Paylaş
“9’u 5 geçe neredeydiniz, n’aptınız?”
“Ben bahçedeydim, siren sesini duyduğumda gökyüzüne sevgiyle bir selam çaktım” dedim.
Sevgilim de dedi ki, “Ben de köprüdeydim, herkes durdu, ben de durdum, arabadan indik, hepimiz iki kıtanın arasında saygıyla durduk. Çok da hoşuma gitti.”
Alya da gururla kendi hikâyesini anlattı.
“Ben de okuldaydım...” dedi, “Sınıfta topluca ayağa kalktık.”
BİZİM İÇİMİZDEN GELİYOR
Kimse kimseyi zorlayamaz.
İçinden gelirse yaparsın.
Gelmezse yapmazsın.
Zaten içinden gelmeden yaparsan da sahtekârlık olur, riyakârlık olur, ikiyüzlülük olur. Ahmet Hakan’ın içinden gelmemiş, 10 Kasım’da saat 9’u 5 geçe ayağa kalkmamış.
Olabilir, bu onun tasarrufu.
Bizim de içimizde böyle bir sevgi var, bu ülkenin kurucu liderine, gerçekleştirdiği devrimlere, kadınlarına tanıdığı haklara tarifsiz saygımız var.
Başka birinin Atatürk’le kıyaslanabileceğini düşünmüyorum.
Her ne kadar birileri böyle bir imaj yaratmaya çalışsa da, ne yazık ki aynı şey değil, üstelik mümkün de değil.
O yüzden de Atatürk söz konusu olduğunda bizim için akan sular duruyor, içimizden ayağa kalmak, anısına, hatırasına hürmet etmek geliyor.
Ona saygı duruşunda bulunmak, onun kişiliğinde, Cumhuriyet’e, demokrasiye, medeniyete, kadın haklarına saygı duruşunda bulunmak demek.
Belki de uğursuz gelen sensin!
Sabah 6.45.
Alya, birazdan okul servisine binecek.
Bir rüzgârla odanın içine dalıp, “Sana bir şey göstereceğim anne!” dedi.
“Göster” dedim.
Ve 9 yaşındaki kızım, ters köprü hareketi yaptı.
Yapabiliyordu, daha önce defalarca yapmışlığı vardı ama ne olduysa bu defa, tam elleri arkadan yere değecekken, yere yapıştı.
Gözlerini kısarak baktı ve odadaki köpeğini kastederek, “Max yüzünden oldu. Uğursuz geldi!” dedi.
Onu dışarı çıkardı.
Sonra tekrar denedi.
Yine tam yapmak üzereyken...
Düşüverdi!
Bu defa o kısık gözler bana çevrildi...
“Demek ki uğursuz gelen Max değil, senmişsin!” dedi.
Küçük maymun!
Durdum ve bu sefer gözlerimi ben kıstım.
Tam “Belki de beceriksiz olan sensin!” diyecektim ama...
Demedim.
Sadece gözlerinin içine baktım.
Bir süredir böyle yapıyorum, ona cevap vermiyorum, sadece yüzüne bakıyorum, sessizliğim ona daha büyük ceza oluyor.
Çantasını aldı, fırlayıp gitti.
Biliyordum ki telefonuma, “Özür dilerim” mesajı gelecekti...
Önümüzdeki 60 saniye içinde... Geldi.
“Sen uğursuz değilsin anne!!! Seni çok seviyorum” yazmış küçük parmaklarıyla...
Ben de sektirmeden, “Ben daha çok seviyorum!” yazdım.
Küsmek kötü bir şey.
Olumsuz duyguları taşımak da öyle.
Ne meselen varsa halledeceksin, hayata öyle hafif devam edeceksin.
Okuldan gelmesini ve ters köprü olayına girmeyi bekliyorum...
Duygu Alçıcı’nın teyzesi Avukat Bahar Cengiz:
Adalete inancımızı koruyoruz
İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, gerek hastane yetkilileri, gerekse olayda kusurlu olduğu düşünülen doktorlar hakkında soruşturma devam etmektedir. Bu araştırma çerçevesinde Adli Tıp Kurumu’na, kimlerin ne ölçüde kusurlu olduklarının tespit edilmesi için yazı yazılmış ve kurumdan cevap beklenmektedir. Bizim tespitlerimize göre, kadın doğum üzerine ihtisaslaşmış bir hastanede, oda süslemecisinden ve fotoğrafçıdan ziyade, doğum anında ve sonrasında sıkça karşılaşan hastalıklara müdahale etmek gerekli ve elzemdir. Bu teçhizata sahip olmayan hastane yetkililerinin ve gerekli tetkikleri yapmayan ilgili doktorların ağır kusuru ve ihmali olduğunu düşünüyoruz. Gencecik bir meslektaşımızın, yeğenimin, İstanbul gibi tüm imkânların var olduğu bir şehirde, bu kadar ağır ihmal ve kusurlar sebebiyle aramızdan ayrılmasını bir türlü kabul edemiyoruz. Ama daha da önemlisi, başka genç insanların benzer şeklide hayatlarının kararmaması içinTürk Ceza Kanunu’nun ilgili maddeleri gereğince eylemleri suç teşkil eden her bir failin üzerine sonuna kadar titizlikle gidileceğine inancımızı koruyoruz.
Paylaş