Paylaş
Herkesin babası, en yakışıklı, en kuvvetli, en bilen...
Hep...
Artık buralarda olsa da, olmasa da...
Kalabalık başarılarda, gözler onu arar.
Ne bileyim, ödül törenleri, mezuniyetler, ilk aşk, ilk araba kazası, ilk sarhoşluk...
Yine ancak bir başına yaşanabilen büyük hüzünlerde de bir tek onun omzu...
Bilin ki, bazı şarkılar hep sizin için tutulacak.
Bazı ritüeller, mutlaka sizin gibi yapılacak.
Bir lafınız çok önemli hayat dersi olacak, kendi çocuklarına da bırakılacak.
Her zaman o kavrayan kocaman el, kocaman sarılış hiç onu bırakmayacak.
O en bakılası, en yakışıklı haliniz, kalbinin bir köşesinde...
Zaman zaman çıkarılıp o fotoğrafa bakılacak.
Hayat ağırlığı, omuzlarınıza binen sorumluluklar, başka yerde olmanın daha iyi geleceği anlar, baba olmanın bir parçası da olsa...
Baba olmak, çok “baba bir şey...”
Hayat, çocuklarımız için hâlâ “atlıkarınca” iken ve herkes hâlâ buralarda iken en “baba” anılarınızı, onlarla ve onların renkleriyle biriktirmeniz dileğiyle...
Bundan daha büyük mutluluk yok
DÜN gece yatak odasına girince...
Bir de ne göreyim...
“Baba”, yine dayanamamış Alya’yı kapmış bizim yatağa getirmiş!
Uyuyorlar, yan yana.
Öyle güzeller ki...
Ama birden kıskandım.
Bu aralar en sevdiğimiz şey, 6 yaşındaki kızımızla birlikte uyumak. O bizim aramızda yatacak, konuşurken konuşurken uykuya dalacağız. O küçük elini tutarak uykuya dalmak bana müthiş güven veriyor. Gıdısını koklamak, ensesini koklamak, parmaklarımı saçlarının arasında dolaştırmak, sarılmak, sıkıştırmak...
3 yaşındayken, bilmiş bilmiş, “Birey olmayı öğrenmesi için yatağımıza gelmemeyi öğrenmesi lazım” gibisinden abuk ve tuhaf cümleler kuruyorduk.
Şimdi ne pedagoglar ne doktorlar umurumda.
Gelmiyor işte...
Artık kendi başına uyuyor...
Biz de fark ettik ki, büyüyor, elimizden gidiyor, Allah’ım 10’dan sonra tamamen uçup gidecek...
Daha şimdiden hayata bakış tarzı, dünya görüşü, zevkleri, tercihleri var. 6 yaşında ve çarpım tablosunda 8’leri ve 9’ları bilen erkekleri beğeniyor. Okulda, koca kafa bir çocuk var ama çok zeki, onunla bir doğum günü sonrası herkes gittikten sonra birlikte oynamayı tercih ediyor. Biz de kenarda bekliyoruz, ona tabiiyiz, ne zaman gidelim derse, o zaman gidiyoruz.
Anladınız! “Kızımız büyüyor” telaşına kapıldık.
Ve dün gece, odaya girip onlara öyle yan yana görünce, sanki bir şey kaçırıyorum duygusuna kapıldım.
Hemen yanlarına yattım.
Önce Alya’nın “baba”nın üzerindeki kolunu, kendi üzerime aldım. Sonra bana dönsün diye sarıldım, uyuyordu dönemedi. Vazgeçmedim. Uğraştım. Döndürene kadar. Yaşasın sonunda becerdim!
Çocuğumu, babasından çaldım!
Garantiye almak için de, kendi yorganımın içinde soktum.
Otel yatağı tabii, büyük devasa bir şey, iki yorganı var, Alya benim yorganımın içindeyken, baktım, baba, el yordamıyla Alya’yı aradı, yanında bulamayınca, bizim tarafa doğru geldi, bizim yorganın altına girdi.
Herkes uyuyor şu anda, ben hariç.
Herkes birbirine sarılmış vaziyette.
Nasıl bir mutluluk anı anlatamam.
O duygu, bütün hücrelerimde dolaşıyor, tavana bakıp, “Bundan daha güzel ne var?” diyorum.
Alya’nın minik eli, avuçlarımın içinde ben de uykuya dalıyorum...
Hande’den açıklama
BİR şey uzadıkça, sakızlaştıkça, işin tadı kaçıyor, farkındayım...
Hande Ataizi-Cihan Ünal tartışması gibi.
Ama boynumun borcu, dün Hande aradı.
Üzgündü, yanlış anlaşılmayı önlemek için şunları söyledi...
