Paylaş
Oyunculuğu kadar kişiliğinden de etkilendim, beyninin çalışma biçiminden, kendini ifade etme halinden, doğaya olan düşkünlüğünden. Bir kere kimselere benzemiyor, Allah’ın unuttuğu bir yerde 2 at, üç kedi, 4 köpek yaşıyor. Ahırı kendi elleriyle yapmış, atlarını bir güzel oraya yerleştirmiş, İstanbul’a geliyor işlerini hallediyor, sonra vınnnn köyüne. Aile hikayesi de, aile bireylerinin birbiriyle ilişkisi de süper. Erkek kardeş çizgi film yapıyor, anne tasarımcı ve iç mimar, baba yarış için yelkenli tekne tasarlıyor. Cemal Hünal da İngiltere’de tasarım, Amerika’da oyunculuk okumuş. Aynı zamanda aşçı. Tam Zazie’yi açıyor ve kendini lokantasına verecek; kader ağlarını örüyor, önce Ulak filminde rol alıyor, derken Antakya’da çekilen Asi dizisi başlıyor, son olarak da Çağan Irmak’ın Issız Adam’ında bizi kendisine aşık ediyor. Antakya’daki köy evini, atlarını, ahırını bu kadar çok anlatan birini, evet haklısınız orada görüntülemek gerekirdi, sizin için bunu da yaptık. Leonard Cohen gibi sesi var ve çok güzel şarkı söylüyor, ama henüz şarkıları bir CD olarak veremiyoruz. Kim bilir belki bir gün onu da yaparız...
CEMAL HÜNAL FOTOĞRAFLARI
Olay filmin olay başrol oyuncusu! Sizi tanıyabilir miyiz?
-Çocukluğum Maçka’da, dedemin yaptığı ve kendi adını verdiği bir apartmanda geçti, Cemal Hünal Apartmanı’nda. İnsanın kendisiyle aynı adı taşıyan bir apartmanda büyümesi eğlenceli oluyor. Fırlama bir çocuktum. Öyle böyle değil, gerçek bir piç. Okuldan atılmasına hep ramak kalan, her an kafası muzurluğa çalışan...
Anne- baba nasıl tipler?
- Baba tam bir Rönesans adamı. Klasik gitar çalar. Güzel şarkı söyler. Çok iyi yağlıboya yapar. Aynı zamanda doğa adamı. Himalaya’ya tırmandı. Everest Kamp 7’ye kadar çıkmışlığı var. Çok iyi yelkenci. Yarış için yelkenli tekne tasarlar. Alman Liseli. İktisat okumuştur. Bir zamanlar Türkiye’nin en büyük tekstilcilerinden biriydi. Her şeyi bilen adam. Yemekten anlar, şaraptan anlar. İyi yemek yapar.
Nasıl oluyor tüm bunlar?
-Oluyor valla, meraklı ve sürekli kendini eğitmeye devam ediyor.
Siniri bozulur mu insanın böyle bir babayla?
-Aksine, müthiş teşvik edici bir şey.
Anne?
-İç mimar, tasarımcı. Burayı (Zazie’yi) annem yaptı mesela. Sonradan çalışmaya başladı, ama acayip başarılı oldu. Rafine zevkleri olan bir kadındır. Andrew Martin, review olarak çıkardığı bir kitapta anneme 6 sayfa yer ayırdı.
Neden sizce?
- Çünkü yaptığı şeyler kimseninkine benzemiyor, çok orijinal.
Erkek kardeş?
- Kerem dört yaş küçük benden, çizgi film yapıyor, bir yeniçeriyle samurayın hikayesini konu alan uzun metraj bir film yazdı, çizdi, çekti. Japonlar görünce çıldırmış, sponsor arıyor da. Japon İmparatoru’nun Abdülmecid’e hediye ettiği, şu an Topkapı Sarayı’da olan kılıcın etrafında dönen bir hikaye. Kardeşim yaptı diye söylemiyorum ama şahane.
Tek tek sizin aile fertleri de! Neredeyse herkes sanatçı...
- Evet biraz öyle.
Siz Saint Benoit’da okumuşsunuz...
- Lise 2’ye kadar, sonra İskoçya’ya gittim. Prens Charles’ın okuluna yolladılar beni: Gordonstoun. Hani biraz adam olsun, disiplin öğrensin diye. Çok haylazdım çünkü.
Ne demek haylaz? Ne kadar haylaz?
- Benim koridorumdaki bütün sınıfların kilitlerini sabote etmiştim bir keresinde. Hepsine kibrit çöpleri soktum, kapıları açamadılar. Bir kere kara tahtayı beyaza boyadım, yağlı boyayla.
Neden?
- İlginç geldi yapmak.
Yalnız, ayrık otu bir çocuk mu?
