Sıcak kümeslerinden değil kafalarını, ayaklarını bile uzatmıyorlar.
O neden uyanmış?
Bilmiyoruz öğreneceğiz işte.
Peki balkonda işi ne?
Cümleyi tekrar kuruyorum:
Peki uykuyu en az seks kadar çok seven kadının balkonda işi ne?
Üstelik bu yağmurda, bu rüzgarda.
60 kilo olmasa uçar valaha.
Rüzgar vuuuuvvvv vuuuuvvvv ediyor.
Salak, bir de elinde şemsiye tutuyor, kendini yağmurdan koruyacak güya.
Yemin ediyorum uçacak.
Bizde güne Boğaz'ın üstünde şemsiyeyle uçan kadınla başlayacağız!
Madem şemsiyesinden söz ettim, o zaman bornozuna da değineyim. Üzerinde kendisine iki beden büyük gelen bir bornoz var. Beli açılmasın diye iyice sıktığı kuşağı yerlerde sürünüyor. Saç baş karışmış. Evlere şenlik bir görüntü. Akıl hastanesinden kaçmış gibi görünüyor.
Bir dakika bir dakika, bu görüntüyü ne tamamlıyor?
İki siyah bot.
Bunu yazmasam ölürdüm.
Evet, ayağına da onları geçirmiş.
Çıplak ayakları üşümesin diye, terlik niyetine...
İki traktör büyüklüğünde bot.
O çocuk mezarı şeylerin üzerinde dikiliyor ve aşağıya bir yerlere bakıyor.
E biz de bakıyoruz tabii.
İşimiz ne, sabahın köründe tesadüfen uyanmışız, komşu binadaki eli şemsiyeli, bornozlu ve traktör botlu kadını izliyoruz.
Hayırdır inşallah diyoruz.
Bu intihar edecek olmasın?
Bak, trabzandan sarkmaya başladı.
Yok, aşağıda birine bakıyor galiba.
Tuhaf hareketler yapmaya başladı şimdi.
Elini kolunu sallıyor.
Öpücük mu yolluyor?
Ama insan kibar öpücük yollar değil mi? Elini dudağına götürürsün, zarifçe öpersin, o kadar. Hayır bu, elini dudağına götürüyor, öpüyor, öpüyor, öpüyor sonra o eli alıyor üflüyor, sanki ulaşacak o öpücükler sahibine! Yemin ederim düşecek bu kadın. Yerinde durmuyor. Şemsiyeyi de bıraktı şimdi elinden, o balkonda, yağmurun altında hopluyor, zıplıyor, komiklik yapıyor...
Birazdan o bornozun önü açılacak gününü görecek!
Ha anladım, aşağıda arabasına binmekte olan adamı güldürüyor.
Takım elbiseli ciddi görünüşlü biri.
Sevgilisi galiba.
Yerde ama kafası havada yürüyor.
Belli ki, o da benim gibi balkondaki manyağı izliyor. Bindi arabasına adam, inanmayacaksınız ama bu yağmurda sunroof'unu açıyor, o da delirmiş. Kolunu oradan çıkarmasın mı? Çıkarsın. Pencere neyine yetmiyor be adam! O da öpücük yolluyor, el sallıyor. İnsan biri iki sallar biter değil mi? Hayır, bunlar karşılıklı sonsuza kadar vedalaşıyor.
Hadi gir artık kadın içeri.
Donacaksın.
Hayır, araba ufukta küçülüyor, küçülüyor...
Tamamen kayboluncaya kadar kadın içeri girmiyor ve el sallıyor.
Neymiş, adam işe gidiyor!
***
Benim için vedalaşmak çok önemli.
Sevdiğim birinden ayrılırken o ufukta kayboluncaya kadar el sallamaya inanırım. Onu yolcu etmeye (uyumak yeryüzünde en sevdiğim şeylerden biri bile olsa!) acayip özen gösteririm. Sürünerek de olsa kapıya, terasa, balkona çıkarım. Çünkü o yola gidiyor. Yolun Kuzey Kutbu ya da Antartika olması gerekmiyor. Bakkala gitmek de bazen yola çıkmaktır. Nereye giderse gitsin, güle güle gitsin, güle güle gelsin. Ve bana gelsin. Çünkü şunu bilirim ne kadar çoskuyla yolcu edersen, o kadar coşkuyla karşılarsın....
HAMİŞ: İzninizle bu vesileyle anneme de değineceğim. İlkokul, orta ve lise hayatım boyunca bir gün yoktur ki, annem beni okula yolcu etmemiş olsun. Hazırladığı kahvaltıları ‘‘İstemiyorum bir şey yemek!’’ diye masada bırakmış olsam da, evden onun gözüne bakıp ‘‘Hadi görüşürüz’’ diye çıkmak, ‘‘Niye her sabah kalkıyorsun ki?’’ diye söylenirken kapıda sarılıp, öpüşmek bana hep iyi geldi. Bu yolcu etmelerle, vedalaşmalarla kendime güvenim de geldi. Beni bekleyen, seven biri vardı. Anahtarları boynunda sabahları evden kendi başına çıkan, sonra da boş bir eve gelen çocuklara hep içim sızlamıştır. Yolcu etmek mühim mevzudur kanımca. Şimdilerde aşığım ya, buldumcuk oldum işin biraz da cılkını çıkarıyorum ama olsun, törenle yolcu edip, karşılamaktan hoşlanıyorum. Ve kendi hoşlandığım şeyi de karşımdakinden esirgemiyorum.