Ayşe'nin Gözlüğü

Ayşe ARMAN
Haberin Devamı

İyi insandı, Miraç Kandili’nde öldü... Dedirtmedim!

İstanbul Boğazı dünyanın en güzel yerlerinden biri ya, biz orada yaşadığımız için çok şanlıyız ya, eve gidip gelirken, zırt pırt Boğaz yolunu kullanıyoruz ya, suyun yanından yılan gibi kıvrıla kıvrıla giderken acayip keyif alıyoruz ya...

Hayatta en çok kortuğum ölüm fantezisi: ARABAYLA BOĞAZA UÇMAK. Bu memlekette örneği çok. Üstelik mutlu sonla biteni neredeyse yok.

O yüzden Deniz Adanalı'nın yaşadığı şey beni, hepimizi sarstı.

Şaşırttı.

Nasıl oldu da, o kadın bir karış açık o pencereden dışarıya çıkabildi? Araba suya nasıl düştü? Neden başka arabalara ya da bir yere çarpıp durmadı? O tank ağırlığındaki Nova Chevrolet suya ilk vurduğunda ne hissetti? Böyle durumlarda otomotik pencere camı mı daha emniyetlidir, yoksa kolla çevirmeli olanı mı? O anda ne geçer insanın aklından? Düşüncelerin ağırlığı ölümden yana mıdır, hayattan yana mı? Topuklu ayakkabı avantaj mıdır, dezavantaj mı? İnsan suya uçarken soyunmaya mı başlar? Arabanın içindeki çantası aklına gelir mi, gelmez mi? Kondüsyonlu olmak böyle bir durumda işe yarar mı, yaramaz mı? Tüm bu olup bitenden sonra insan kendisini sorgulamaya başlar mı, başlamaz mı? Olanı bir ‘‘işaret’’ olarak algılar mı, algılamaz mı? Bedeninide, ruhunda, kalbinde, beyninde bir değişiklik olur mu, olmaz mı?

Kafamda bin tane soruyla Deniz Adanalı'ya gittim. Yaşadığı şey netice itibariyle bir mucizeydi. Ve ben bir mucizeyle konuştum.

GÜN KEYİFLİ BAŞLAMIŞTI

O gün hayatınızda olağanüstü bir şey var mıydı?

- Vitali Hakko, bir gün evvel rüya gibi bir sergi açmıştı ve o öğlen bir yemek veriyordu. ‘‘Gelsene’’ demişti, büyük bir keyifle ‘‘Tabii’’ dedim. Büyük bir neşeyle giyindim. Tam kapıdan çıkarken kocam, ‘‘Sen bugün herşeye nasıl yetişeceksin?’’ dedi. Akşam da başka bir yemek var çünkü. ‘‘Vallahi’’ dedim ‘‘Vitali Bey bana gel’’ dedi, ‘‘ancak ölürsem gitmemezlik ederim.’’ Bunu söylüyorum çünkü suyun altındayken aklıma gelen laflardan biri de buydu.

İlk anormallik ne zaman başladı?

- Anormallik filan yok. Sahil yolundan gidiyorum, zaten in cin top oynuyor. Bebek'teki Mısır Konsolosluğu'nu geçmiş durumdayım. Hani benzin istasyonu vardır ya, ondan biraz evvel de üç tane yanyana apartman vardır. Oralardayım. İşte ne olduysa o an oldu: Birden bire önümde beyaz bir Renault station gördüm. Sağına soluna bakmadan durduğu yerden fırlayıverdi.

İlk reaksiyon?

- Fren yaptım, sola kıvırdım. Ortada kocaman bir refüj var. ‘‘Aman betona vuracağım!’’ Bir daha fren. Bu sefer sağa kıvırdım. O beyaz Renault zaten defolup gitmişti. Ben o park etmiş diğer arabaların üzerine gidiyorum. Onların günahı ne! 1650 kiloluk tank gibi bir araba. Eski bir araba. İnanılmaz sağlam. Bana bir şey olmaz ama vurdum mu onları göçertirim. Ah bu zavallılara ne olacak diyorum, o saniyenin binde birinde bunlar geçiyor aklımdan. Tekrar kıvırdım, lacivert bir arabayı sıyırtarak. Bundan sonraki herşey artık gerçeküstü. Cin işi gibi. Çünkü lastik patlamış, motor durmuş ama araba durmuyor. Üstelik altı alçaktır, normal zamanda park edemem, ortadaki refuju geçiyor, karşıdan gelen arabaların yoluna giriyor. Karşıdan bir araba gelse bana vursa da, bu araba dursa diyorum, o da olmuyor. Yani sanki biri arabamı eliyle alıp refujden rıhtıma kadar koyuyor. İkinci tretuara da çıktık. Ağaçlara da takılmadık. Derken denize kadar geldik. Tutacak frenim diye düşünüyorum hala. İnsanlar da seyrediyor. Korku filmi seyreder gibi. Hayır, çiçekliklerin arasından da geçiyoruz. On, onbeş tane adam, arabaya asılıyor ki, ağırlaşsın da denize düşmesin diye.

BULACAĞIM O BEYAZ RENAULT’YU

Siz bu arada içeride ne yapıyorsunuz?

- Hálá frene basıyorum. Tutmuyorsa, aç kapıya atla denize değil mi? Değil. Ben kapıyı açmaya hamle ettiğimde, araba denize girmiş, suyla birlikte kapı açılmaz hale gelmişti.