- Evet evet. Hiçbir grubun üyesi değildim. Anarşisttim ve yalnız takılırdım. İskoçya’da da lakabım TT idi. Turkish Terminator.
Peki bütün bu serseriliğin, fırlamalığın sebebi ne?
- Ben çocukken hareket edemezmişim. Ağır bir astımım vardı. 7 metre koştuğum zaman beni oksijen odasına kaldırıyorlardı. Ben de fiziksel olarak enerjimi sporla atabilmem mümkün olmadığı için her türlü piçliği yapıyordum. Ama sonra astımı yenmeyi başardım. Üstelik ilaç kullanmadan. Lise bitince de İngiltere’de tasarım okumaya karar verdim ve Londra’da yaşamaya başladım. Sonra da Los Angeles’a gittim, oyunculuk okudum. Galiba doğada çok daha mutlu olduğumu o yıllarda fark ettim.
Neden?
- Kendi kestiğin odunda, kendi yaptığın bir yemeği yediğin zaman her şey o kadar daha gerçek ve elle dokunulur ki. Bir de sarf ettiğim efora ve ona harcadığım mesaiye daha fazla değiyor sanki. İnsanın başarısı ya da başarısızlığı o kadar daha net bir resim ki doğada. Bence hepimizin, insanın gerçekten ait olduğu yer doğa. Çünkü şehirde her şey yalan dolan aslında. Ve belli bir şekil üzerine. Devletin bastırdığı banknotu ele geçirebilmek için uğraşıyoruz ve o kağıt parçasıyla bize ihtiyaç diye empoze edilen şeyleri alıyoruz. Kölelikten hiçbir fark yok. O yüzden şehir hayatını sevmiyorum. Boşa harcanmış, kendi içinde dönen bir format.
Siz ise Antakya’nın bir köyüne yerleşerek mi huzuru buldunuz?
- Tamam Asi dizisinin çekimleri için oradayım ama çok mutluyum. Allah’tan bir yıl daha atlarım, köpeklerim ve kedilerimle olabileceğim. Kendime dönüyorum, kendi potansiyelimi daha iyi hissediyorum. Vücudum ne yapabiliyor, aklım ne yapabiliyor, bunu görüyorum.
SOMA KÖMÜR MADENLERİ DEDEMİNDİ
Doğa düşkünlüğünüz ne zaman başladı?
- Dedemin yanına giderdik. Soma Kömür Madenleri’nde çok vakit geçirdim. Müthiş sedir ağaçları vardır.
Ne alaka?
-Dedemindi o madenler. Yarış atları vardı. Amcamın da küçük bir hayvanat bahçesi. Yabani kurtlardan turnalara kadar bir sürü hayvan. Bayılırdım oraya. Dedem ben 5 yaşındayken ölüyor, çok özel adam. Muğla milletvekiliyken Gökçeada’ya gidiyor, orada Tepeköy’de çok güzel bir kız görüyor, aşık oluyor ve kızı alıp götürüyor. Babaannemi yani. 4 çocukları oluyor, hepsini Alman Lisesi’nde okutuyorlar... Çocukluğumun bilinçaltımda en derin izler bırakan kısmı doğanın içinde geçti. O sedir ormanlarının kokusunu bile hatırlıyorum.
HEP SERSERİ KADINLARI SEÇTİM
22 yaşında evlenip 28 yaşında boşanmışsınız. Neden bu kadar erken evlendiniz?
-Rol modelim annem ve babamdı. Onlar gibi erken yaşta çocuk sahibi olmak istiyordum. Babam 24’müş ben doğduğumda ama kısmet değilmiş.
Nerede tanıştınız eski eşinizle?
-Los Angeles’ta. Çok fırtınalı, çok kavga dövüşlü bir aşktı. Zor bir ilişkiydi. Olmadı, yürümedi.
Nasıl bir adam oluyorsunuz aşk yaşarken, alttan alır mısınız mesela?
-Hem de nasıl. Ama iyi olan kaybeder ya, hen de her seferinde kaybederim. Yine de evliliğim bana çok şey öğretti. Bir insanı ne kadar sevebildiğimi, ne kadar verebildiğimi, neleri kaldırıp neleri kaldıramadığımı öğrendim. Kendimle tanıştım aslında.
Ne kadar koydu ayrılık size?
- Çok. Hemen bir köpek aldım. Evliliğimden sonra iki tane yoğun ilişki daha yaşadım. Bu son 5 sene içinde. Onlar da yıpratıcı oldu.
Niye bütün bu yıpratıcı ilişkiler sizi buluyor?
