Paylaş
Çarşambayı okurlar aldı
Aslında Çarşamba yerinde duruyor.
Yani sel-mel almadı.
Hem okurların alması fena mı?
O kadar mektup, faks, mail birikiyor ki, ben ne yapayım? O zaman da, bazı ‘‘gözlük’’leri okurlar zaptediyor. Ee bu da haliyle hoşuma gidiyor. Kağıt üzerinde bile olsa karşılaşmış görüşmüş oluyoruz...
NÖBETÇİ DOKTOR
Hayatta herhalde en güzel süpriz sizi şans eseri bir yerde görmek olurdu. Siz beni tanımıyorsunuz ama ben sizi tanıyorum. Manyak mıyım neyim? 4 günde bir nöbet tutan bir doktor olunca, inanın kız arkadaşımı bile gündüz gözüyle göremez oldum. Neyse bir cumartesi akşamüstü, hastaneden size esenlikler diliyorum. (Dr. Yusuf Bayrak/ Çapa Tıp Fakültesi)
Bu hoş bir şey ya! İyi ki bu işi yapıyorum! Size nasıl teşekkür etsem azdır. Herhangi bir günün, her hangi bir akşam üstü bir insanın bir başka insana durduk yerde esenlikler dilemesi kadar müthiş bir şey var mı? Siz çok yaşayın. Tamam mı? Ve yaşatın. Doktorsunuz ya... Siz nasıl olsa yapmazsınız ya, kız arkadaşınızı da sakın ihmal etmeyin!
ADI TOLGA BÜLBÜL
Geçtiğimiz Cumartesi yazınızı okurken iki süprizle karşılaştım. Bu süprizlerden bir tanesi hoş, diğeri nanoştu. Hoş süpriz; ‘‘Gözlük’’ isimli öyküme, ‘‘Belkıs'ın Suçu ne?’’ başlığıyla yazınızda yer vermenizdi. Nahoş süprize gelince, o öykünün bana ait olduğunu gösteren hiçbir emarenin bulunmamasıydı. İnternet'te yayınlanan ‘‘Mavi’’ adlı sanat ve edebiyat dergisinin editörlüğünü yapıyorum. Sözü geçen öykü de, bu derginin 8. sayısında yayımlanmıştı. Size bu öykünün yazarı belirtilmeden ulaştırıldığına eminim ama bir ara bana ait olduğunu belirtirseniz sevinirim. Teşekkürler (Tolga Bülbül -tolly-)
Memnuniyetle Tolga Bülbül. Gerçekten de yazı elime ulaştığında kaynağı yoktu. Ama bu e-mail'i göndererek bana bu imkanı verdiğiniz için teşekkür ederim. Ayrıca sıkı bir bileğiniz var, acayip yazıyorsunuz. İmzalı yazılarınızı her istediğinizde bana gönderebilirsiniz.
AMERİKA'DAN YAZIYORUM
Amerika'ya 13 sene önce gelmiş bir ailenin en büyük kızıyım. Yazılarınızı her hafta Pazartesi okuyorum. Bazen gülüyor bazen sinirleniyor ama neticede hep kendimden bir şeyler buluyorum. En sevdiğim yazılarından biri ‘‘Aldatılan kadın olmak istiyorum’’ idi. Okuduktan sonra bir acayip oldum. Bir de ‘‘Diken Kuşları’’ yazınızı asla unutmak mümkün değil. Aslında daha yazmak istediğim çok şey var ama geç oldu evdekiler yatmamı istiyorlar. Daha sonra görüşürüz. (A.Ç)
Bazen öyle okurlarla karşılaşıyor ki insan, kafayı yemek, havaya girmek, kendini bir şey zannetmek an meselesi. Öyle ya da böyle kadın Amerika'dan okuduğunu, yazılarımı takip ettiğini söylüyor. Değil mi A.Ç? Bir de bazı yazılara sinirlenmen hoşuma gitti. Demek ki, yalakalık yapmıyorsun, içinden geçeni söylüyorsun. Bu da beğendiğini söylediğin zamanı sahici kılıyor. Yaşasın.
ÇULSUZ SEYYAH
Şu anda hayatta sadece üç gün gördüğüm (gemiden zar zor aldığım üç günlük izin içerisinde) ve hakkında hiçbir şey bilmediğim (üç görüşte neden hakkında hiçbirşey bilmiyorsun diye sorma) o kişiyi arıyorum. Bunun için herşeyimi bıraktım. Tek idealim kendi teknemin kaptanı olarak dünyayı dolaşmaktı. Sanırım bunun için sakladığım bütün birikimim bitecek. Olsun. Feda olsun. Hiçbir şey bulamazsam ya çulsuz bir denizci ya da çulsuz bir seyyah olacağım. Zaten bir yere bağlı yaşamaktan nefret ediyorum. Vaktini aldım mı? Kusura bakma. Hissettiklerimi biriyle paylaşmak istemiştim, o kadar. (Doruk Arol/ New Orleans)
Sizi kıskandığımı itiraf ediyorum Doruk Bey. New Orleans'ta bulunabilme ihtimali şüpheli birini aradığınız için size ve cesaretinize hayranlık duyduğumu söylememe izin verin. Bence dünyanın anlamı bu. Oralarda da kendinizi arıyor gibisiniz. Bulacağınızdan eminim. Seyyah ya da denizci olabilirsiniz, ama asla çulsuz değil. Çul nedir ki? Siz zengin birisiniz. Arada, uğradığınız limanlardan (kart kalmadı ki!) mail atın, sağlıcakla kalın...
