Her yazdığını onaylamasam da, hatta bazen onun yerine utansam da, itiraf ediyorum, ben onu fevkalade ilginç buluyorum, "Bugün ne yumurtlamış?" diye mutlaka bakıyorum. Cesur olduğuna şüphe yok ama kaybedeceği bir şeyi olmayanların cesareti sanki, bodoslama dalıyor, kafa atıyor, içtikçe içenler vardır ya, o da yazdıkça yazıyor, "dur"u yok ve yazıyı nasıl ilginç hale getireceğini biliyor, meraklı dünyada ve Türkiye’de neler oluyor takip ediyor, bol bol dedikodu yapıyor ve en iyi haberin dedikodudan çıktığına inanıyor. Tabii ki bir sayfaya sığmadı, röportajın devamı yarına...
Sizin öykünüz nerede, nasıl başlıyor?-İstanbul’da. Normal bir çocuk olarak, olağandışı hiçbir şey yok.
Anne- baba neci?-Anne ekonomist, Estee Lauder gibi büyük şirketlere danışmanlık yapıyordu. Baba da Libya, Mısır gibi ülkelerde inşaat sektöründe çalışıyordu, şimdi
Türkiye’ye döndü.
Ne zaman ayrıldılar?-Ben 12 yaşındayken. Tuhaf, hastalıklı bir ilişkileri vardı, ayrılıyorlar ama bir türlü kopamıyorlardı. Gerçek kopuş ben 18-19 yaşındayken oldu. Okul hayatımın bir kısmı burada, bir kısmı da Amerika’da geçti.
Amerika ne alaka?-Teyzem ve kuzenlerim Amerika’da yaşıyor, "Biz de gidelim" oldu. 9-10 yaşlarındaydım, yeni bir gelecek ve daha iyi bir hayat için kalktık gittik. Annemin fikriydi tabii. Babamdan kopmaya başlamamız, Amerika’ya gidişle başlıyor.
Anne güçlü, bağımsız, dominant bir kadın mı?-Her zaman. Finansal olarak da. Ego olarak da...
Siz, annenizin oğlu muydunuz?- Evet. Terapistim de bu konulara giriyor. Girmekle kalmıyor, ailemle ilgili inandığım bir sürü şeyi ters yüz ediyor. Mesela, annemin dominantlığının ve benim annemin oğlu olmamın aslında çok iyi bir şey olmadığını anlatıyor. Ne var ki... Ben annemi geçen sene kaybettim. Daha çok yeni yani. Terapistime de dedim ki "Sakın girme aile mevzularına, alırım konuyu bambaşka yere çeviririm, ikimize de faydası olmaz, annemle ilgili gerçeklerle yüzleşmeye henüz hazır değilim."
ANNEM BENİM KAHRAMANIMDIAnnenizin hoşuna gidiyor muydu oğlunu "yazar Oray Eğin" olarak görmek?- Tabii tabii. En son, iyi bir sözleşme yaptım, bunu da ona söyledim. Çok mutlu oldu. Öldükten sonra arkadaşları söyledi, "Çok huzurluyum" diyormuş, "projesi" nihayet sonuca ulaşmıştı.
Annenizin "proje"si mi olduğunuzu düşünüyorsunuz?- E biraz. Tek çocuktum, üzerime çok düşüyordu, çok yakındık. Annem, benim kahramanımdı.
Neden öldü?- Kanser. Göğüsten başka yerlere sıçradı. Benim tabii tıbba olan inancım tamamen sarsıldı, doktorlara filan inanmıyorum artık. Geçenlerde bir arkadaşım, "Para biriktirelim, kanser olursak lazım olur!" dedi ben de "Saçmalama!" dedim "Kanser olunca ölüyorsun zaten. Paran olsa kaç yazar?" Benim kansere yakalanan bütün sevdiklerim öldü, Berran, Ufuk, annem..."
Meme kanserine yakalanan herkes hayatını kaybetmiyor, annenizinki çok geç bir aşamada mı teşhis edildi?- Hiçbir fikrim yok, annem sırları olan bir kadındı, bana hiçbir şeyi olduğu gibi anlatmadı. Ben ölürken anladım, onun gerçekten öldüğünü. O zaman dank etti. Ben kendi evimde yaşıyordum ama onun evinde de bir odam vardı, bazen gidip orada kalıyordum. Hastalığını sürekli olandan daha az gösterdi. Son hafta kavradım olayın vahametini, ama iş işten geçmişti.
