Ben bir dönme annesiyim

Benim dünyadan haberim yoktu.

Haberin Devamı

Mehtap, bir film yolladı.
Zarfı açtım ve izlemeye başladım.
Filmin adı ‘Benim Çocuğum’.
Bir belgesel.
Dünyanın en sade, en yalın belgeseli.
Su damlası gibi.
Ne süsü var ne püsü.
7 kişi konuşuyor.
Koltuğa oturuyorlar, tek tek, gözünüzün içine bakarak çocuklarının hikâyelerini anlatıyor.
Ve onlarla birlikte neler yaşadıklarını.
O su damlası gibi belgesel beni inanılmaz çarptı.
Ağlamaya başladım, böğüre böğüre.
Ne kadar etkilendiğimi, ne kadar sarsıldığımı ifade etmeye kelimeler yetmez.

/images/100/0x0/55ea533cf018fbb8f87887ba

İNANILMAZ CESURLAR

Onlar, LİSTAG anneleri-babaları.
LİSTAG, lezbiyen, gey, biseksüel ve transseksüel çocukların anne ve babalarından oluşan bir grup.
Birbirlerini bulmaları çaresizlikten, iflah olmaz yalnızlıklarından, çocuklarının acımasızca dışlanmalarından.
Önce iki anne bir araya geliyor, sonra babalar da ekleniyor.
Bu filmde sadece 7’sini izliyorsunuz.
Ama onlardan daha çok var.
Filmde gördükleriniz ‘dile gelenler.’
Cesurlar, inanılmaz cesurlar.
Karşı durduklarını, göze aldıklarını düşündüğünüzde siz de hak vereceksiniz.
Müthişler.
Ezber bozuyorlar.
Onları izleyince, “Ben de anne miyim be!” dedim.
Ben çocuğum için bu kadar mücadele edebilir miydim?
Bu kadar yürekli olabilir miydim, onu olduğu gibi kabullenebilir miydim?
Onlar kadar dirençli, onlar kadar savaşçı olabilir mi?
Onların başa çıktıkları zorlukların üstesinden gelebilir miydim?
Utandım biliyor musunuz…
Onları bu kadar ‘ötekileştirdiğimiz’ için, onları bu kadar yalnız bıraktığımız için utandım.
Ve LİSTAG annelerine-babalarına şapka çıkardım.
Yaşadıklarını belgesel yapmaya karar veren Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Can Candan’a da…
Mehtap’ı aradım, “Buluşmak istiyorum bu insanlarla” dedim.
Gazeteye geldiler.
Huzurlarınızda tek tek hepsine teşekkür ediyorum.
Onlardan çok şey öğrendim.
Bunca yıl eşcinsellerle, transseksüellerle ilgili haber yapmış olmama rağmen bilmediğim ne çok şey varmış.
Önyargım yok zannederken, varmış…
Hepsini teker teker yıktılar.
Ben de zannederdim ki, LGBT çocukların mutlaka ailelerinde bir sorun olması gerekiyor ya da geçmişlerinde bir taciz, tecavüz öyküsü…
Ne kadar yanılmışım.
Bu ne hastalık ne heves…
Ne de dış müdahalelere bağlı bir olgu…
Bu, bir varoluş şekli.
 Yaşadıkları acıları, zorlukları ne kadar anlatsam yetmeyecek.
Hele bizimki gibi homofobik bir ülkede…
Ama insana umut veren bir ışık da var:
Bu insanlar, evlatlarını reddetmemişler, dışlamamışlar, öldürmeye kalkmamışlar ya da yurtdışına postalamaya çalışmamışlar, “Senin yüzünden çevreme rezil olurum, iş yapamam!” dememişler.
Çocuklarının yanında yer almışlar.
Onlarla, omuz omuza direnmişler.
Ama bu zannettiğiniz kadar kolay olmamış, çok fazla sorgu sual, çok fazla gözyaşı, çok fazla mücadele…
Şimdi artık aktivistler.
LİSTAG aktivisti olmak için eşcinsel olmak gerekmiyor, heteroseksüeller de LGBT’lerin hakkını savunuyor.
Onların şimdi çocuklarıyla daha huzurlu bir ilişkisi var, amaçları Türkiye’de diğer LGBT’lere ve onların ailelerine yardımcı olabilmek…
Bu olguyu sadece ailelerin değil toplumun da kabullenmesini sağlamak.
Ben hepsinin, kızı lezbiyen olan Zeki’nin hikâyesini, oğlu eşcinsel olan Ömer ile Şule’nin, oğlu gey olan Günseli’nin hikâyesini dinledim.
Hepsini yazmaya kalksam kitap olur.
O yüzden bugün çocuğu transseksüel olan Pınar’ın öyküsünü anlatmayı tercih ettim.
Sizi onunla baş başa bırakıyorum…

Haberin Devamı

HAMİŞ: LİSTAG’cılara şu numaradan ulaşabilirsiniz: 0531 467 77 53.