YÜZÜNDE BİR GÜLÜMSEME
Yine bir pazar yazınızı okuyorum ve yine güne yüzümde bir gülümseme ile başlıyorum. Hatırlanmak güzel şey derler. Bir pazartesi sabahı sizi hatırlayacağımı hatırlatmak geçti içimden. İyi günler. (Mehmet Sezgin)
Bu hafta iyi geçiyor. Bunda payınız olduğunu düşünüyorum. Teşekkürler. Yani bu bir varolma sebebi bile olabilir: Yüzünde bir gülümsemeyle hatırlanıyor olmak...
WHO THE HELL ARE YOU
Hello. How are you? I enjoy your column when I can find it on the İnternet. Have a nice day. (Jeff)
Ben Türkçe yazıyorum. Değil mi? Jeff İngilizce yazılarımdan keyif aldığını söylüyor. Ya birileri benimle kafa buluyor. Ya da Jeff Türk, kendisine Anglosakson süsü veriyor. Ama zaten herkes kendine öyle ya da böyle bir süs vermiyor mu? Sana da iyi günler Jeff.
YAZIDAKİ BÜYÜK HATA
Pazartesi günü köşenizde gerçekten çok büyük bir hata yaptınız. Filmleri ne derece dikkatle izlersiniz bilmiyorum ancak Julia Roberts'ın ‘‘Runaway Bride’’daki adı Maggie Carpenter idi. Anna Scott'u nereden çıkardınız pek anlayamadım. Lütfen ‘‘fact’’lerinize dikkat ediniz (Seda)
‘‘Siz yumurtayı nasıl seversiniz?’’ başlıklı yazına tamamen katılıyorum. Yani bende bir filmden gülümseyerek çıkmayı seviyorum. Ama yazıda küçük bir hata yapmışsınız. Julia Robert's ‘‘Runaway Bride’’deki Maggie Carpenter’’, Anna Scot ise Nothing Hill'deki adı. Hoşçakal. (Filiz Kutlu)
Sevgili Seda ve Filiz Kutlu, haklısınız. Benim isim hafızam zaten yok, nereden çıkardım o ismi bilmiyordum, onu da Filiz'den öğrendim, Notting Hill'deki ismi kalmış aklımda. Özür diliyorum. Bir daha yapmamaya gayret edeceğim. Ama söz veremiyorum.
MİNİ ETEK VE RUJ
Günaydın Ayşe (Sana Ayşe diyebilir miyim) Sabah masama oturduktan sonra ilk yaptığım iş Hürriyet'in web sayfasına girmekti. Ev arıyorum da. İlanlara bakmaktı niyetim. Ne hikmetse önce senin yazını okudum. İtiraf etmeliyim ki, sadık okuyucun değilim ama okuduğum zamanlarda keyif alıyorum. Şimdi gelelim şu seksilik konusuna, hani o liste var ya o liste, seni yakıştıramayan arkadaşların pek ayıp etmişler. Onlara seksiliğin fiziksel güzellikle doğru orantılı olmadığını hatırlatmak gerek. Seksilik, mini etek ve kırmızı rujdan ibaret değil ki. Öğrencilik zamanımda bir iş görüşmesi için Hürriyet'e gelmiştim. Seni ilk ve son kez orada gördüm. Canlı olarak yani. Bir kadın olarak bile seni etkileyici bulduğumu itiraf etmeliyim. Bu arada lezbiyen olmadığımı da belirtmekte fayda görüyorum. Çekemeyenler çatlasın diyerek, bütün seksapelini üzerinde taşığıdın günler geçirmeni diliyorum. (Gülseren)
Sevgili Gül (Sana kısaca Gül diyebilir miyim) ben de yakında ev arayacağım. Zor işi değil mi? Sen ararken, fazladan iyi bir eve rastlarsan bana da haber ver. Bu arada, gel bir konuda anlaşalım, şu seksilik meselesi hakkında düşündüklerin var ya, hani beni Hürriyet'te görüp beğenmiştin ya, yayar mısın etrafa. Üç beş kişiye söylesen yeter. Kar kardır. Onlar da nasıl üç beş kişiye söyler, geçinir gideriz. Çok hoşuma gitti yazdıkların. Öpüyorum.
MEDİA HANIM
Bu soruyu soran ilk kişi büyük olasılıkla ben değilim. Ama ciddi ciddi merak ettim. Ve daha fazla dayanamayacağım, sormak zorunda hissettim kendimi: Neden Latif Demirci'nin Press Bey'inin eşi size çok benziyor? Sevgiler, saygılar (Alparslan Esmer)
Latif Demirci, en sevdiğim çizerlerden biridir. Esprilerine bayılırım, ölürüm, yerlerde sürünürüm. Cidden. Nasıl yaratıcı, nasıl zeki değil mi? (Bir de yakışıklı!). Beni de Media tipine uygun görmenize çok sevindim ama böyle bir şeyi hakettiğimi (iki anlamda da olabilir) düşünmüyorum. Bir Latif'e sorayım...
Paylaş