"Beni tanımıyorsunuz. Bir okurunuzum. Arama ihtiyacı hissettim. Dün gece rüyamda rahmetliyi gördüm..."
Rahmetli mi?
Hoppala, rahmetli de kim?
"Duygu, Duygu Asena... Rahmetli, rüyama kuş olup, gelmişti. Sarı, güzel bir kuş. O kuş, uçtu uçtu size kondu. Siz de onu avuçlarınızın arasında aldınız, okşadınız, minik alnına bir öpücük kondurdunuz ve gülerek gökyüzüne uçurdunuz..."
BAHÇE KAPISINDAN KUŞ GİRİYOR
İster inanın ister inanmayın...
Telefondaki ses, daha cümlesini tamamlayamadan, ben çığlık atıyorum...
Çünkü bahçe kapısından içeri bir kuş giriyor!
Ben panik içinde, "Kusura bakmayın kapatmam lazım" diyorum, "Kuş eve girdi..."
Panikleyen sadece ben değilim, kuş da nasıl dışarı çıkacağını bilemediği için, normalden daha hızlı kanat çırparak kendini oradan oraya atıyor.
Bu evin dolu penceresi var, zavallı, o pencerelere çarpıp yere düşüyor.
O küçük kafası cama tosladıkça, benim de canım yanıyor.
Peşinden koşuyorum ama yakalayamıyorum.
Bir ara sendeleyip, yere düşüyor.
Tam o sırada telefonum bipliyor, içimden "Sırası mıydı şimdi" diyorum, gelen mesajı umursamıyorum, kuşun üzerine bir örtü atıp, yakalıyorum, avuçlarımın arasına alıyorum ve gökyüzüne uçuruyorum...
Yaşasın özgürlük!
Onun havada süzülüşünü izlerken, cep telefonumu elime alıyorum...
İSTİRHAM EDİYORUM SİZE KURŞUN DÖKEYİM
"İstirham ediyorum Ayşe Hanım, neredeyseniz geleyim. Size ve kızınıza kurşun dökmem gerekiyor. Acil. Bugün olmazsa mutlak yarın. İmza: Melahat..."
Yine o...
Kuşçu kadın...
İşte o zaman korkuyorum!
Ne demek, kurşun dökmem gerekiyor?
Neredeyseniz geleyim... Acil...
Neler oluyor?
Üstelik size ve kızınıza?
Niye Alya’yı karıştırıyorlar?
Yoksa kızım, nazara mı geliyor?
Onu nasıl koruyabilirim?
Ya Alya tehlikedeyse?
Çocuğumu geri, içime sokmak istiyorum.
Hemen bir arkadaşımı arıyorum...
"Bana bak, böyle böyle oldu" diyorum, "Kadın kuştan söz ediyordu, evin içine kuş girdi. Nasıl açıklanabilir bu durum?"
"Açıklanamaz. Sadece tesadüf!" diyor.
"Ama kuşun o anda eve girmesi tesadüf... Seni araması değil... Seni, onun hakkında yazı yaz" diye arıyor.
"Sen kötüsün!" diyorum.
Gülüyor.
Telefonu kapatıyorum
BEYNİMDE ZİL ÇALMAYA BAŞLIYOR
Ben söz dinlemem.
Melahat Hanım’ı arıyorum, adresimi veriyorum, eve geliyor.
Altı kızı varmış.
Kocası, altı tane kız doğurduğu için onu kapıya koymuş.
O da kızlarını, "tel kırması" diye bir el sanatıyla büyütmüş.
Arada böyle kurşun dökmeler de var tabii...
Ha bir de rüyalar...
Rüyaları mutlaka çıkarmış...
O bir duru görü vakasıymış...
Bilim adamlarıyla filan çalışmış...
O, bana telefonda kuştan bahsederken, evin içine kuş girmesi kesinlikle bir tesadüf değilmiş.
Buraya kadar sorun yok...
Derken...
Çantasından bir albüm çıkarıp, bana ünlülerle çekilmiş fotoğraflarını gösteriyor...
Aman Allah’ım, yok yok!
Melahat Hanım, aklınıza gelen bütün ünlülerin yanında duruyor ve gülümsüyor.
İşte o anda, beynimim içinde bir zil çalmaya başlıyor.
İşini gayet iyi bilen bir profesyonelle karşı karşıya olduğumu anlıyorum.
SİZ AYŞE ARMAN’SINIZ DEĞİL Mİ?
Ne var ki eve kadar gelmiş, yapacak bir şey yok.
Dökecek kurşunu.
Ama bu işler inanmadan, güvenmeden olmaz.
Zerre kadar inancım yok Melahat Hanım’ın samimiyetine.
Ben onu incelerken, o da beni süzüyor.
"Gazetedeki fotoğraflarınızdan daha küçük görünüyorsunuz!" diyor.
Belli ki kafasında daha iddialı bir kadın imajı çizmiş; şöyle kodu mu oturtan bir şey; beni görünce biraz hayal kırıklığına uğruyor.
