Paylaş
Benim sevgili okuyucularım...
Bütün bunlar, ‘‘Mutsuzluktan sıkıldım’’ yazısı üzerine oldu, mektuplarınız birden bire arttı, demek istiyorum ki, jet hızıyla gelmeye başladı. Tabii ki keyiflendim. Hepsini toplayıp eve geldim. Elimden geldiğince, yerim yettiğince... Devamını beklerim, gözlerinizden öperim.
MEKTUP 1/
Gel dedim. Düz popon ve 40 numara ayaklarınla. Gülerim senin defo dediğin bu iki hususa. Kendi kendine defo icadına hayranım. Ancak hem yersiz hem de gereksiz. 40 numara ayak, en büyük kadın ayağı. İstisnaları bırakalım. Erkek ayağının da başlangıç numarası. Benim Atilla 40 numara giyer. Ve mini mini ayaklarına bakar, ‘‘Yahu benim oğlumsun, ancak nasıl oluyor, bu hanım ayakları gibi ayaklar’’ derim. Düz popoya gelince, herhalde masa gibi değildir. Aslolan şu: Sen bir bütün olarak, göze batmayan bir çizgide misin? Resimlerin ziyadesiyle diyor. Çıkık popolar bence iyi değil. Zencilerinki gibi. Evlenip bir de doğurdular mı, yağ kaplar ve plajda bakmaya dayanamazsın. Kendine artık iftira etme. Mutsuzluğun çok fena. Fevkalade fena. Benim aklıma tek çare geliyor. 29’unda bol güneşli 30 derecelik deniz suyu, bol kumu Alanya’ya gitmen. Evde telefon ve televizyon dahil her şey var. At kendini oraya. İki oda, salon, deniz iki adım. Anahtar hazır, seni bekliyor. En ufak bir tereddütün varsa, onu da at...
YANIT 1/
Tereddütüm yok, ama Alanya’ya şu aralar gelebilme ihtimalim de. Yine de teşekkürler çok şekersiniz. Bir de düşünceli. Size iyi haber, mutsuzluğum geçti. Sizin gibi okurlara sahipken, 24 saatten fazla mutsuz olabilmek mümkün olmuyor. Manikdepresif eğilimler gösteren benim için bile. Bana Prozac etkisi yapıyorsunuz. Tek farkla siz bağımlılık yaratıyorsunuz. Demek istiyorum ki, mektuplara devam. ‘‘Herhalde popon masa gibi düz değildir’’ demişsiniz. Kötü haber: Ne yazık ki, öyle! Defo icat etmiyorum, sadece var olanları kabulleniyorum. Anlatmadığım daha bir sürü defom var. Kimbilir, belki günün birinde... Siz de beni böyle kabullenin. Sevgiler.
MEKTUP 2/
Ayşeciğim, yazılarını çok içten bulduğum için bu şekilde hitap ediyorum. Senden başka yazıları cinselliğe çok yakın başka genç yazar yok gibi. Annenle yaptığın regl atışmalarından, senin kel kafalıyla geçen Bankok maceralarına kadar cinsellik sanki hep kafanda. Zırt pırt, her köşe başı, cinselliğe göndermeler yapıp hep bir tarafımızı gıdıklıyorsun. Ama sonra da kalkıp Clinton söz konusu olduğunda, valla hiç oral seks yapmadığım için bu konuda fikir yürütemeyeceğim diyorsun... (Bay X. Midilli’nin karşısı, Körfez)
YANIT 2/
Sayın Bay X. Dil kökü, çene ve dudak kaslarımı nasıl geliştirebileceğim konusunda yazdığınız ayrıntılı ve derin mektubunuz için teşekkürü bir borç bilirim. En kısa zamanda Bizans İmparatoriçesi Theodora’nın hayatını okuyacağımdan ve fırsatını bulursam Girit’te Arkeoloji Müzesi’nde yer alan Miken freskleri galerisini gezeceğimden emin olabilirsiniz. Cinselliğe göndermeler yaptığım doğru, ama sizden farklı olarak bunu gizli değil, açık yapıyorum. Siz ise engin tecrübelerinizi sizden kilometrelerce uzakta olan bir kadına ancak Bay X rumuzuyla yazabiliyorsunuz. Gizlice, bir casus gibi. Bu tabii biraz acı. Muhtemelen bana yazdığınız şeyleri hayat boyu hiçbir kadınla konuşamadınız. Kimbilir belki yaşayamadınız da. Cinsellik sizin de kafanızda. Elbette ki kafanız varsa! Mektubunuzdan çıkardığım sonuç, kafanızın olduğu, ama kafanızdakileri dile getirmeye yüreğinizin olmadığı... Ben yazdığım şeylere imzamı atıyorum, onlara sahip çıkıyorum, siz de denesenize!