Haberin Devamı

/images/100/0x0/55ea533cf018fbb8f87887bc

Bedenim başka, ben başkayım

Sorunlar ne zaman başladı?
- 2006’ydı, 16 yaşındaydı. Karşıma geçti, “Anne anlamıyor musun, benim bedenim başka, ben başkayım!” dedi. Anlamadım. “Anne, ben kızım!” dedi. Anlamadım. Boş boş yüzüne baktım. Ne de olsa, pantolon giyen, kravat takan, kolejde okuyan bir çocuk. Konduramıyorum. Dışı erkek, görüntüsü erkek.

Peki neler geçti aklınızdan “Ben kızım!” deyince?
- “Bu şizofren herhalde!” diye düşündüm. Binlerce soru üşüştü beynime: Ya ruhsal bir bozukluk, ya ergenlik geçişi. Yoksa biri buna tecavüz mü etti? Anlayamıyorsun, “Bu işte bir hata var!” diyorsun, “Ama ne?” Çünkü bize öyle öğretilmiş. Ya kız çocuğu doğuruyorsun ya erkek. Penisi varsa erkek, vajinası varsa kız. Başka seçenek yok. Ben bir ‘trans bebek’ dünyaya getireceğimi bilmiyordum ki. Trans nedir onu bile bilmiyordum. Sadece sokakta gördüğümde, herkes gibi ben de ürküyordum, “Bunlar neden böyle? Aileleri nerede? Niye böyle bir şeye heves etmişler?” diye soruyordum kendime.

Haberin Devamı

Bir çare aramadınız mı?
- Aramaz mıyım? Çocuğumu kaptığım gibi doktor doktor dolaşmaya başladım. İddialıyım, “Değiştireceğim, düzelteceğim!” Ona sarıldım, “Merak etme, çaresine bakacağız evladım!” dedim. Çünkü anneler her şeye bir şekilde çare bulur ya. Epeyce bir psikiyatrist gezdim. Yatırlara gittim. Aya İrini’lere çıktım. Adaklar adadım. Direniyorum ama doktorlara ödediğim paralar beni bitirdi, iflasın eşiğine geldim, dört kredi kartım tükendi, eve hacizler geldi. Ama devam ediyorum, çocuğun beyin elektrosunu çektiriyorum. Ne derlerse yapıyorum, takıntılı bölümü varmış, onu açacaklarmış…

Teşhisleri takıntı mıymış yani?
- Ooo bir sürü şey dediler! Takıntı, ruhsal bozukluk, kişilik bozukluğu, ergenlik geçişi, gizli homoseksüellik… Acaba babası yüzünden mi? Boşanmış aile çocuğu diye mi? Kendimi suçluyordum: “İşe giderken, siz evi derleyin toplayın, bulaşıkları yıkayın derdim. O sebepten mi? Erkek çocuğa öyle dememek mi lazım?” Bir gün o dünyanın parasını harcadığımız doktorlardan birinin yanında çocuğum, “Anne yeter! Bıkmadın mı?” dedi. Adama döndü, “Sen de annemin kafasını karıştırma! Ben gizli homo değilim” dedi.

Haberin Devamı

Psikiyatrislerin bir faydası olmadı mı yani…
- Hepsinin yaklaşımı farklıydı. Önce IQ testi yapıyorlar, o iyi bir şey, anne olarak rahatlıyorsun, “Çocuğumun aklı yerindeymiş” diyorsun. Ama onun dışında herkes başka bir yorum yapıyor. Daha o zaman bilincim açılmamış, kendimle de yüzleşmemişim. 2006-2008 arası inanılmaz debelendim. Üroloğa bile götürdüm…

O niye?
- Tecavüze mi uğradı diye. O yüzden mi böyle diye. Ne bileyim, bize öyle öğrettiler.Böyle bir şeyin altında mutlaka taciz, tecavüz vardır. Aslında o kadar basitmiş ki kendime soracağım sorular ve alacağım yanıtlar.

