarımı geçirdim...
Potemkin Zırhlısı misali!
- Aynen. Bir de Yurttaş Kein var. Sevmeyeni döverler çünkü! Halbuki, dünyanın en ruhsuz filmi bence Mavi. Ne zaman kendime ‘Anlamsızlık denizinde yüzen, son derece sıkıcı bir film’ dedim, diyebildim, rahatladım. Mutluluğa giden tek yol yok. Herkes kendi mutluluğuna giden yolu farklı yollardan bulacak. Çocuklarımızla kuracağımız o dünyanın yoluna da farklı yollardan ulaşacağız. Yeter ki, kendimizi kandırmayalım. Bana da sık sık oluyor: ‘Yazar adam değil miyim? Cihangir’de oturmam lazım’ diyorum ve kendime acayip sinirleniyorum, ‘Evet, evet sabahları Firuzağa Kahvesi’nde çay içmem, akşam üzerleri Kaktüs’e ya da Leyla’ya gitmem lazım benim. Ne işim var 4. Levent’te?’ Ama gerçek şu ki, ben burada mutluyum. Belki de, herkesin benden beklediği yazar hayatına sahip olsam hiçbir şey yazamayacağım. Yani demek istiyorum ki, bir kadın bekar anne olduğu zaman mutlu olacaksa, kendisiyle barışık olacaksa hiç durmasın o çocuğu yapsın ve doğursun!
ŞU DOĞURMA VE YARATMA MESELESİ
Haluk Bilginer ‘Rahmin kadar konuş!’ diye bir beyanat verdi. Sizin için ne ifade ediyor?
- Erkekler doğuramazlar ve bu haliyle onlarda bir kompleks yaratır. Sanat hayatında böyle temel bir dürtünün olduğu, zaten söylenen bir şey: ‘Erkekler bir şey yaratma konusunda, kadınlardan daha ihtiraslıdır. Çünkü çocuk yaratama yetenekleri yoktur, acısını böyle çıkarıyorlar! Oysa kadınlar, bu konuda daha kanaatkarlar. E zaten yaratıcılığın kralını yapıyorlar! Haklı olarak gidip şiir ve roman yazma, film çekme konusunda erkekler kadar istekli değiller.’ Ama bu bir görüş. Ve bence tehlikeli bir görüş...
Neden?
- Çünkü kadınların sanat alanında erkekler kadar etkili olmamalarının sebebi, buna izin verilmemiş olması. Tarih boyunca bu böyle. Ama siz kadınların doğurma yeteneğini yüceltip, ‘Onların zaten rahmi var. Dünyaya çocuk getirebiliyorlar. Bundan daha büyük yaratıcılık ne olabilir ki? O yüzden sanatla filan çok ilgilenmezler’ derseniz, doğruluk payı içermesine rağmen, haksızlık etmiş olursunuz. Bir kibir var bu düşüncede...
- Valla, pratik olarak şöyle bir gerçekle yüz yüzeyim: Can doğana kadar ben romanımı bitirmeliyim. Çünkü o dünya geldiği zaman e-mail bile atamayacak hale geleceğim. Adım gibi eminim bundan. Yasemin de ben de bütün yoğunluğumuzu, ilgimizi ona kaydıracağız. Bu demektir ki, bir buçuk yıldır üzerinde çalıştığım romanımı Şubat’a kadar yayınevine teslim etmem gerekiyor...
Adı belli mi kitabın?
- Evet: Yolda Üç Kişi. Sanki Can’ın aramıza katılmasıyla ilgisi varmış gibi. Oysa, tamamen tesadüf. Bunun dışında ben ‘Yazı yazan insanım. Her şeyden soyutlanmış bir çalışma odası isterim!’ filan diyen biri değilim. Beni izole mekanlar, maun masalar, tüy kalemler filan hiç ilgilendirmiyor. Allah’tan her ortamda yazabilen biriyim. Ama Can’ın varlığının ruhumu nasıl etkileyeceğini, şekillendireceğini şimdiden bilmiyorum... Heyecanla aramıza katılmasını bekliyorum...