MEKTUP 3/
Size bir kitap sunmadan olur mu! Ola ki, kitabıma bir göz atma fırsatı bulursunuz diye... Geç olduysa da kitabım çıktığı için mutluyum. Zaten her şeyi geç yaptım. 1936 doğumlu olup, 38 yaşında üniversiteye girdim. 42 yaşımda bitirdim. Master yaptım. Doktoraya başladım. Şimdi de 62 yaşında, kitabımı yayınladım. Dilerim beğenirsiniz. (Beki Bardavid)
YANIT 3/
Beki Bardavid. Beğenmek ne kelime, Gözlem Gazetecilik Basın ve Yayın A.Ş’de bastırdığınız ‘‘Ağzımda Kül’’ adlı kitabınıza bayıldım, bayıldım! Geç olmuş, ama çok hoş olmuş. Sizi biraz kıskandığımı da söylemeden edemeyeceğim, çünkü bu elimdeki şey kitaptan başka her şeye benziyor! Galiba en çok da size benziyor. Bu sizsiniz, siz! Bu arada farkındaysanız ben de her şeyi geç yapıyorum, bütün o isabetli gözlemlerinizin ne kadar hoşuma gittiğini, gülerek ve severek okuduğumu daha önce yazmalıydım. İzninizle şiire benzeyen, ama olmayan, tür olarak da neye gireceğini bilmediğim yazılarınızdan birkaçını buraya alıyorum. Mesela ‘Doğanın ölçüsü’ başlıklı olanını: Çok yaramaz doktor bey / Üvey anne gibi davranın/ Üvey annesiyim... Bir de şu ‘Bir kişinin dışında’ başlıklı olan: Ahmet karısını aldatıyor/ Kim diyor/ Ayşe diyor/ Nereden biliyor/ Fatma’dan/ Nereden biliyor/ Mustafa’dan/ Nereden biliyor/ Ahmet’ten Mehmet’ten Muhammet’ten/ Karısı ne diyor/ Bilmiyor... Son olarak da ‘Zevkli kadının pişkin kocası’: Kocacığım bu adam çok yakışıklı/ Zevkli karısın vesselam... En kısa zamanda tanışmak umuduyla, hoşçakalın.
MEKTUP 4/
Ben yaklaşık on ay önce eşimden ayrılarak yedi yıllık bir evliliğe nokta koydum(k). Gerekçe geçimsizlik. Geçimsizliğin nedeni benim bilgisayar karşısında fazla vakit harcamam ve kitaplara olan aşırı ilgim. Eşim bu konuda son derece ısrarlıydı, yaklaşık son dört yıl boyunca uyardı. Eşimin uyarı sistemi, maşallah çok düzenliydi, demek ki benim algılama arızalarım da varmış. Bu arada sizin Güzin Abla’yla aynı şahıs olmadığınızı bildiğimi de belirtmek isterim. Eşimin son konuşmamızdaki sözleri, ‘‘...Beni son zamanlarda çok ihmal etmene karşın, ben seni hiç aldatmadım. Bir sürü fırsat yaratabilme şansım varken...’’ şeklindeydi. Aldatmamanın meziyet, aldatmanın normal olduğunu savunan bir görüş. Zaten birçok kadın eşlerinin onları aldatmasını son derece normal karşılıyor ve eşine aldatmayan erkeğin olamayacağını söylüyor. Bu durumda ben Barış Manço’nun eski bir parçasında bolca anlattığı sebze gibi hissediyorum. Genel kanı buysa ve erkekler de bu forma uyuyorsa, değil Akdeniz ve Atlas Okuyanusu gibi okyanusların cacık olması, ancak bir tencerelik cacık çıkar ben ve benim gibilerden. Çünkü ne olursa olsun evliliğim boyunca eşimi aldatmayı hiç düşünmedim. Eşimle sorunlarım olduğu zaman bile. Sorunlarım varken ayrılmayı aklıma bile getirmedim. Ama anladım ki, toplumumuzun ileri gelen hanımları da dahil, neredeyse bütün kadınlar, olması gereken ve olagelen erkek tipini belirlemişler. Üstelik