Paylaş
Atilla Dorsay'dan özür dileyerek...
Film eleştirmeni de oldum!
Sık sık yaptığım bir eylem olmamakla birlikte, zaman zaman iyi düşünebildiğimi itiraf etmek zorundayım. Ben düşündüm ki, sinema eleştirmenliği hiç kimsenin tekelinde değil, neticeye bakarsanız hepimiz seyirciyiz. Zaten ben bu eleştirmenlerin iyi dedikleri filmleri kötü, kötü dediklerini -nedense- iyi buluyorum.
Ve buradan şu sonuca varıyorum:
Bir filmin tekil izleyicisi dahi o filmin en baba eleştirmenlerinden biridir. Şimdi, böyle bir imkan yakalamışken, kardeşimin mezuniyeti için Amerika'ya gitmişken, sizin bu Cuma izleyeceğiniz filmi geçen Cuma izlemiş biri konumundayken, ayrıca daha ilerideki Cuma'larda izleyeceğiniz üç beş filmi de arada attırmışken...
Neden bunun rantını yemeyeyim?
İştahsız mıyım?
Maalesef, hamile olduğumdan bile şüphelenecek kadar çok yiyorum.
Zaten bu ülkede herkes rant (ve birbirini) yemiyor mu?
Ben de bu fırsatı, size hiç acımadan, değerlendirmeye ve New York'ta gösterilen filmler üzerine ukalalık etmeye karar verdim.
Star Wars (Episode 1) hariç.
O ayrı bir öğün.
Çünkü sindirmesi zor bir sosyolojik olgu.
Sean Connery'in yeni filmi
Entrapment filmin adı.
Entrapment, tuzak anlamına geliyor ama sanırım Türkiye'deki son siyasi gelişmelerden sonra çevirisini ‘‘Kurda Tuzak’’ diye yapmayı tercih etmişler. Çok ahım şahım değil. Bildiğimiz bir romantik-action. Bildiğimiz, İskoçya'daki Milliyetçi Parti'yi destekleyen Sean Connery.
Ama bilmediğimiz...
Adamın ne yapıp, edip hiçbir şekilde yaşlanmadığı.
O bir lokum, lokum!
Müthiş çekici, müthiş seksi...
Ama filmin vurucu noktası o değil, vurucu noktası kadın.
Bu kadına dikkat!
Bundan sonra hayatımızda çok yer edecek.
Catherine Zeta-Jones.
Şu ya da bu biçimde erkeklerimizi elimizden alacak. Yani hayallerinde. Gerçeğini elde edemiyorsan, hayalini kur şeklinde. Haliyle biz de etkileneceğiz tabii. Zaten bir sürü şeyle uğraşıyoruz, bir de ekstradan Zeta-Jones çıktı. Hani şu Zorro filmindeki kadın...
Bir haftalık hasılatı 504 bin dolar olan filmin konusu iki hırsızın aşkı. Kadın, sigorta şirketinde çalışıyor. Yani güya. Ve hırsız adamın peşinde. Bir süre sonra anlıyoruz ki, kadın sigortacı değil o da hırsız. Ama Time'a kapak olmuş o ünlü hırsız da (yani Sean Connery) aslında hırsız ama, kadını yakalamak için FBI'la işbirliği yapmış bir hırsız.
Kimin kime tuzak kurduğu karışıyor.
Sonunda Connery ve Jones diğerlerini atlatıyor ve film iki hırsızın mutlu sonuyla bitiyor.
Filmin iki özelliği var:
Birincisi filmin en heyecanlı sahnelerinin Kuala Lumpur'un en yüksek binasında, ki dünyanın da öyle, çekilmiş olması. O mekanın özelliği benim o binayı görmüş ve bizzat çıkmış olmam.
İkincisi, Catherine Zeta-Jones'un poposu!
Muhteşem bir sanat eserini gösterebilmek için, özel olarak eklenmiş bir sahne gibi duruyor. Soygun yapabilmek için, alarm dalgalarını atlatmaya yarayan özel bir takım hareketler yapıyor. Hiç heveslenmeyin çıplak değil ama son derece erotik!
