Bak Alya işte Dormen deden!

Alya, önce bir burun gördü...

Sadece bir burun.

Bütün haşmetiyle bir yüzün ortasında dikilen bir burun.

Gözlerini kocaman kocaman açtı.

Çünkü bu burun, aynen babasınınki gibiydi.

Hatta tıpkısının aynısı.

50 metreden tanırdı babasının burnunu.

O kadar şahsiyetliydi!

Kendi kendine ‘Ne tuhaf!’ dedi.

Bu ona gülümseyerek bakan yüzde de, aynısından vardı.

Fazlasıyla tanıdık geldiğinden olsa gerek, ilk iş olarak uzanıp dokunmak istedi.

Koca burunlu amca da, izin vermesin mi?

Bizimki utangaç utangaç gülümsedi.

İçinden de ‘Ne iyi biri’ dedi, ‘Yapma Alya’ demiyor.

Babası burunlu bu amca, bir de onu öpmesin mi?

Öpsün.

Hımmmmm.

Babası gibi güzel kokuyor...

Teni de yumuşacık...

Sesi ve konuşması da babasına benziyor...

O da babası gibi ‘Gel sana jimnastik yaptırayım’ diyor, kollarını bir-ki, bir-ki diye 2 yana açıyor...

Ama hayır, baba değil.

İyi de kim?

Yoksa yoksa...

Biri ona kötü bir şaka mı yapıyor?

Biri, babasının burnunu mu alıp takıyor?

Babası nerede?

Gelsin, onu kucağına alsın...

Ağlamaya başlıyor.

İşte ben o zaman devreye girdim, kurtarıcı anne olarak, ‘Yok Alya’cım ağlama. O senin baban değil, deden’ dedim ve gururla ekledim:

‘Evladım, senin deden Haldun Dormen.’

*

Ben iflah olmaz bir şeyim!

Kapıdan kovsanız bacadan girerim. Bizimkiler bitti, sevgiliminkiler başladı. Bu hafta Alya, Dubai’de dedesiyle tanıştı. Gerçi, daha önce de televizyondan gösteriyordum ama o sayılmaz.

Nedense, kızımın dedesinin Haldun Dormen olması bana ekstra bir mutluluk veriyor. Sadece Türkiye’nin en iyi tiyatro sanatçılarından biri olması değil mesele. O da var tabii ki. Ama aynı zamanda özel biri Haldun Dormen. Değerli bir adam. Zarif bir kişilik. Saygın bir insan. Sık sık karşımıza çıkmıyor onun gibileri. Belki de gizliden gizliye inceden inceye içimi eriten, ‘yüksek seviyeli’ birinin oğluyla beraber olmaktır kim bilir. Ama sizi temin ederim, oğluyla bizim ilişkimiz ‘seviyeli’ değil! Allah’tan değil! Bugün pek neşeliyim, esprili bir günümdeyim, lütfen beni pişman etmeyin...

Hepiniz Haldun Dormen’i tanıyorsunuz ama ben size bugün onu kızıma anlattığım gibi anlatmak istiyorum...

*

Alyacım, sen de farkındasın deden çok fazla bize benzemiyor. Öncelikle o bir sanatçı. Büyüyünce kendin de göreceksin, bir üfürükten sanatçılar var, bir de gerçek sanatçılar. Deden gibi gerçek sanatçılar daha çok kendi dünyalarında yaşarlar. Onlar biraz farklı, biraz bencil, biraz egoisttirler ama sanatçıdırlar haklıdırlar, bir kozaları vardır onun içine girerler ve orada yaratırlar. Dolayısıyla, o at olmaz, sen de sırtına binip ‘dıgıdık dıgıdık’ yapamazsın, halının üzerinde onunla birlikte oynayamazsın. Zaten dedenin bu tür şeylere zamanı olmayacak. O hep meşgul olacak. Kafasında hep hayalleri, projeleri olacak. Hep genç olacak ve hep yeni bir şeyler yaratmaya çalışacak. Evet, belki atçılık oynayamayacaksınız ama sana çok güzel hikayeler anlatacak. Çünkü çok güzel piyesler yazdı, yönetti senin deden. Sonra birkaç dakika içinde senin için çok farklı karakterlere bürünebilecek, çünkü çok iyi bir oyuncu senin deden.

Ama seni baştan uyarıyorum, o klasik bir dede değil...

*

Tamam bir sıfatı eksik ama fazladan bir sürü özelliği var:

Muzip, aceleci, çabuk karar veren ve pişman olan, hayır diyemeyen, inatçı, teknoloji özürlü ve parayla ilişkisi sıfır...

Bir de sakar ve dalgın...