bu tanımlamadan hiçbir şikayetleri de yokmuş gibi görünüyor. Ne de olsa bizleri sizler yarattınız ve yaratmaya da devam ediyorsunuz. Sonuç olarak ben kadınları anlama uğraşından vazgeçmek üzereyim. Bundan böyle sadık bir koca olacağımı sanmadığım gibi sadık bir dost olmayı da düşünmüyorum. Sıradışı olmaktansa genel normlar içinde kalıp, eşimi ve sevgilimi aldatmanın yüz kızartıcı bir suç olmadığını düşünen bir tip olmayı tercih ediyorum. Zampara milletvekillerimizden birinin dediği gibi, ‘Yaptıysam, yaptım. N’olmuş yani!’ diyen biri olmak ne kadar kolaymış. Yaşasın soysuzluk! Vicdanlar çöpe, azaplar derin dondurucaya. İşte mutlu hayat! (Levent Aslan)
YANIT 4/
Genel kanı bu değil aslında, dolayısıyla siz ne salatalık ne de sebzesiniz. Ama bu benim fikrim, ben de uzman ya da herhangi bir şey değilim. Gerçi ikili ilişkilerde fikir yürütmek de şaçma. Vicdanlar da çöpe, azaplar da derin dondurucuya değil. Ama ortalık sizin de takdir ettiğiniz gibi sürekli birbirini aldatan insanlarla kaynıyor. Yine de siz onları bırakın, siz neyseniz osunuz, sanki farklı davranmaya başlayınca mutlu mu olacaksınız? Şimdi de mutlu değilim derseniz, bana düşmez ama, neden vaktinizi sevdiğiniz biriyle paylaşmak yerine bilgisayarlarla geçirdiğinizi düşünün derim. Buna hakkınız elbette ki var, ama karşınızdakinin bunu istememeye de hakkı var. Dolayısıyla siz tercihlerinizi başka bir doğrultu da kullanmış görünüyorsunuz. Yani eşinizi hiç aldatmamış olmanız sizi haklı çıkarmıyor, bilmem anlatabiliyor muyum? Sevgiler, saygılar.
MEKTUP 5/
Ben çekildim o gerildi, ben naz çektim o şımardı. Ben konuştum o sustu. Ben sustum o hiddetlendi. Zamana bıratık gücüne gitti. Anlayışlı olayım, hoşgörü göstereyim dedim, havalara girdi. Konuşmaya çalıştım, gelmedi. Ben de kendi kendime, bu işi bitti herhalde ilişkimizi bitirmek istiyor, söyleyemiyor dedim: Ayrılalım mı? Gurur yaptı, kin yaptı. O bunu bir iktidar savaşı sanmıştı. İçtenliğimi doğallığımı hesap sanmıştı. Kurgu sanmıştı. Plan sanmıştı. Çözemedim bu işleri Ayşe Arman. Hiç de çözemeyeceğim. Bu işin bir el kitabını basmadılar ki. Erkeklerle mutlu olmanın yollarını bir anlatan yok mu? (Rumuz: 34 yaşında/ güzel/ valla akıllı/ yüksek tahsilli/ çok okuyan/ iyi bir işte çalışan/ Alfa Romeo arabaya sahip/ Boğaz gören küçük bir evde yaşayan/ bahçesinde iki köpeği olan/ kısa sarı saçlı/ ince uzun bacalı/ zeki bir kadın)
YANIT 6/
Uzun rumuzlu okuyucum. Mektubunuzun tamamını ‘Beş perdelik iktidar oyunu’ başlığıyla Tempo yazım için ayırmış bulunuyorum. Sanırım erkeklerle mutlu olmanın yollarını anlatan bir el kitabı yok. Ama farkındaysanız, Levent Aslan isimli okuyucum gibi kadınlarla mutlu olmanın yollarını arayanlar erkekler de var. Yani aslında eşit şartlardayız. Bir de bana yazıyorsunuz bunları, iyi de, sanki ben çözdüm bu işleri! Nerdeee! Yaşayıp gidiyoruz işte. Bir gün bahçedeki o iki köpeği görmek isterim. Öptüm Ayşe.
Paylaş