O anda ne düşünüyor insan?

- Gayet sakinim. Ne ölüm ne bir şey. Kapı açılmıyor, kontak yapmadan pencere açılabilir mi? Allahtan bir saniye içinde, camın açma düğmesine bastım, bir karış pencereyi açmayı becerdim. Bilmem kaç bar su içeri girmeye başladı. Su arabaya giriyor, ben oradan dışarı çıkmaya çalışıyorum. Sürekli kendi kendime başın geçtiği yerden vücut da geçer diyorum. Başka çaren yok, oradan çıkmak mecburiyetindesin.

Düşüncelerinizin akışı nasıldı?

- Su arabaya doğru girmeye başlayıp, ilk su yutmaya başladığım an ‘‘Ulan amma da bedava yaşıyoruz, Orhan Veli haklıymış’’ dedim, ‘‘Allah kahretsin ama ben burada ölmeyeceğim!’’ Sonra çıkarken kocama dediğim lafı hatırladım, Vitali Bey'in yemeği. ‘‘Ancak ölürsem gitmemezlik ederim!’’ Ay niye öleyim? Ben burada ölmemeliyim! ‘‘İyi insandı Miraç Kandili'nde öldü’’ dedirtmeyeceğim kendime, diye düşündüm. Demesinler ulan. Çıkarım. Nasıl çıkarım? Kafayı çevirirsem daha iyi çıkarım.

ÇANTAM NEREDE

Başka abuk sabuk düşünceler. Koltuklar ıslanacak. Araba çürüyecek. Çantam, çantam nerede?

- Evet, evet çantamı da alsam mı dedim. İnanılır gibi değil. Ama koltuk- moltuk görmüyorsun. Bir savaş bu. Su girecek, sen çıkacaksın.

İç basınç, dış basınç dengesi... Böyle şeylerden haberiniz var mıydı?

- Öyle teknik şeyleri ben bilemem. Ama sanırım daha dibe, 35 metrelere inmem gerekiyormuş basınç dengesi için. O zaman da nah çıkardım! Ben, ani hareket ettiğim için şu an hayattayım. 20 metrede 2 bar basınç yapıyormuş. Nitekim ben 23 metreden çıktıktan sonra Atila Oymak dedi ki, ‘‘Felç olabilirdin!’’. Beni kurtaran üzerimdeki iki kat trikonun su yiyince ağırlaşması, topuklu ayakkabılarımın ayağımdan çıkmamış olması...

Zor olmadı mı üzerinize o kadar su gelirken, o küçücük yerden çıkmak?

- Olmaz olur mu? Allah'tan kollarım çok kuvvetli. Ömrümce jimnastik yaptım. Kendime sen çıkarsın dedim ve çıktım, 2 dakika 57 saniye su altında kalmışım. Bu olayın oluş şeklini kimse çözemediği için, başıma gelmesi gereken bir şey olarak değerlendiriyorum. Biraz mistik.

Neydi bu, bir işaret mi?

- Evet. Bana bir şey söylemeye çalışıyordu. Ben de kendime göre ne söylediğini biliyorum. Bu bir kaza değildi. Bir çarpışma değildi. Dünyanın en pahalı noktasında oturan bir eşeğin, araba kullanmaması gereken bir şehir magandasının, ki bulacağım onu, arka aynandan görmez misin bir kadın ölüme gidiyor, durmaz mısın... Ben onu bulacağım. Polis ne olacak bulacaksın da diyor. Kendim için bulacağım. O apartmanda oturuyor, biliyorum. Bu şehrin magandalardan temizlenmesi gerekiyor. Bilhassa ölmedim. Tekrar mücadele etmek için. Bütün ömrümce bunlarca mücadele ettim, demek ki biraz daha işim varmış. Bu yüzden kaldım bu dünyada.

İKİNCİ DOĞUMGÜNÜ 5 KASIM

Bu yaşadığınız deneyimden sonra camları kolla açılan arabaları tercih eder misiniz?

- Evet kesinlikle, bu çok önemli bir ayrıntıymış öğrendim.

Peki ya el freni?

- Amerikan arabalarında el freni ayakla basılan bir pedal. Benimkinde öyleydi. Ben ancak park ederken o pedali kullanırım. Oysa, sağ elimle çekebileceğim el frenini tercih ederim.

Bütün bunlardan sonra yaşam bana verilmiş bir hediye diye düşünüyor musunuz?

- 5 Kasım için ikinci doğum günüm diyorum. Bir şeyleri anlamam için, demek ki bunu yaşamam gerekiyormuş. Dersimi aldım. Ben hayatın zaten doğum ile ölüm arasındaki bir istasyon olduğunu düşünürüm. Ne nereden geldiğimizi biliyoruz, ne de nereye gideceğimizi. Bir insan olarak ben bu istasyonda yapabileceğimin en iyisini yapmalıyım. Bu olayda da böyle oldu, elimden gelenin en iyisini yaptım. Katiyen kaza değil. Ben kazalara inanmam. Önce hastaneye, sonra eve geldim. Çantamı bile getirdiler. Küpelerim kulağımda, yüzüklerim parmağımda, pırlanta bileziğim bile kolumda. Suya girmemesi gereken saatim bile çalışıyor. Makyajım bile bozulmamıştı. Hayret!

Yazarın Tüm Yazıları