Paylaş
Ot gibi yaşıyoruz
Bitkilerin kökleri var.
Toprakta.
Sizinle mi uğraşacağım!
Tamam, bazen de suda.
O kökler sayesinde uzuyorlar.
Değil mi ama?
Belli periyotlarda da, onları budamak gerekiyor.
Yaşam işte, böööyle çeşitli periyotlara endekslenmiş uzayıp gidiyor.
*
İyi ama.
İnsanların kökleri yok.
Varsa da, en azından açıkta değil!
Ama ne oluyor?
Tıpkı bitkiler gibi, insanların da hep bir yerleri uzuyor.
Tüyleri, kılları, saçları, el ve ayak tırnakları, küçük şeytan tırnakları, tırnak dibi etleri. Say say bitmiyor; kişiye, cinsiyete ve hızına ulaşılmaz tredlere göre bu değişse de, belli periyotlarda o uzayan yerlerimizi hep ama hep budamamız gerekiyor.
Zaman zaman bu da beni hasta ediyor.
*
Şimdi hastayım.
Çünkü demin kuafördeydim.
Ve aynada kendimi bakarken yine saçma sapan şeyler düşünmeye başladığımı farkettim. Benim kendimle hiç yalnız kalmamam gerekiyor. Aklım o tuhaf yere kaçıyor. O tuhaf yerle gündelik hayat arasında epey bir durak var. Yani kaçınca geri gelmesi uzun bir zaman alıyor. Demek istiyorum ki bu yazı bana ait olan akıl, başımdayken yazılmıyor. Ama aklım dışında başımda şu anda hiç bir sorun bulunmuyor.
Kafamı çevreleyen saçlar muazzam mesela.
Kesimi, rengi.
Ama sabah öyle değildi.
Saçımın -yine- periyodu gelmişti.
Dipleri uzamış, rengi de şekli de bozulmuştu.
Bertolucci'nin Sheltering Sky filminin finalini hatırlar mısınız? Dış bir ses, o çok uzun olduğuna nedense inandığımız yaşamımızı boyunca, kaç tane daha dolunay görmeyi düşündüğümüzü sorar. Pek manidardır. Kasdettiği bunun bizim zannettiğimiz kadar fazla olmayacağıdır. Ama kuaförde aynaya bakarken benim iç sesim bunun hiç de böyle olmadığını söylüyordu:
İşte bir kere daha kafamda aliminyum folye kağıtlarıyla oracıkta oturuyordum. Herşey normal havası atıyordum. Oysa normal filan değildi. Bir ay daha yaşlanmıştım ve inanır mısınız, takvime filan gerek yoktu biliyordum çünkü saç diplerim bir parmak uzamıştı!
Öyle de dolaşılmıyor...
Acilen kuaföre gitmek gerekiyor.
Gitmek için vakit yaratılamıyor.
Yaratılamayan vakit ve o dibi uzamış saçlar insana baskı yapıyor, bunalım ‘‘Hoş bulduk! Ben geldim’’ diyor. Sonra vakit bulup kuaföre gidiyorsunuz ve biliyorsunuz: ‘‘Tam bir ay sonra ben yine buraya geleceğim, ölünceye kadar sürekli sürekli...’’
*
İnsan hayatında sürekli olanlar var geçici olanlar var.
Kalıcı ve geçici hayatımızda ara ara tekraralayan dönemler var. Sıkıysa ay sonunda biriken fatura döneminizi atlayın. Hayatınızı kararır. Hele benimki gibi telefonunuz sık sık kesilirse, mahvolabilirsiniz bile. Üstelik bunlarla dalga da geçilmez. Komik yazma niyetiyle başladım, sıkıntısı bastıkça ciddiyetten kararan bir yazı çıktı ortaya. Ama o dönemler yanlızca beni hayatımı karartmıyor, sizinkine de göz dikmiş durumda. Ayrıca benim canım sıkılırsa neticede sizin de canınız sıkılır.
Sizin ruh sağlınızı düşünerek kendimi neşelendirmeye karar verdim:
Tek bir sorunum var, bunun nasıl yapabileceğimi bilmiyorum.
Yazının arkasından iki kulak çıkarabilirmiyim diye bakıyorum, olmuyor. Çünkü insan saçlarını kırk milyon liraya budayınca biraz aklı karışıyor.
*
Sıkıntı şurada:
Bu insanoğlunun kökü yokken neden uzuyor?
Bu saçlar uzamasa, bu kıllar tüyler uzamasa, erkekler traş, kadınlar ağda olmasa ve biz normal insanlar gibi randevularımıza yetişsek kötü mü olur? Çok iyi olur. Tuhaf bir şekilde felsefi bir şeye atlıyorum: Sürekli olan, periyodik olan herşey rutine dönüşüyor ve can sıkıcı oluyor. O yüzden değişiklik olsun diye ara ara erkekler saç uzatıyor, kadınlar kısacık kestiriyor. Ama en acısı insanın kendisine karşı bile kendisini değiştirmek zorunda olması. Çünkü insan kendisinden bile sıkılıyor.
Anladınız...
Öyle bir gündeyim.
Önerilerini bekliyorum.
HAMİŞ: Tabii budanmayan bitkiler de var ama onların da görüntüsü korkunç oluyor. Hem budanmamak hem de sevimli olmak ne yazık ki mümkün olmuyor!
HAMİŞ 2: Şu an aklıma müthiş bir fikir geldi: Sıkılmış hayatımı bir taşarona vermek istiyorum. Benim hayatımı bir başkası yaşabilir mi? Farkı neyse öderiz. Pirmi yaparsa geri alırım. Yoksa üzerine kalır haberi olsun...
Paylaş