Nasıl yani?
- İnsanın aklına ilk önce, “Bu hormonal bir şey mi?” diye geliyor. Bu çocuğun, testosteronu mu az? Sonra okumaya başladım. Hormonu eksik bir adam, kadın mı oluyor? Hayır, sadece çocuğu olmuyor. Peki hormonu eksik bir kadın? Bıyıklanıp, sakallanıp erkeğe mi dönüşüyor? Hayır, sadece âdet göremiyor, yumurtlayamıyor, anne olamıyor. O tezim çökünce kendime sordum: “Ben niye kadınım?” Kadın olmak için bir şey yaptım mı? Hep çok süslüydüm, çok kokoştum, kim böyle olmamı istedi? Anladım ki, ‘kadın’ olmamda benim hiçbir dahlim yok. Dünyaya böyle geldim. ‘Peki bu iş hevesle olur mu?’ diye sordum kendime. Acaba internetten biri benim çocuğumun beynini mi yıkadı? Sonra düşündüm, insan istemediği bir şeye ne kadar heves edebilir? Ben kadınım, kadın olmayı seviyorum, ne kadar bıyık takabilirim? Ancak bir tiyatro oynarım da bir saatliğine bu role girerim. Heves tezim de çöktü…

Haberin Devamı

/images/100/0x0/55ea533cf018fbb8f87887be

DOKTORUNU ARADIM, “BUNUN MEMELERİ VAR!” DEDİM

Böylece mi onu kabullendiniz?
- Hayır, hâlâ kendimle savaşıyordum. Son gittiğimiz psikiyatr bize iyi geldi. Doktordan sonra bir alışveriş merkezine gittik, tişört alacağız. Hâlâ inat ediyorum, “Değiştirebilir miyim onu?” acaba diye. Mağazanın erkek bölümünü gitmek istiyorum, o istemiyor. Sürekli bir itiş kakış, kavga. Sonra seçtiklerini denemek için kabine girdi. O da ne! İki tane memesi var! Kadın memesi gibi! Ufak mufak ama meme. “Bunlar ne!” diye bağırmaya başladım.

Nasıl oluyor?
- Oluyor işte! Gizli gizli hormon alıyormuş. “Ada çayı çok içtim” dedi. Östrojen var ya adaçayında. “Olur mu öyle şey!” dedim. Yanıyor içim. Hemen doktorunu aradım, “Bunun memeleri var!” dedim. “Haaa tamam” dedi, “O zaman artık başka bir yere götürmeniz lazım.” Çapa’ya Profesör Şahika Yüksel’e gönderdi.

Şahika Hoca ne dedi?
- Önce çocuğumla konuştu, sonra beni çağırdı. “Ne bekliyorsunuz benden?” dedi. “Çocuğumun yaşadığı sorunun ne olduğunu öğrenmek istiyorum” dedim. “Ruhsal bir bozukluğu mu var? Anne baba ayrı diye öç mü alıyor bizden?” Şahika Hoca dedi ki, “Hiçbiri değil. Ne sizin ne eşinizin suçu var. Çünkü ortada suç yok. Bir çocuk, ailesine kızgınsa evden kaçar, ailesine sert davranır, şiddet gösterir, uyuşturucu kullanır, ama cinsel organlarıyla oynamaz!” Peki ne o zaman?” dedim. “Bazı çocuklar böyle doğar, böyle yaşar ve böyle ölürler” dedi, “Çocuğunuz transseksüel. Yapmanız gereken bu gerçeği kabullenmek, ona destek olmak ve onu sevmek!”

Eeee?
- Duvara toslamış gibi oldum! “Peki hocam” dedim, çıktım. İki çocuğum da yanımdaydı. “Siz gidin” dedim, “Biraz yalnız kalmak istiyorum.” Bahçeye çıktım, böğüre böğüre ağlamaya başladım. Bana bunu öğretmeyenlere, böyle bir şeyin mümkün olabileceğini söylemeyenlere kızdım. Çok kızdım. Bilseydim ki, hamile olduğumda bir transseksüel bebek de dünyaya getirebilirim, bu kadar acı çekmezdim, kabullenmem daha kolay olurdu. O gün, 16 yaşındaki erkek çocuğum ölürken, 16 yaşında çok zor bir kız çocuğu dünyaya gelmek üzeriydi. Dişi vardı, saçı vardı, talepleri vardı. Ve bu, biyolojik hamilelikten daha zordu, ‘dışarıda bir hamilelik’ olacaktı…

1961’de doğdum. Annem öğretmen, babam hâkim. Tipik bir Türk kızı gibi büyütüldüm. Hava kararmadan eve girer, büyüklerinin karşısında bacak bacak üstüne atmaz, olur olmaz gülmez, herkesle konuşmazdım. Elâlemin ne dediği çok önemlidir. “Aman kötü bir şey söylemesinler!” Bakıyorum da, zaten hep elâlem için yaşamışım. 1984’te evlendim. Görücü usulüyle. Kırmızı kuşağımla. Eşim göz doktoruydu. İki oğlumuz oldu. 14 yıl sonra boşandık. Oğullarımla birlikte benim de özgürlük savaşım başladı. Hayatımda ilk defa elâlemin ne dediği umrumda değildi.

