Tuhaf bir aileAdana'ya özgü o sarı ışık sol cenahtan salonu aydınlatıyor. Fonda klasik müzik çalıyor. Her şey sakin. Babanın astığı, duvar saatleri saat başı ‘‘ding-dong’’luyor. O kadar. Babanın tuhaf zevkleri var, eski duvar saati biriktiriyor. Sonra, kocaman sarı teleskopuyla etrafa bakmayı seviyor. Bir de televizyon seyretmeyi. Anne, ara sıra buna kızıyor. Televizyona değil, teleskopa...O da şöyle cevap veriyor:- Evlere bakmıyorum ki! Oysa, etrafta sadece apartmanlar var. Baba nev-i şahsına münhasır. Her davranışının sebebini anlamak pek mümkün olmuyor. Mesela, neden Mors Alfabesi'ni öğrendiği de anlaşılmıyor. O zaten bir profesyonel; heyecanlarını, coşkularını, meraklarını, saplantılarını belli etmeme uzmanı. Çok fazla konuşmuyor. Anne ise hiç öyle değil, tüm bunları anlatmaya bayılıyor, bazen konuşmaya başladı mı hiç mi hiç susmuyor. Genlerinin bir kısmı da doğal olarak çocuklarına geçmiş bulunuyor!*Baba bir sigara daha yakıyor, anne hazırlıkları kontrol etmek için son bir kez arka odalara yollanıyor. Belli ki bekledikleri bir şey var. Adana'daki ev, bir aile toplantısına hazırlanıyor.Buzdolabı hazır.Kahvaltı için yiyecekler, tencerelerinde ısıtılmayı bekleyen yeni yapılmış yemekler, sohbet esnasında tüketilecek çerezler, meyveler, çilekler, erikler, hatta tuz kapları, ve tabii Alman usulü hazırlanmış cam kavanozlarda tüketilmeyi bekleyen kurabiyeler ve yanında içilecek likörler.Yataklar da hazır. Temiz çarşaflar serilmiş, metal 50 bin lirayı attığınız zaman (25 kuruş kalmadı üzgünüm) zıplayacak şekilde, gergin, tertemiz, mis gibi deterjan (sabunla da olmuyor bu işler artık!) kokuyor.Anne, aile bireylerinin, baba ocağına döndüklerinde bu kokuları, bu yemekleri, bu özeni bulduklarında memnun olacaklarından emin.Anne işi biliyor.Baba da...- Ara bakalım havaalanını uçak inmiş mi? diyor.*Birazdan kapı çalıyor.Önce, İstanbul uçağından gelen ortanca kız geliyor. Çantasını bir tarafa fırlatıyor. Anneye, babaya sarılıyor. Bir taraftan buzdolabına yönelirken diğer taraftan da laf yetiştiriyor:- Diğerleri gelmedi mi? Offf hava da çok sıcak! Ama İstanbul'da yağmur vardı. Böylesi daha iyi. Çok özledim sizi.Derken kapı yine çalıyor.Bu sefer Amerika uçağından inen en küçük erkek çocuğu geliyor. Bavulların üzerinden atlayarak herkese sarılıyor. Ve ilk söylediği şu oluyor:- Kebap yemek istiyorum!İkincisi:- Nerede diğerleri? Herkese hediye aldım!Ve üçüncüsü:- Ama baba senin kredi kartını kullandım!Anne, tam bir şeye söylemeye kalkışacakken kapı yeniden çalıyor.Bu sefer de aynı şehirde yaşayan büyük kız geliyor:- Bugün işte çok yoruldum ama sizleri görmek ne güzel. Peki benim kızlarım nerede onlar gelmedi mi diyor.Sarılmalar tekrar başlıyor. Ama tekrar kapı çalıyor. Bu sefer de ailenin eniştesi geliyor. Tekrar sarılınıyor. Sesler ve gülüşmeler yükseliyor. Tekrar kapı çalıyor. Bu sefer de iki küçük yeğen eve geliyor. Artık müzik setinden yükselen müzik duyulmaz oluyor. Her kafadan bir ses çıkıyor. Uzun zamandır sadece anne ve babanın yaşadığı sakin ev bütün sükunetini kaybediyor.