Paylaş
Adana'ya bir hırsız gibi girdi deprem!
Siz televizyonlarda sadece yıkılmış bina görüyorsunuz.
Oysa orada o anda neler yaşandı.
Ne korkular, ne şaşkınlıklar, ne kalp krizleri...
Ben de orada değildim.
Orada olanlardan dinledim.
* * *
Adana'da depremden sonra da büyük kuruluşlarda çalışma devam ediyor.
Ama deprem anonsları da...
Polis dolaşıp megafonla uyarıda bulunuyor:
- Deprem olacak birazdan. Evet, evet yine, dışarı dışarı!
Sonra apartmanların kapıcıları, tek tek bütün zillere basıp:
- Hadi inin aşağıya, çabuk, inin! diyor.
İnsanların çocukları evde birilerinin yanında ve çalıştığı yerde bu anonsu duyuyor.
Siz olsanız ne yaparsınız?
Kendi canınızı mı çocuklarınızın canını mı düşünürsünüz?
Yoksa mecbur olduğunuz için iş yerinde kalıp herkese küfür mü edersiniz?
Böyle bir mantıksızlık olabilir mi?
Kaç saat geçerse geçsin, bir depremden sonra ve eğer o deprem belli aralıklar devam ediyorsa, insanlar çalışmaya zorlanabilir mi?
* * *
Felaket tek başına gelmez.
Gelen felaketler karşısında da ‘‘yetkililer’’ ne yapacakları bilemez.
Türkiye'de yaşamanın en kötü unsuru du budur.
Sürekli kelle koltukta yaşarsınız.
Resmen ağlanacak halinize gülersiniz.
Sonunda da ‘‘Lanet olsun her şeye!’’ dersiniz.
Çünkü ‘‘yetkililer’’ bilemediği gibi siz de ne halt edeceğinizi kestiremezsiniz. Kafanızda binlerce soru: Devam eden depremler tehlikeli olabilir mi, olamaz mı? Asansörün yanındaki çatlak bizim binanın da yıkılmasına yol açabilir mi, açamaz mı? En önemlisi barajın çökme tehlikesi var mı, yok mu? Çöker de kenti bir de su basarsa ne olur?
Abartı gibi geliyor ama...
Orada yaşa da gör, neleri abartıyorsun!
* * *
Scala Alışveriş Merkezi.
Deprem anı.
Müşteri tezgahtardan bir şey satın alıyor ve o anda her ikisinde de şok. Raflar yere düşmeye başlıyor. Ancak filmlerde görebieceğiniz bir görüntü. 20 saniye... İnanılmaz bir süre. İki saniye insanın yüreğinin durmasına yeter, yirmi saniyede o yürek atmaya nasıl devam eder, anlamak mümkün değil! Zaten vakaların bir çoğunda kalp krizi de var.
O nasıl bir korkudur...
O nasıl bir şaşkınlıktır...
Müşteri kısaltmam üzere verdiği damatlık giysisini ister. Tezgahtara, ‘‘Hemen verin ben gideyim’’ der, tezgahtar deponun anahtarını uzatır. Biri parasının üstünü ister, tezgahtar kendi çocuklarına ne olduğunu düşünmeye başlar, eli telefona gider. Kesik! Bir kadın çığlık çığlığa bağırır, çünkü üç çoçuğuna sahip çıkamamış, her biri ayrı yöne dağılmış vaziyette.
Ama bina sağlam.
İyi müteahhit!
* * *
Neden dünyanın her tarafında kötü şeyler yoksulların başına gelir?
Eski Adana yerle bir.
Orada yoksullar oturur.
Yeni Adana'yla eski Adana dünyanın iki ucu değil, şehir İstanbul gibi büyük olmadığı için, ikisi arasındaki fark yürüyerek en fazla onbeş dakika. Neden yaşarken de, ölürken de en fazla acıyı yoksullar çeker?
Bu işte bir ilahi adaletsizlik var ama...
* * *
Ablam Adana'da.
Telefonla konuştum.
Allahtan deprem anında arabayla yazlığa gidiyorlardı, yer çekilip arabayı içine çekecekmiş gibi hissetmiş, sanki lastik patlamış da araba sağa çekiyor.
Bana dedi ki, ‘‘Evimize hırsız girmiş gibi! Biri sana ait bir yerde sen yokken dolaşmış gibi!’’.
Geri döndüğünde bütün şişeler yere devrilmiş, herşeyi darmadağınık bir vaziyette buluyor.
Evet Adana'ya hırsız gibi girdi deprem.
İnsanlar pedikürlü ayaklarıyla kuaförden sokaklara fırladılar, iç etekliler, uyku sersemi olanlar, bayılanlar, binaların tepesindeki güneş enerjisi depolarının uçtuğuna tanık olanlar, üçüncü kat balkonlarından atlayanlar ya da düşenler...
Panik.
Panik.
Panik.
Adana'ya bir hırsız gibi girdi deprem...
Paylaş