Dedenin bir telefon hikayesi var ki, fıkra gibi, evlere şenlik. Aklıma geldikçe kendi kendime gülüyorum. Antalya’da bir otelde kalıyor. Güneşlenmek için arkadaşlarının yanına havuz başına iniyor. Kolunun altında havlusu var, elinde de pabuç büyüklüğündeki remote kontrol. Yanlışlıkla odadan kapıp aşağıya getirmiş. Soruyorlar, ‘Haldun Bey... Hayrola... Bu nedir?’ ‘Ha o mu? Cep telefonum’ diyor.

Ama yaşla alakası yok bu dalgınlığın. Kafası meşgul Alyacım. Mesela şu aralar uğraştığı şeyleri ben sana söyleyeyim de, o küçük beyaz dilini yut...

26 Mayıs’ta kendi yazdığı ‘Kantocu’ adlı oyun, Şehir Tiyatrosu’nda perde açıyor... 20 Nisan’da ‘Amphitrityon’ adlı başka bir oyunu Koç Üniversitesi’nde sahneleniyor... Afife Jale Ödülleri’nin rejisi 9 yıldır ondan soruluyor, ödül töreni bu sene 18 Nisan’da... Mayıs’ta ‘Gene Bekleriz’ adlı televizyon dizisinin çekimleri başlıyor... Fatih Aksoy’la birlikte bir tiyatro okulu açmaları söz konusu, çünkü gelecek sene İstanbul Üniversitesi’nde ders veremeyecek. Yaş sınırını aştıkları gerekçesiyle Yıldız Kenter ve deden gibi isimlere ‘Gidin artık!’ demişler. Allah akıl fikir versin onlara!.. Deden aynı zamanda Müjdat Gezen’in tiyatro okulundaki öğrencilere de ders veriyor, onlarla birlikte ‘Oyun Karıştı’ diye bir piyesi sahneye koyuyor... Aynı çocuklarıyla Şile Belediyesi’nde Yaz Tiyatrosu projeleri var... Sonra Kanal 8 için bir televizyon programı projesi... Nefesin kesildi biliyorum ama dur bitmedi bir de yeni kitabı çıktı Epsilon’dan: ‘Olmak ya da Olmak.’ Sanatçı olmak isteyen gençlere rehberlik edebilecek bir kitap... Kasım’da da Hisseli Harikalar başlıyor...

İnsan ‘Yok artık, daha neler!’ diyor değil mi?

Çok meşgul ama seni görmek için kalkıp 5 günlüğüne Dubai’ye geliyor.

Sen ne yapıyorsun?

Bütün oyuncaklarını, pusetini dedene taşıtıyorsun...

Aferin sana!

*

Alyacım, deden hakkında şunları da bilmelisin...

Bütün ilişkileri uzun sürüyor. Çünkü kimseden vazgeçemiyor. Mesela Zeynep Hanım, 25 senedir dedenin ev işlerine bakıyor, Ünal Bey de 32 yıldır saçlarını kesiyor. Doğan 22, Kemal 19 yıldır, Murat, Gazi ve Cenk de hatırı sayılır bir zamandır dedenle birlikte çalışıyor.

O sevdikleriyle birlikte yürüyor.

Biricik eski karısıyla, boşanma gününü bile kutlayan adam, n’aber...

Dostları da bin yıllık...

Hamit Belli’yle 11 yaşından beri arkadaş. Meral Selçuk ve Göksel Kortay’la da bir 50 yıl olmuş dostlukları...

Ve tabii gençler var. Onlardan besleniyor. Ama tek taraflı değil bu, sadece öğrencileri Haldun Dormen’den bir şeyler öğrenmiyor, o da onlardan bir şeyler kapıyor. Deden, Diesel markasından bile haberdar. Gençlerin itibar ettiği bütün trendleri biliyor.

Çünkü o aslında bir hiperaktif.

24 saat ona yetişmiyor. İşte bu noktada Zerandi devreye giriyor. Arkadaşları Erol Günaydın ve Altan Erbulak onun için özel olarak icat etmişler. Haftaya ekstradan Zerandi diye bir gün eklemişler: Cumartesi, Pazar, Pazartesi, Zerandi, Salı, Çarşamba, Perşembe, Cuma...

Son olarak Alyacım, dün plajda beni çok güldüren bir şey anlattı. Birdenbire ‘Yadırgıyorum’ dedi. ‘Neyi?’ diye sordum, anlattı: ‘Burada beni kimse tanımıyor. Oysa, neredeyse 50 yıldır meşhur olmaya o kadar alıştım ki, hele birkaç yıldır Dadı ve Pop Star’dan sonra her sokağa çıktığımda mutlaka insanlar geliyor, konuşuyor, imza istiyor. Şimdi bu plajda sabahtan beri kimse yüzüme bile bakmıyor. Bir tuhaf oluyorum...’

Dedi ama...

Plajdan sonra alışverişe gittik ve iki Türk onu buldu ve imzasını aldı.

Deden de mutlu oldu...

Bir de ne zaman mutlu olacak biliyor musun Alya?

Senin nişanını görürse...
Yazarın Tüm Yazıları