Sen erkeksin, erkek gibi davran
İki çocuğumla da çok yakınım. Birincisi Alman Lisesi’nde okudu ve Viyana’ya gitti, üniversiteyi orada okudu, orada yaşıyor. Anlattıklarım ikinci evladımın hikâyesi. İki yaşından beri hep böyle kız gibiydi. Daha narin, daha naif, daha kırılgan, daha edalı bir çocuk. “Yapma!” derdim, “Öyle kız gibi. Sen erkeksin! Erkek gibi davran!” Ben azarladıkça sessiz kalıyordu. Gözlerini gözlerime dikip öylece duruyordu.

‘Elâlem mi çocuğum mu?’ sorusuna vereceğim cevabı seçmiştim: Elbette çocuğum

Gey olsaydı daha mı kolay olurdu?
- Hayır, hepsi aynı. Bildiğimizin dışında karşılaştığımız her şey bizi korkutuyor. Orada o bahçede, “Babam ne diyecek, annem ne diyecek, komşular ne diyecek, okul ne diyecek, çevre ne diyecek?” diye düşünmeye başladım. Sonra birdenbire hatırladım ki, bütün anneler gibi, ben de onu kucağımda emzirirken, “Sana bir şey olmasın diye canımı bile veririm” dememiş miydim? O zaman neyi reddetmeye çalışıyordum? Her şart altında, çocuğum değil miydi? O anda karar verdim, onun için mücadele edecektim. Ona yeniden nefes aldıracaktım, onu hayata hazırlayacaktım. Kendi ayakları üzerinde durması için ne gerekiyorsa yapacaktım. Ne yaptıysam elâlem için yapmıştım ama şimdi “Elâlem mi çocuğum mu?” sorusuna vereceği cevabı seçmiştim: Elbette çocuğum!

Ooooo müthiş bir karar!
- Evet öyle. Eve döndüm, çocuğumu sevdim, öptüm. Ve savaş başladı. Kolay değil. Geçiş gerçekten zor. Değişim ve dönüşüm sürecinde onun adımlarına kendinizi uyduracaksınız. Duygularınızla da ona yetişeceksiniz. Bir taraftan da etrafınızın da kabullenmesini sağlayacaksınız.

Peki, okul?
- Almak zorundaydık. Rehberlik hocası, ders ortasında neden sürekli tuvalete gittiğini anlayamamış. Ben çözdüm. Atığını bile erkekler tuvaletine bırakmak istemediği için, herkes dersteyken kızlar tuvaletine gidiyormuş. Bir sürü problem çıktı. Açık liseye verdim.

Ya terapiler? Sürdü mü?
- Çapa’nın uyum terapisine gidiyordu. Her şey yavaş yavaş oluyor, bir cinsiyetten diğerine bir anda geçilemiyor. Müthiş bir patlama yaşıyorlar. Kaşı en incesinden yapıyorlar, tırnakları en uzunundan takıyorlar. Odasında bir gün cımbız, bir gün törpü buluyordum. Gittim makyaj takımı aldım, korkularımın üstüne gittim. “Bak böyle yapılıyor makyaj” diye gösterdim. Hemen “Kızım” da diyemiyorsun. Geçiş döneminde ‘trans bebek’ gibi oluyorlar, saçları oksijenle açılmış, kaşları incelmiş, yürüyüşleri değişmiş. İçindekini yapmaya uğraşıyor, kendiyle savaşıyor ama tam ne yaptığını da bilmiyor. Bir tür bebek yani. Bir de yıllarca onlara baskı yapmışız, “Erkek dediğin şöyle olur, böyle olur!” diye. Nasıl acı çektiklerini anlatamam. Hani o sokakta görünce kafamızı çevirdiğimiz translar var ya, her şeyi abartılı olanlar, işte onlar, o geçişin en ağır dönemini yaşayanlar.