-Galiba benim seçimlerimle ilgili. Hep serseri kadınları seçiyorum. Toptan kaçık kadınları. Sanki düzgün, efendi, ayağı yere basan birileri olursa, sıkıntıdan patlarım gibi geliyor. Ama işte kaçıkları idare etmek de kolay olmuyor. Artık eskiden gösterdiğim kadar teslimiyet göstermeye hazır değilim. İlişkilerim için o kadar enerji harcamışım ki, şimdi kendime harcıyorum o enerjiyi. Dağda yaşayarak gayet huzurluyum. Ata binmeyi sevişmeye tercih ediyorum.
Babası Atilla Hünal
SA’AH NAAGAİ BİKEH HOZHO
Müthiş bir oğlunuz var, her zaman mı böyleydi?
- Kendi kendi yeten, çok geniş bir hayal dünyası olan bir çocuktu. Saatlerce odasında, hayali kahramanlarıyla bir dünya kurardı. Saatlerce vakit geçirirdi. Biraz büyüdüğü zaman kimlikler yaratmaya başladı. Bir bakıyorsun mihrace kılığında...
Peki yaramazlığı?
- Felaketti, anlatılır gibi değil! Ama bütün o serseri, bağımsız, zaptedilemez, başına buyruk kimliğinin yanı sıra, çok kitap okurdu mesela. Ve okuduklarını hazmeden bir kişiliği vardı. Türkiye’de adam olması mümkün değildi, 17 yaşında yolladık. Bizden ayrılırken ona dedim ki, "Sana öncü olacak tek bir cümle var hayatta..." Bir kağıda yazdım -Kızılderililere ikimizin de ilgisi vardı- bir Navajo atasözü: Sa’ah naagai, bikeh hozho...
Ne anlama geliyor?
- "Rüzgarın doğru ise yürü, her şeyle baş edersin, bükülmezsin" gibi bir şey. O da aynen öyle yaptı. Eğer bir çocuğu fazla paketlersen sıradan olur. Ben de istedim ki çocuklarımızın kökleri doğru olsun, ama dallarıyla istedikleri yerlere gitsinler. Onları budamayalım. Budarsak çünkü Bonzai olurlar, Allah’tan olmadılar...
Annesi Vicki Hünal
ÖNCE KOCAM SONRA OĞULLARIM
Gerçekten göründüğü kadar iyi bir aile misiniz?
- Galiba. Biz hepimiz çok iyi arkadaşız. Eşim, oğullarım ve ben. İki oğlumla da fevkalade gurur duyuyorum. Yalnız bir şey itiraf etmem gerekiyor: Oğullarım doğduğunda eşim Atilla çok kıskandı. Ve benimle bir anlaşma yaptı. Birinci planda kocam olacaktı, ikinci planda çocuklarım. Çok çok zor oldu ama kabul ettim. Akşamları 8’den sonra oğullarımı görmüyordum. Ama bu bize şöyle bir şey sağladı: Biz karı- koca hep iki sevgili gibi kaldık. Hani bazı aileler artık çocukları için yaşamaya başlar ya, sonunda da tükenir, biz hiç onlardan olmadık. Hayatımız sadece oğullarımızdan ibaret değildi.
Peki arada kalmadınız mı?
- Kalmaz mıyım? Kaldım. Ama evlilik bir yolculuk gibi, uzun bir deniz yolculuğu mesela, Atilla da benim yol arkadaşım, ben yol arkadaşımı tercih ettim. Ben ona iyi bir yol arkadaşı olmazsam çocuklar da ayvayı yerdi, ben onları kendi mutsuzluğuma sürüklerdim. Oysa böyle, evliliğimizin her anından keyif aldım, bu duygumuz çocuklara da geçti.
HANGİ KADIN GELİR BU DAĞ BAŞINA
Atlara aşıksınız...
- Hem de nasıl. 3 kedim var, 4 tane de köpeğim. Ama at başka. Çok özel bir tecrübe. Son birkaç gündür ciğerlerimi çok üşüttüm, 1800 metreye çıktım, güzel havadan gece ayazına kaldım, ciğerlerimi üşüttüm, öyle bir bakıyor ki gözümün içine, sanki "Hadi artık dinlen" diyor, her şeyi hissediyor.
Siz atları kendi başınıza mı çalıştırıyorsunuz, o 1800 metrelere yalnız mı çıkıyorsunuz?
- Çoğunlukla. Bazen de Fazıl’la gidiyoruz. Bizim setin atlarına bakan arkadaş.
Siz Antakya’da bu evi satın mı aldınız?
- Yok hayır, 11 dönüm çayır izinde 35 metrekare bir ev, bir o kadar da ahır. Aylık kirası 500 lira. Amanos dağlarının yamacında. Haftada ortalama 60-70 km yol yapıyoruz atlarla. Onlar mutlu, ben de. Televizyon yok, internet yok...
Bu dağ başında yaşarken insan istemez mi bir sevgilisi olsun...