*Herkes gündelik hayatının hiç de kısa olmayan özetini sunmaya çalışıyor. Herkes kesinlikle hep bir ağızdan konuşuyor. Herkes bir diğerinin ne söylediğini anlamıyor hatta dinlemiyor bile ama herkes mutlu, herkes enerji dolu. Hatta hiper aktif. Sürekli hareket halindeler. Herşey birden yapılıyor: Buzdolabı talan edilmeye başlanıyor, tuvaletler dolup taşıyor, bavullar açılıyor, oraya buraya telefon ediliyor, herkes aslında zaten ne dediğini o hengamede duyamadığı bir diğerine laf yetiştiriyor.Erkek kardeş: Bak bu askılı elbiseyi sana aldım. Sen böyle kısa şeyler seversin ya...Ortanca kardeş: Bayıldım, hemen giyiyorum!Baba: Bu elbiseyle kebapçıya gidemezsin!Anne: Tamam çıkaracak. Bana aldığın bu siyah takım da güzel. Ne kadar harcadın kredi kartından?Büyük kardeş: Harcamış işte birşeyler...Büyük yeğen: Dayı bu yağmurluk çok güzel. Ama şimdi yaz. Yağmur ne zaman yağacak?Küçük yeğen: Çişim geldi.Baba: Lara artık tuvalete gitmeyi öğrendi, çişini burada yapmıyorsun değil mi Lara?Anne: Bu takımı resitale de giysem mi? Hepiniz geliyorsunuz değil mi? 12 Haziran'da. Bu sene son, yemin ediyorum gelecek sene yok. Çok yoruluyorum. Tütüleri bile ben dikiyorum. 105 öğrencinin altından ben tek başıma kalkamıyorum.Ortanca kardeş: Her sene aynı şeyi söylüyorsun, bu sene 13.sü. Hem kim söylüyor sen dik diye. Yapma.Anne: Baban da çok anlayışlı davranıyor bu sene gerçi, değil mi Mehmet, yemek yok diye evde kıyameti koparmıyor...Baba: Çünkü her akşam balıkçıya gidiyorum.Büyük kardeş: Lara'yı tekrar tuvalete götürmem lazım, lütfen kimse konuşmasın, ben gelinceye kadar bekleyin, hiç bir şeyi kaçırmak istemiyorum.*Dört ayrı çekirdek bir anda yeniden büyük bir aile olunca ortalığı kan revan götürüyor. Bütün kirli çamaşırlar, temizlerin yanında, ortada. Açılmış bavullarda. Sağa sola fışkıran adına giysi denilen bez parçaları evin her tarfına yayılmış vaziyette. Hiçbir şey toparlanamadan erkek kardeşin hiç bir torpili olmadan 35 santimlik bileğinin hakkıyla üniversiteden kazandığı ‘‘gümüş anahtar’’ günün konusu olmak üzere kebapçıya, oradan büyük kızkardeşle eniştenin nihayet taksitlerini tamamlayarak aldıkları yeni eve, ardından babanın asla oturmayacağını şimdiden beyan ettiği, yeni arsa üzerinde annenin yaptırtmak istediği yeni evin hayaline bir ziyaret, oradan sanki kendi yaşadıkları yerlerde böyle merkezler yokmuş gibi ailece alışveriş yapabilecekleri bir ‘‘center’’a, oradan da kararan havayla birlikte yeniden eve ama bu kez...Büyük kız kardeşinkine... Bu arada ihmal edilmeyen tek faaliyet konuşmak.Nasıl başladıysa öyle konuşmak.Hep konuşmak.Çünkü herkesin bir ağzı var.Sözcükler havada uçuşuyor.Herkes kendi havasında konuşurken, küçük yeğen, kendisine göre bir hayli iri şeker parçasını boğazına kaçırıyor. Aynı anda aile boyu bir panik başlıyor. Küçük kızın, küçük boğazından o hain bonbon parçası çıkarılıyor. Lanetleniyor. Bütün aile bireylerinin pabuçlarının altında eziliyor.*Artık gecenin bir yarısı...Sadece 24 saat geçmiş.Ama ne 24 saat...24 gün ayarında...Öyle yoğun, öyle konuşmalı, öyle yorucu!Çekirdekten toplama bu büyük ailenin final görüntüsü şu:Sessizlik...Ve tabii halsizlik!Herkes bir kenarda, kolu bir yerde, bacağı bir yerde bitmiş tükenmiş, baba teleskopun başında, zaten ekonomik harcadığı enerjisini yeniden toparlayabilmenin peşinde, anne ailesiyle sağladığı tatminin hemen ertesinde resital çocuklarının tütülerini yetiştirme niyetinde ama hali yok...Küçük yeğen sonunda altına yaptı!Büyük yeğen en tarihi sorusunu sordu:- Benim ödevlerim ne olacak?Annesi ve babası bir yandan onu teselli ve teskin ederken, bir yandan da bir an önce evlerine, sıcak yataklarına gitme arzusunda...Erkek kardeş telefon başında, ‘‘jet lag’’ bir vaziyette, sevgilisiyle artık hali kalmadığından sadece mırıldanmakta ve anlaşılamayan heceler telaffuz etmekte. Ortanca kardeş? Bilmem kaçıncı Adana seferinden yine perişanlık seviyesinde yorgun bir vaziyette, havaalanı yolunda ilerlemekte...*Ben aile toplantılarını işte bu yüzden seviyorum.