Akşamları sokağa çıkmasından korkuyor muydunuz?
- Çıkartmıyordum ki. Çünkü kimliği mavi, kendi pembe. Ve herkes zannediyor ki hepsi kaldırım üstünde. O yüzden onu hep okuması yönünde teşvik ettim. O ojesini sürerken, ona tarih okuyordum, coğrafya okuyordum. Gittim sutyen aldım. O sutyeni ona takarken hem mutlu oldum hem acı çektim. Ama bir gün baktım ki artık “Kızım” diyebiliyorum. Çarşaflarını, yastıklarını, yatak örtüsünü değiştirmişim, pembeleştirmişim. Onu mutlu etmek için dantelli iç çamaşırları almışım…

İLK AĞDASINI BİLE BEN YAPTIM

Cinsiyet değiştirme operasyonunu ne zaman geçirdi?
- Terapilerini bitirince endokrine girmeleri gerekiyor, hormon almaya başlıyorlar. Sonra lazeriydi, ağdasıydı. İlk ağdasını ben yaptım. Şimdi düşünüyorum da çocuğumu koruyup kollamasaydım, büyük bir ihtimalle kaybedecektim. Onu kaybetmek için doğurmadım ki. Yaşatmak için dünyaya getirdim. Ne olursa olsun, o beni evladım. Ondan ne arlandım, ne utandım, ne sıkıldım. Evimi de değiştirmedim. Yeni bir hayat kurmaya da kalkışmadım. Hâlâ aynı mahallede oturuyoruz.

Peki etraf… Etraf ne dedi?
- Hiçbir şey! Ne diyecekler? O benim çocuğum. Kol kola girip sokaklarda birlikte yürüdük. Onun annesiyim, sağlam ve dik durmam gerekiyordu. Durdum. Önceleri tuhaf tuhaf bakanların karşısında başımı öne eğer gibi oldum, sonra “Niye ya?” dedim, ben onlara dik dik bakmaya başladım. Bu sefer gözlerini kaçıranlar onlar oldu…

Ben bir dönme annesiyim

Sonra?
- Ameliyat geçirdi iki sene önce. Ben daha heyecanlıydım. Uzun bir süre hamilelik dönemi geçirmiştim ve artık bebeğim, genç kızım dünyaya gelecekti. Şekerler yaptırdım, odasına pembe balonlar astım, birlikte kutladık. Her şeyi hak etti, çünkü çok acı çekti. Geldi yakama, “Anne, ben neyim?”, “Anne, ben neden böyleyim?” dedi. O dedikçe ben çıldırdım. Kapıya paspasın üzerine yığıldı, “Anne bana dönme diyorlar!” dedi. Bu sefer ben başladım, “Ben bir dönme annesiyim” demeye. Evet öyleyim ve bundan utanç değil, gurur duyuyorum. Çocuğuma ve bütün trans çocuklarına ‘dönme’ diyorlar, tıp dilinde de ‘transekssüel’. Bu tanımların gözümde hiçbir değeri yok. O benim çocuğum, prensesim, meleğim. Onu ötekileştirirken, farkında olmadan beni de ötekileştiriyorlar. Benim ne farkım var, ben de bütün anneler gibi dokuz ay onu karnımda taşıdım. İster miyim çocuğumla alay edilsin, çocuğum aşağılansın, ona hakaret edilsin? Niye onu zorlukların içinde yalnız bırakayım? Allah’a şükür ameliyat sorunsuz geçti. “Sana ne alayım, ne istiyorsun?” dedim.

Ne istedi?
- O zaman da çok üzüldüm. O çocukken ne zaman bebekle oynamak istese, önüne kamyon koyuyordum. Ne dedi biliyor musun? “Anne hiç Cindy bebeğim olmadı!” 24 yaşındaki koca kızım, ameliyat olduktan sonra oturdu Cindy bebekle oynadı.

PEK ÇOK TRANS GENCİN ‘MAMİ’SİYİM

Nasıl hissettiniz ameliyat sonrası?
- Yeni doğum yapmış bir anne gibiydim. İnanılmaz aşamalardan geçtik, bir duygudan bir başka duyguya savrulduk. Ama o kendini mutlu hissettiğinde, yaşadığım bütün acıları unutuyordum. O yüzden de diyorum ki, bu süreçleri bizlerden daha iyi bilen yok. Çünkü bizler, anne-babalar, bütün her şeyi onlarla birlikte yaşadık. Bütün isteğimiz, aileler bunu kabullensin, çocuklarını sarıp sarmalasın. Şu anda pek çok trans gencin ‘mami’siyim. Benimle dertleşiyorlar, “Annemle konuşur musun?” diyorlar, “Açılamıyorum ona” diye boynumda ağlıyorlar.

Şimdi nasıl hissediyor kızınız?
- Çok güzel, çok mutlu. Okuyor. Arada erkek arkadaşları, flörtleri oluyor. Trans demezsin ama transseksüel bir kadın olduğunu gizlemiyor. “Beni seven her halinle sever, sevmeyene güle güle” diyor. Bunca acıdan sonra hayat güzel, bize güzel…

Fotoğraf: Emre Yunusoğlu

Yazarın Tüm Yazıları