“Keşke birileri gidip o oyunun kostüm sorumlusunu bulsa ve konuşsa. Ya da benim kostümlerime baksa... Orada duruyor. Görecekleri ki, o ipek şortun yanında, ten rengi ince bir külot da var. Bir tür minik korse. Akıl var, mantık var, bol bir şort, tabii ki önlemimi aldım, oyun sırasında o ipek şortun içine, o külodu da giyiyordum. Daha doğrusu kostüm sorumlusu beni giydiriyordu. Cihan Ünal’ın anlattıkları, altımda o şorttan başka bir şey olmadığı doğru değil. Diğer anlattıkları da doğru değil. Çıldırmak üzereyim, ne yapacağımı bilmiyorum. Sonunda beni delirtecekler...”
O 21 dakikayı unutmuşsam kendime ‘Gencay, sen bunamışsın!’ derim
O gün Cihan Ünal’dan sonra, Gencay Gürün’ün evine gittim. O da üzgündü. Bu meselede ona da cevap hakkı doğduğu için, söylediklerini aynen size aktarıyorum...
- Siz olup biteni nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Şehir Tiyatroları cadı kazanıdır. On sene kaldım. Hiç istemediler, hakkımda bir sürü şey söylediler, ‘Geldi, ilk işi, helaları yenilemek oldu!’ bile dediler ama buna rağmen kendimi böyle felaket bir tartışmanın içinde bulmadım. Bana en düşman insanlar bile sonunda boynuma sarıldılar. Beni bu olayda esas üzen şu: Bunca yıllık tiyatrocuyum, oyunu terk eden kimseyi görmedim bugüne kadar. Tiyatronun anayasasıdır: Perde kapanmaz. Birinin kocası ölür, birinin karısı bıçaklanır, birinin bacağı kırılır, binlerce dram vardır her gün yaşanan, ama perde kapanmaz.
- Hande, 21 dakika boyunca yaşadığı tacizi size anlattığını ve yardım istediğini söylüyor. Dökümden filan söz ediyor...
- Ben sordum avukata, döküm filan alamazmış, öyle şey olmazmış.
- Hatırlamıyor olabilir misiniz?
- Üst üste narkoz aldığım için, bazı şeyleri hatırlamıyor olabilirim. Ama 21 dakika çok uzun süre. Bana fikrimi soruyorsanız, Hande oyunun kaymağını yedi, “Bu oyundan bir daha bahsedilmez” dedi ve bütün bunları bu yüzden yaptı.
- Siz kendinizi Cihan Bey’e karşı sorumlu hissettiniz mi?
- Yok canım, koca adam o kendini korusun, bana ne.
- Onun, sizin tiyatronuzu ayakta tuttuğu doğru mu?
- Bunlar da çirkin ve Hande’ye yakışmayan şeyler. İnsan der ki, “Bacak kadar kız, sana ne oluyor!” Cihan olmasa da devam ederiz ama Cihan’ın olması her zaman bir artı. Çünkü iyi bir aktör ve disiplinli. Ama tiyatroyu ayakta tutmak nasıl bir laftır o.
- Bir kadın olarak, tacize uğradığını söyleyen bir başka kadını desteklemiyor konumuna düştünüz. Bundan rahatsızlık duydunuz mu?
- Hayır çünkü öyle bir şeyin olabileceğine inanmıyorum. Bir erkek düşünün, 500 kişinin önünde bir kadını mıncıklayacak ve çok büyük zevk alacak, o arada da repliği var. O repliğini da unutmayacak. Bunun imkânı yok.
- Bunu kimse hissedemez ki, sadece o kadın hisseder...
- Ama 500 kişi bakıyor! O zevki alamaz ki! Üstelik Cihan da dağdan inme değil. Bir sürü kadın geçmiş hayatından. Orada, böyle bir şey yapamaz. Bu kız, hayal dünyasına gitti. Oyunu bıraktığı için bir bahane bulması gerekiyordu. Cihan’la çalışan herkese sorun, 100 oyunda parmağını söyle kaldırıyorsa, 101. oyunda o kadar kaldırır, daha fazla kaldırmaz. Her oyunda ne yaptıysa, o son oyunda da onu yapmıştır, ileri gitmiş olamaz.
- Siz, son oyunu izlediniz mi?
- Hayır.
- “Acaba?” diye düşündünüz mü?
- Hayır. Cihan’dan şüphe etmem, Can Gürzap’tan da etmem. Öyle bir disiplinle büyümüşler ki, mümkün değil. Ben tabii hastaydım gidemedim, tekerlekli iskemledeydim.
- 0 21 dakika içinde, olan biten size anlatıyor ve yardım istiyor olsa ve bu çıksa ne dersiniz...
- “Herhalde ben bunadım!” derim. “Nasıl böyle yapmışım?” derim. Ama mümkün değil Ayşeciğim.
Paylaş