- İster de kim gelir bu dağın başına?
Siz çok da iyi bir aşçıymışsınız öyle mi?
- Fena sayılmam. Hepsi evde başladı. Annemle babam yemek yapardı, daha doğrusu, her şey birlikte yapılırdı bizim evde. Sofrayı birlikte kurarsın, birlikte kaldırırsın. Bir de bizimkiler çok seyahat ettikleri için hep enteresan menülerle gelirlerdi, onları denerdik. Ben de yurt dışında okumaya başlar başlamaz, dışarıda yemek yemek yerine, kendim pişirmeye başladım. Üniversite hayatım boyunca da mutfaklarda çalıştım. Bulaşıkçılık yaptım, aşçılık yaptım, barmenlik yaptım. Çok da keyif aldım. Hayalim bir gün bir lokantamın olmasıydı, direkt mutfağa girecektim. Tam Zazie’yi açtık, ben yemek yapacağım derken oyunculuk kariyeri başladı. Önce Ulak filmi, sonra Asi dizisi, şimdi de Issız Adam...
AHIRI BEN YAPTIM
Türkçe’de bir kelime vardır: Feraset. Düz mantık anlamına geliyor, kelime kökenine bakarsanız, "at mantığı" demek. Atların mantığı gerçekten de düz mantıktır. Basittir. Mesela ahır mı yapacaksın, duvara çivi çakmayacaksın, hayvan kafasını çarpar, gözünü çıkarır. Sonra atların hepsi dört ayak üstüne basar, burada bir yanılgıya yer yok. Ben de bütün bildiklerimi bir araya koydum ve bir ahır yaptım. Tavan kirişleri kavak, üstü kiremit. "Tamamdır" dedim. Dedim ama benim piç atlarımdan bir tanesi, kavak olan tavan kirişlerini yemiş, tavan indi inecek başlarına. Neyse tamir ettim ama bir şey daha öğrenmiş oldum.
KADINLAR ALINMASIN AMA ATLARIN ÇOK DAHA DÜRÜST VE NET BİR YAKLAŞIMI VAR
At, temel içgüdüsü kaçmak üzerine kurulu bir havyan. Ve sürü olarak var oluyor. Dolayısıyla çevresindeki diğer canlıları sürünün bir parçası olarak kabul ediyor. İnsan, köpek ayırt etmiyor. Kadınlar alınmasın ama çok daha dürüst ve direkt bir yaklaşımı var. Gerçi bir an geliyor, "Acaba bu sürü içinde sosyal olarak daha iyi bir yere gelebilir miyim?" demeye başlıyor. Özellikle erkek atlar. "Bu Cemal iyi bir adam, bana da bakıyor ama ben şöyle bir dalayım bakalım ne oluyor, belki ipleri ben alırım elime" diyor. Deniyor.
OK- YAY-MIZRAK- KAMA HEPSİNİ BİLİYOR
Ateşli silah öncesi silahlara yoğun ilgim var. Ok, yay, mızrak, kama... Bir sürü eğitim de aldım, mesela Endonezyalıların Kali dövüş tekniğini öğrendim, Japonların kılıç çekme sanatı Iaido’yu, sonra eskrimi, Ortaçağ Avrupası’nda kullanılan tek el ve çift el kılıç tekniklerini. Bu arada bıçak, kılıç, ok, yay, mızrak, cirit, topuz koleksiyonum var. Sağdan soldan topluyorum. Deliriyorum onlara.
ATLAR İNSANIN CİĞERİNİ OKUR
Yalova Ortaburun Köyü’nde oturan 60 yaşlarında bir atçı abim var, Muammer Abi. O "At ve köpeğe yaklaşırken şapka takacaksın!" der, "Hani bebeklerin tepesi, bıngıldağı yumuşaktır, orayı korumak gerekir ya, işte at ve köpek de insanı oradan resim gibi görür. Ne düşünüyorsun, ne yapıyorsun bilir, o yüzden ona yaklaşırken şapka tak!" Ben bunu öğrendiğimden beri şapka takmıyorum çünkü benim saklayacak hiçbir şeyim yok, görsün anasını satayım.
BELLİ BİR MESAFE KOY ARANA ATLARLA DİYORLAR AMA DİNLEMİYORUM
Bu işi çok iyi bilenler "Oğlum atlarla bu ne samimiyet?" diye bana kızıyorlar, "Biraz mesafe koyman lazım, kaza- maza çıkar." Ben belli şeylerle yüzleşmeyi ve çarpışmayı göz alıyorum. Ama bir keresinde göğsümden bir parça kopardı. Çayırda serbest bırakmıştım. Otluyordu, onu toplamaya gittim, benimle oyun oynamaya karar verdi, başını kurtardı ve saldırdı. Olsun, canı sağ olsun.
Paylaş