De Niro'nun yeni filmi
Filmin adı Analyze This.
Biliyorsunuz psikiyatristler analiz yaparlar, bu filmde de bir psikiyatrın (Billy Crystal) bir gangsteri analiz etmesi anlatılıyor; o yüzden filmin adı ‘‘Sıkıysa Bunu Analiz Et!’’ manasına geliyor.
Çok, çok, çok, çok, çok eğlenceli.
Mafya babaları da stres altında, bu insani durumdan söz ediliyor aslında. En acımasız görünen, en yıkılmayan, en sert adamlar bile toplumsal yaşamın karmaşası içinde bir psikiyatra muhtaç insanlara dönüşebiliyorlar. Ne diyeyim? Bir Robert De Niro solosu. Mimikleriyle, adam resital veriyor. Ve aklınızın almayacağı kadar sizi güldürüyor. Fikir komik, senaryo komik, De Niro komik. New York'un en sıkı gangsteri. Biz mafya filmlerinde mafya babalarının iç dünyalarını, özel hallerini pek göremeyiz, sadece filmlerde değil, gerçek hayatta da. Oysa bu film bu soruna da gönderme yapıyor. Yani o en iktidar sahibi olanların panik ataklarını sergiliyor.
İyi de, kime derdini anlatacak o en iktidar sahipleri? Kim onlarla konuşur ki? Kim onlardan korkmaz ki? Buna mecbur edilen kişi, yani bu filmde, bir psikanalist.
Filmin bu örgüsü, hem kendi başına, hem de sahne sahne eğlenceli ve komik. De Niro'nun oyununu büyüten en önemli özellik, yıllarca mafya rolleri oynayan kendisiyle de dalga geçebilmesi.
Julia Roberts'in yeni filmi
Şimdiden söylüyorum.
Julie Roberts'ın son filmi Notting Hill, bütün erkeklerin kendilerini çok iyi hissedecekleri bir film.
Bayılacaklar, bayılacaklar!
Çünkü film en ulaşılmaz, en şöhretli, en başarılı, en iyi korunan kadınların ruhuna bile, Bay Hiç Kimse'lerin sızabileceğini, onları baştan çıkarabileceğini, onlarla en azından bir aşk (üstelik romantiiik!) yaşayabileceklerini anlatıyor da ondan.
Julia Roberts filmde aslında kendisini oynuyor.Tüm dünyanın tanıdığı bir sinema sanatçısı o: Anna Scott.
Zavallı Anna'nın attığı her adım, yaptığı her şey olay oluyor. Yani dört cihana nam salmış ününün bedelini fazlasıyla ödüyor. Oysa istediği çok bir şey yok, biraz yaşam alanı, o kadar. Ve bu çok çok meşhuuur kadın, günün birinde Londra'nın Notting Hill semtinde gezi kitapları satan bir dükkana giriyor. Gözlükler gözünde, ‘‘Umarım beni kimse tanımaz!’’ şeklinde. Oysa dükkanın sahibi olan adamın, filmdeki adıyla William Thacker'ın (Hugh Grant) zaten dünyadan haberi yok, yani Anna Scott'u tanımıyor. Ancak kadın dükkandan çıkıp gittikten sonra olayı çakozluyor: Gözü, yoldan geçen bir otobüse takılıyor ve orada koskocaman Anna Scot'un fotoğrafını görüyor! Anlayacağınız çok şeker, hafif sersem bir adamı oynuyor Hugh Grant. Bizim kız da, adama vuruluyor. Ve aralarında müthiş bir aşk başlıyor.
Kabaca özeti bu.
Tabii ki, derin ve sosyal içerikli bir film değil. Mesaj üzerine mesaj vermiyor.
Demek istiyorum ki, tam bana göre!
İnsanı yormuyor, sıkmıyor.
Eğlenerek seyrediyorsunuz.
Paylaş