Paylaş
Bianet yazarlarından.
Kadınlara yönelik agresif açıklamaların sistematikleşmesi ve hatta giderek ideolojik saldırıya dönüşmesiyle ilgili olarak bugün de Handan Koç’un görüşlerini okuyacaksınız. Anlaşılan o ki, biz bu meseleleri bu ülkede daha çoooook konuşacağız, konuşmak zorunda kalacağız.
Dindar kadınlar, 12 Eylül’den bu yana kendilerine yapılan haksızlıkları unutmamışlar, “Feminist arkadaşlarımız neredeydi?” diye soruyorlar. “Bize özür borçlular” diyorlar. Siz ne diyorsunuz?
-Bence 12 Eylül’ün asıl zulme uğrattığı insanlar devrimciler, solcular ve sosyalistler. Buna ben de dahilim, üniversite öğrencisiydim. Dolayısıyla, başörtülü arkadaşların fazla bir haksızlığa uğradıklarını düşünmüyorum. Ama 90’lar sonrası başka. Fakat orada de mesele sadece başörtüsü. Kimse bu ülkede, Müslüman olduğun için baskı gördüğünü söyleyemez! Ben işkencede bile söylemem...
Yani “Özür borçlu” olduğunuzu düşünmüyorsunuz...
-Bakın, 12 Eylül sonrasında feminizm yok ki. Türkiye’de bir grup kadının kendine feminist demesinin tarihi 80’lerin ikinci yarısı. Üstelik bu kadınlar rahmetli Duygu Asena dahil hakaretlere, alaylara maruz kalan bir gruptu. Kısacası, kimsenin kimseden dayanışma hesabı sorma hakkı yok! O yıllarda İslamcı kadınlar, Mektup Dergisi’ni çıkarırdı. Ali Bulaç da, son derece antifeminist yazılar yazardı. O derginin içinde erkek egemen görüşlerle mücadele eden bir kuşak örtülü kadın vardı. Onlar feministlerle dayanıştılar o zaman...
EN FAZLA EV İŞİ YAPAN KADINLAR TÜRKİYE’DE
Peki o dönem konusunda kendinizde hata görüyor musunuz?
-Hep kadınların bir şeylerden suçluluk duymaları beklenir. Açık saçıklıktan duyuyoruz, örtündüğümüz için duyuyoruz, kadınlar arası dayanışmayla ilgili duyuyoruz. Ama görmemek diye de bir şey var. Bir alanda doğuyorsunuz, belli bir bilgi ve kültürle yetişiyorsunuz. Türkiye bölgesel, kültürel ve sınıfsal ayrımları çok keskin bir ülke. Siyasi baskının çok ağır olduğu bir ülke. Ben İslamcılarla, Milliyetçi Cephe’yle tanıştım. MC hükümetleri, bugün Recep Tayyip Erdoğan’ı da anlamamı kolaylaştıran bir parametre. Aileyi öne çıkarmak, dini öne çıkarmak. Dinsel ahlaktan ziyade belli bir politika çerçevesinde safları birleştirmek için kullandıkları bir araç. Bu paradigmayı kırmaya çalışan 80 kuşağı İslamcı kadınlarla yeterince bir araya gelinmemiş, tartışılmamış olabilir. Bundan suçluluk duymam, ama eksiklik olarak görüyorum. Ancak bu eksiklik 90’larda kapatıldı. Bir de her kesimi birden tanıyamazsınız. Cemaatlerin kadınları, mesela Esat Coşan şunu diyen bir adamdır, “Bir kapı çaldığı zaman, iyi bir kadın, bir erkekse açmaz!” Bu görüşün neresiyle dayanışacağız? “Bunlar tarih oldu!” deniyor ama aslında tarih değil. Ayşe Böhürler’in yaptığı bir belgesel vardır, çok bahsedilir. En fazla ev işi yapan kadınlar bizim buradaymış. Diğer Müslüman ülkelerde kadınlar daha az ev işi yapıyormuş. Daha fazla İslami kültürle ve şeriatta yaşayan ülkelerin erkekleri, aile içinde daha fazla rol alıyorlarmış. Ama buna karşılık, kadınlar mirastan mahrum kalıyormuş. Çünkü o da aynı paketin içinde. Bunlar paketler. Türkiye’de karışık bir paket var. Ben, seküler bir medeni yasanın nimetlerinden hepimizin yararlandığını düşünüyorum. Mesela dayağa karşı dayanışma, mesela emeğimize el konulması, çocukları büyütürken erkeklerle anneliği paylaşmak, çalışırken kreş gibi sosyal yardımlar istemek, bu gibi şeylerde örtül-örtüsüz bütün kadınların aynı safta olduğunu düşünüyorum. Hiçbir örtülü kadın, “Ben örtülü olduğum için bunları istemiyorum!” demez. AK Parti’ye oy vermiş olsa da...
KADINLAR DOLUDİZGİN GELİYOR
Peki sizce türbanlı-türbansız, muhafazakâr-muhafazakâr olmayan, Alevi-Sünni bütün kadınlar “kız kardeşlik kültürü” oluşturabilir mi?
-Elbette. Biz diyoruz ki bir erkek egemen düzen var. Bu aynı zamanda ekonomik bir düzen. Biz, kadınların emeğine erkeklerin el koyduğunu ya da bundan yararlandığını, kadınların ev içinde, aile içinde pasif kalmasını tercih ettiğini söylüyoruz. Hem çocuklarını büyütüyor hem erkeğe bakıyor, yaşlılara bakıyor, artı çalışıyorsa çalışıyor... Bir de toplumun yöneticileri ona, “En yüce yanın anneliktir!” diyor. Sen ister astronot ol, ister fizikte ilerle, böyle diyorlar. Ama artık bizi o eski yüzyıla geri döndüremezler. Virginia Woolf’u üniversiteye almayan İngiliz erkekle, bize burada “Sen annelikten ibaretsin! Sadece aile içinde bir şeysin!” diyen anlayış aynı. Geçen yüzyılın, kadınların eşitlik konusundaki kazanımlarını geri almak istiyorlar. Daha ileri gitmemelerini istiyorlar, çünkü kadınlar doludizgin geliyorlar.
Siz bir feminist olarak, bir sürü döneme tanıklık ettiniz. Bu kadar kadınların üzerine gelinen başka bir dönem gördünüz mü?
-Valla, bu ara biraz kuduruk! Ben bu söylemlere “gündem değiştirme” denmesine karışıyım.
Önüne gelen fetva veriyor. En son “6 yaşındaki kız evlenebilir” dendi. Bunlara gülüp geçecek miyiz? Ya da sapık demek yeterli mi? Sizce n’apmak gerekiyor?
-Bence ciddiye almak gerekiyor. 21. yüzyıl içinde dinin insan hayatına egemen olmaması için bir bakış açısı geliştirmek lazım. Biz ciddiyiz ama onlar da ciddi. Kakara kikiri yapılacak bir şey değil. Mahsusçuktan söylemiyorlar bunları, gerçekten inandıkları şeyler bunlar. 20 yıldır, 30 yıldır, 40 yıldır yazılmış kitaplar ve egemen bir Sünni anlayış var...
Paylaş