Karşısında oturan, çıplak ayaklı, karışık saçlı kadın, o gazetedeki kadın gibi durmuyor.
Yani ben ne kadar hayal kırıklığını uğradıysam, o da farklı sebeplerden hayal kırıklığı yaşıyor.
Ve günün en hoş lafını ediyor:
"Siz gerçekten Ayşe Arman’sınız değil mi?"
PARDON ALEYNA NEREDE?
"Pardon, Aleyna nerede?"
Hoppala, Aleyna da kim?
Haaaa, Alya’yı kastediyor!
"Aleyna parkta, gelecek birazdan" diyorum.
"Gelince ona da kurşun dökelim!"
Sesimi çıkarmıyorum ama hiç öyle bir niyetim yok.
Açıldı artık, konuştukça konuşuyor.
Nesli tükenen el sanatlarımızdan "tek kırmayı" ayrıntılarıyla anlatıyor, çantasından örnekler çıkarıyor, bir tanesi de bana hediye ediyor.
Teşekkür ediyorum ama kibarca, "Bu benim tarzım değil, kullanamam. Alırım bir yerde durur, yazık başka birine hediye edin" diyorum.
"Nasıl yani? Bu benim el emeğim göz nurum" diyor, beni azarlıyor.
"Peki o zaman geri verin diyorum", bir daha zılgıt yememek için, şalı korkudan boynuma takıyorum.
Sonra rüyalarını anlatmaya başlıyor.
Ben de elim mahkum dinliyorum.
Bir tanesi Adı Aylin hakkında.
Romanın kahramanı, Melahat Hanım’ın rüyasına kuş şeklinde giriyor. Dikkatinizi çekerim hep bir kuş motifi var. Yüzü insan, bedeni kuş. Ve bir erkeği uçurumdan itmeye çalışıyor. Melahat Hanım da ona yalvarıyor:
"Yapmayın, cennetinizden olursun!"
Ertesi gün 118’den Aylin’in akrabalarından birine ulaşıyor: "Böyle böyle bir rüya gördüm." "Atla gel Ankara’ya" diyorlar, "Gerçekten de böyle bir olay var..."
Meğer Melahat Hanım’ın o rüyayı gördüğü saatlerde, Aylin’nin dördüncü kocası Joe ölmüş. Bütün gece yukarıdan piyona sesleri duyulmuş. Evin kahyası da "Piyanoyu Aylin’in ruhu çaldı" demiş.
YA BEYNİMİ DELİP GEÇERSE
"Bu da ne? Bu başımıza gelen de ne..." diye düşünürken...
Kendi evindeymişçesine rahat...
"Hadi kurşun dökmeye geçelim" demez mi?
"Şu çarşafı kafanıza örtün..."
"O zaman bana ne yapacağınızı göremem!" diyorum
"Görmeniz gerekmiyor. Siz bana güvenin" diyor.
Biliyorum saçma ama Melahat Hanım’la orada kafamda çarşaf, yalnız olmak istemiyorum.
Yüzündeki tedirginliği görüyor: "Ne o korkuyor musunuz?"
"Yoo hayır" diyorum.
Ama yalan söylüyorum. Bal gibi de korkuyorum. Ondan da, rüyalarından da, erimiş kurşunun tepemden aşağıya dökülmesinden de...
Ya beynimi delip geçerse...
HER TARAFINIZA İĞNELER SAPLANMIŞ
Bu yazıyı yazabildiğime göre...
Kurşun beynimi delip geçmedi!
Her kurşun dökülüşünde tepemde "cossss" diye sesler duydum.
Ve yerimde hopladım.
Melahat Hanım ise, "Aman Allah’ım her tarafınıza iğneler saplanmış" dedi; toplu iğne başı gibi şekillenen onlarca kurşunu avucuma bıraktı.
Onlara toprağa gömmemi istedi ve nihayetinde bu ıstıraplı tören sona erdi.
Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, bir de çantasına zarf içinde para koyabilmek için taklalar attım.
Ona söyleyemedim ama o gittiğinde şöyle hissettim:
Ben gerçekten salağın tekiyim!
HAMİŞ: Farkındaysanız, yine de Melahat Hanım’ın istediği oldu. Kendi salaklığımı anlatmak adına bile olsa, onun hakkında yazı yazdım.
HAMİŞ 2: Pazartesi akşamı bir aksilik olmazsa Açık Hava’dayız. Sizi de bekliyoruz. Haldun Dormen’in gösterisi var: Broadway’den İstanbul’a. Yazan ve yöneten Haldun Dormen. Ben haber vereyim de, sonra kaçırdım diye siz üzülmeyin. 50 kişilik senfoni orkestrası, 12 kişilik dans grubu, bir de sanatçılar var. Hem şarkı söylüyorlar, hem de dans ediyorlar. Keremcem’den Mirkelam’a, Seden Gürel’den Şevval Sam’a, Şehnaz Sam’a.