Ayşe'nin gözlüğü

Ayşe ARAMN
Haberin Devamı

Bir bu eksikti

Sibel Can minimalizmi tercih etti

Amerikalılar'ın meşhuuur bir lafı var:

- Less is more.

‘‘Az daha çoktur’’, gibi deriiin bir manaya geliyor. Bu lafı pek severim, vallahi severim, ama bu benim ‘‘minimalizm’’den anladığıma delalet etmiyor. Kimbilir belki de, bu meretten anlamak da gerekmiyor. Ama benim aklım, yine de almıyor.

Hem de hiç.

Ama şimdilerde herkesin dilinde bir ‘‘minimalizm’’dir gidiyor.

Kimi görsem minimalizmden söz ediyor.

Yazdıkları yazılar minimalist!

Yaptıkları resimler minimalist!

Hazırladıkları koleksiyonlar minimalist!

Herşey, minimalist anasını satayım...

Bir minimalist televizyon kanalı ve gazete çıkmadığı kaldı.

*

Nedir bu Allahaşkına diye düşünürken ben...

Minimum'dan mı geliyor bu?

‘‘En azcılık’’ mı oluyor?

Yoksa azla yetinmek mi anlamına geliyor diye güzel, küçük ve annemden miras kalan arkası yuvarlak kafamı böyle ‘‘anlamsız’’ şeylere yorarken:

Birilerinden şöyle ‘‘anlamlı’’ bir tanım geldi:

- Minimalizm, seçici sadeliktir, dedi.

Söyleyen de söylediği de çok hoşuma gitti.

*

Modada, dekorasyonda, mimaride, tasarımda, resimde, müzikte, edebiyatta ve hatta hayatın bir dolu alanında kullanılan yeni ve parlak bulunan bir anlayış minimalizm. Çıkış noktası müzik ve mimari gerçi. Ama son zamanlarda iç mimari ve dekorasyonda öne çıktı.

Gittim gördüm.

Londra'da, minimalizm beni otelin kapısında karşıladı.

Çünkü otelin adı yoktu!

Otelin girişine isim yazmayı gereksiz bulmuşlar, ayrıntı olarak değerlendirmişler, yani fazla bulmuşlar, yük olmasın diye koymamışlar. Daha doğrusu, ancak büyüteçle görülebilecek kadar küçük, binanın asla bulanamayacak bir yerine asmışlar.

Arayasınız ki oteli bulasınız.

Ama Londra'daki herkes o oteli biliyor, isminden değil, havasından, imajından, tasarımcısından ve onun şöhretinden:

The Hemple.

Sahibi Anouska Hemple oluyor.

İddialar arasında bir zamanlar eski bir tele-kız olduğu bulunuyor.

Ama şimdi ünlü bir modacı ve tasarımcı.

Otelinin yanısıra dükkanları da var.

*

O da ne!

Yol geçen hanı gibi değil...

En azından benim alıştığım otellerden hiç değil.

Door-man'ler, bell-boy'lar yok.

Yani yeminli bir şahit gerekiyor, içeri girdiğiniz mekanın bir otel olduğunu anlamanız için. Zile basıyorsunuz, birileri kapıyı açıyor, ama o birileri kim, siz hiç bilmiyorsunuz. Beyazların, grilerin, yani açık renklerin hakim olduğu neredeyse bomboş bir alana giriyorsunuz.

Boşluk duygusu...

Allah için bir kaç sandalye var o kadar. Hadi koltuk da diyeyim. Hep simetrik. Ya karşılıklı ya da yanyana duruyor.

Yine karşılıklı iki adet uzuuun şömine...

Yanan bir şey var da...

O ne bilmiyorsunuz!

Sadece ateşi görüyorsunuz.

Tahta, odun, kömür, mömür, yok öyle sufli şeyler!

*

Bu kadarı fazla ama!

Seçici sadeliğin insanı bu kadar şok edebileceği hiçbir yer görmedim bugüne kadar. Resepsiyon denilen şey bile yok. Bir kaç kadın (onlar da minimalist kadınlar olsa gerek!) bir desk'in arkasında duruyor, ama orası bir resepsiyon desk'ine de benzemiyor. Yani ortada ne kağıtlar, kalemler, ne doldurulacak formlar, hiç bir şey yok.

Odaların (35 adet oda bulunuyor ve 12 suit) üzerinde oda numaraları bile yazmıyor, bir ışıkla kapıların üzerine numaralar yansıtılıyor.

Herşey tuhaf yani.

Otelin gerçekten çok iyi olan Thai mutfağı hariç!

Ama gerisi, bir film stüdyosu gibi, barı, restoranı, lobisi. Sanki gerçek değil, karton. Sanki tüm o mekanı 15 dakika içinde başka bir yere taşıyabilirsiniz. Bende minimalizmin denilen şeyin bu kadarı gerçeklik duygusu uyandırmıyor. Hatta daha ileri gidip hiç hazetmediğimi söyleyebilirim.

Allah beni minimalist adamlardan, mekanlardan, hayatlardan korusun!

Amin.

Tanrı beni anlayacaktır.

Ruh yok, ruh!

*

Fakat tüm bunlar değil beni şok eden...

Anouska Hempel'ın otelinden birçok kişi haberdar, gidip, kalmışlar, yani bir ben kalmıştım bu deneyimden nasibini almayan. Evet, kültür denilen şey genellikle Avrupa'dan çıkan bir şey, dolayısıyla onlar minimalizm denilen anlayışa en azından benden daha yakın. Yani benim tüm bunları anlatmamın bir haber tarafı yok. Olsa olsa benim cehaletimdir.

Ama...

İşin başka bir tarafı var ki...

Duyunca kulaklarıma inanamadım.

Bence haber!

O da minimalist tasarımcı Anouska Hempel'in Türkiye'de şu anda kimin evini dekore ettiği...

Kırk yıl düşünseniz aklınıza gelmez:

Sibel Can.

Akmerkez'deki evini dekore etme faaliyetini iki saattir sözünü ettiğim minimalist tasarımcı Anouska Hempel'a ihale etmiş.

Yani Sibel Can'ın evini bu arkadaş döşeyecekmiş.

*

Şimdiii...

Anouska Hempel kiiim?

Sibel Can kiiim?

Birbirlerini nereden tanırlar, nasıl tanırlar, ne kadar yakın arkadaştırlar? Anouska Hempel, Sibel Can'ın aklına nereden düşmüştür de, Akmerkez'deki evini minimalist anlayışla dekore etmeye heveslenmiştir?

Akıl alacak gibi değildir.

Benimki almıyor.

Sizin ki alıyorsa...

Ben karışmam!

Yazarın Tüm Yazıları