Kadınlara özgü hayal kırıklığıMüthiş bir mutsuzluk hali.Sanki tüm kanım çekilmiş gibi.Ama kızgınlık yok, son derece sakinim.Sadece bön bön, karşımda boynu bükük duran alete bakıyorum.Derken bedenimi bir kaşıntı kaplıyor, kollarımdan ve bacaklarımdan her tarafa yayılıyor. Yaşadığım hayal kırıklığının tek fiziki belirtisi bu. Ama kaşıntı dayanılır gibi değil.Sanırım olan bitene bünyem bu şekilde isyan ediyor. Kaşıntı da ense kökümde düğümleniyor.Tanrım!Ben yanlız kalmak istiyorum.Bunu karşımdakine nasıl anlatacağım?*Canım sigara filan da içmek istemiyor.Hiç bir şey istemiyor.Olayın başarısız sonuçlanmış olmasından ötürü suçlayacak birini arıyorum. Birden karşımdakine, ama en yılan halimle: - Zaten senin suçundu, diyorum. - Bedenine o sıvının geçmesine izin vermeseydin, bizi bu hallere düşürmeseydin! Allahaşkına sen hiç korunmaz mısın?''. Saçmaladığımın farkına varıyorum: - Olan olmuş, boş ver, takma kafanı ben abuk sabuk bir kadınım işte diyorum. Sonra yapışkan sıvının kapladığı ve tüm gözeneklerine sızdığı bedenine dokunuyorum:- Bir daha olmaz. Zaten böyle bir şeyi de bir daha tekrarlayamayacağız, yani seninle değil! diyorum.*Karşıdan tık yok...Birden bütün bu olanlardan yanı başımda durmakta olan kediyi sorumlu tutmayı uygun görüyorum. Belki o ortalıkta olmasaydı, bizi izlemekten vaz geçseydi, karşılıklı daha konsantre olabilirdik, olay böyle sonuçlanmazdı diye düşünüyorum.Lanet olası kedi anında beynimden geçeni anlıyor.- Hiç alakası yok benimle! Bana öyle bakma, benim dahlim yok diyor ve ekliyor: - Kim söyledi sana ışıkları azalt, müzik setine Kerem Görsev koy, önce havaya sonra meseleyi gir diye. Bazı şeylerin sonucuna katlanman gerekir, tamam mı, hem bu işler böyle yapılmaz diyor ve parkeleri yalamaya devam ediyor.İnanılmaz sinirleniyorum.- Şunu keser misin diyorum. - O parkeler hem artık bizim değil! Turgut Ailesinin. Elalemin malını yalama! Kedim ise, en şirret haliyle:- Ne yapacağım yani? Senin mutsuzluğunun kaynağı olan şu şeyin mi bedenini yalayacağım! diyor.*- Onu ters çevirsem bir işe yarar mı diyorum.- Çıldırdın sen, bu onu rencide etmek olur diyor ve ekliyor:- Ben sıkıldım artık yatmaya gidiyorum, dişlerini fırçalamadan yatağa gelme...Kedim gidiyor, ben kendi başıma kala kalıyorum.Onu bir bezle kurulasam...Ya da üzerine saç kurutma makinesini tutsam...Birilerini arayıp ne yapmam gerektiğini sorsam...Ve gecenin birinde gazeteyi arayıp, teknik servisi bağlatıyor, durumu anlatıyorum.Sonuç mu?Henüz bilmiyorum.Şifai konuşmalar bir işe yaramıyor.Karşımda boylu boyunca yatan, kesinlikle ıslanmış olan aletin acilen bir doktora gitmesi gerekiyor.*Olay şöyle gerçekleşti...Bayramın ilk günüydü.Neşeliydim, bayram münasebetiyle iki yeğenim Adana'dan gelmişti, işe gitmem gerekmiyordu, biliyorsunuz artık bir adet lap-top'um var: Yazıyorum gönderiyorum. Dolayısıyla biraz teyzelik yapmak üzere yeğenlerle alışverişe çıkmaya vakit vardı. Ayın başı param da var acayip havalıyım, lap-top'umu da yanıma alsam mı diye bir an düşündüm, ortalıkta onunla gezmek havama hava katıyor da...Ama vazgeçtim, ona evde beni beklemesini söyledim.Yeğenlerle alışveriş biraz tatsız geçti.Çünkü çok zevksizler!İlkokul birinci sınıfa giden Ela adındaki yeğenim kesinlikle bir günlük yazı konusu olabilir. Tanrım inanılır gibi değil! Elimi düzgün olduğunu düşündüğüm neya atsam o itiraz ediyor, ben ona kahve tonlarında, ya da mavi ya da siyah düzgün aklı başında kıyafetler seçiyorum o reddediyor, nerede çingene pembeleri, abuk sabuk turuncular, fosforlu yeşiller var, ‘‘İşte bu güzel Ayşe Teyze!’’ diyor.Akıl alacak gibi değil...Bizim alide kimse bu kadar zevksiz değildir.Annesi olacak kadın (o ablam oluyor) düz renkler sever, sade sakin giyinir. Ama çocuğu olacak kız, ürkütücü zevksizlikte olan giysilere rağbet ediyor. Nerede altınlı, şıkır şıkır iğrenç kemerler, tuhaf ayakkabılar, anlamsız etekler, intihar etmenize sebep olacak elbiseler, gidip onları buluyor, ‘‘Hadi alalım’’ diye tutturuyor.Meğer bu durum pek çok anne babanın başına geliyormuş.Çocuk denilen şeyin zevki ebeveyinlerden farklı oluyormuş.İnşallah benim başıma gelmez.Valla sokağa çıkmam öyle bir çocukla...*O fasıl da bittikten sonra...Gecenin bir vakti eve döndüm.Hala neşeliyim.Birazdan kendime yazar havası vereceğim. Işıkları azalttım, Kerem Görsev'in CD'sini müzik setine yatırdım, sesi de keyfime göre ayarladım. Masanın başına oturdum ‘‘İşte yine sana dokunuyorum’’ diyerek büyük bir heyecanla ve lap-top'umu açtım.Sanırım ambiyansa ambiyans katmak için, ani bir kararla mutfağa yönelip, kendime bir kadeh Porto şarabı koydum. Tekrar masanın başına döndüm, bir de sigara yaktım.Bütün yaptığım buydu...Valla bir suçum yoktu.Kırkbeş dakika filan sonra, nasıl olduysa oldu...Elim o kadehe çarptı.Kadehte göz göre göre sevgili aletimin üzerine boşandı.Bütün şarap benim canım lap-top'umun içine aktı.Beni anlıyorsunuz değil mi?Ben ölmek istedim.*Tuşlar yapış yapış oldu.Eskiden Q klavye olan Toshiba'cıların büyük bir zerafet göstererek F'e çevirdiği, henüz yeni yeni keşfetmeye başladığım onlara adam gibi teşekkür etme fırsatı bulamadığım gri metalik aletim bağırmaya başladı.Susturamıyorum.Sanırım Porto sevmiyor...Bordo'yu mu tercih ederdi?Bir an düşündüm, bir insanın başına bundan kötü ne gelebilirdi?Aklıma Ela yeğenimin annesi olan ablam geldi, sanırım o da geçenlerde bilgisayarının içine göz makyajını sildiği kremi boca etmişti.Bizim aile hem zevksiz hem de sakar mıydı ne?Ne bunun cevabını biliyorum...Ne de Toshiba'ın akibetinin ne olacağını...