Ameliyat?- Göğsü alınmadı. Hatta, "Allah’a şükür geçti" dendi, "Atlattı, bitti." Ama sonra tekrar nüksetti.
Kemoterapi? Bu işlerde bir numara olan Dr. Sualp Tansan?- Hayır, sorun o zaten. Bir sürü insan vardı devreye sokabileceğim. Sualp Bey, Serdar Turgut’un en yakın arkadaşı, herkes yardımcı olmaya hazırdı ama annem kendi doktorundan memnundu, istemedi. Bana da, her şey çok iyiye gidiyormuş izlenimi yarattı. Ben de inandım.
Siz ölmeyeceğini mi düşündünüz?- Evet ya. Ben, annem ölmez zannettim! Bir sürü şey olur ama ölmez!
Peki ne oluyor insanın annesi ölünce? Limanını kaybetmiş gibi mi oluyor? Denizde boşlukta yüzer gibi mi oluyor? Pusulası mı kayboluyor?- İnsanlara son derece duygusuzca gelebilir ama annemin öldüğünü öğrendiğimde iki şey geçti aklımdan: 1- "Raşit’e ne olacak?" dedim. Raşit benim köpeğim. Annem çok severdi, ben seyahate gidince ona hep o bakardı. Raşit’e bundan sonra kim bakacaktı? Son yıllarda aramıza bir mesafe girmişti, benim hep çok işim vardı, hep çok meşguldüm, Raşit biraz da ikimizi birbirimize bağlayan bir şeydi, ikimizin de çocuğu gibiydi, ortak bağımızdı. 2- "Aman annen ne der!" korkum, onun ölümüyle gitti. Arabayı mı çarpıyorum? Üzülmüyorum bile. Boşveeeeer, nasıl olsa annem öldü, artık kızacak biri yok. Gerçekten de öyle, artık hiçbir konuda hesap vermemi gerektirecek birileri kalmadı.
Bunlar tabii çok az insanın dillendiremeyeceği şeyler. Siz bayılıyorsunuz değil mi bu tür aykırı laflar etmeye? Peki içinize ne oldu?- Oyuldu. Bunu duymak istiyorsan... Daha tuhaf bir şey söyleyeyim: Ben annemin öldüğünü internetten öğrendim.
Nasıl yani?- Annem, yan dairede ölüyordu. O, anneannemin evindeydi, ben de annemin evindeydim. Aynı sitede iki ev, üç apartman var arada. Ben yazı yazmaya annemin evine geçmiştim. Yazımı yazdım yolladım, sonra baktım ekranda bir ışık yanıp sönüyor, mesaj gelmiş. Açtım. Amerika’daki kuzenimden. "Annen biraz evvel öldü" yazıyor, tam şu kelimelerle: "Your mother has just died!"
Ne yaptınız?- Ne yapacağım? Ağlamaya başladım. Sonra da arkadaşlarımı aradım.
Kimleri ?- Soner’i, Cüneyt’i, Saba’yı, Elçin’i. "İyi misin gelelim mi?" dediler. "Yok hayır tek başıma kalmak istiyorum" dedim ve evden çıktım.
Annenizin öldüğü eve mi gittiniz?- Hayır, arabama atladım ve bu eve, kendi evime geldim. Bir daha oraya hiç gitmedim. Annemin ölü halini de görmedim. Benim için onun ölümünü internetten öğrenmek, aynı zamanda bir savunma mekanizması, sanal bir gerçeklik gibi. Tabii ki geceleri hálá bazen ağlıyorum, sesini duymalar gibi şeyler oluyor ama idare ediyoruz işte.
Kaç yaşındaydı?- 55.
Genelde erkek evlatlar, cenaze işleriyle filan uğraşır? O işleri siz mi üstlendiniz?- Hayır. Dedem var, 70’lerinde, o halletti. Bizim ailede herkes sapasağlam, kimse ölmedi annem dışında. Beni en çok yoran şey ne oldu biliyor musun? Anneme o kadar kızdım ki, ölümünden sonra 15 tane bankaya filan gitmek zorunda kaldım, kadın bütün bankalarla çalışmış, her bankada bir hesap açmış, e şimdi teker teker kapatmak gerekiyordu. Hep aynı replik: "Merhaba benim annem öldü, onun hesabını kapatmak istiyorum!" Acılı acılı bakıyorlar, duygusuzca, duygusal bir ortam oluşuyor, güya sempati duyuyorlar filan, bir an evvel oradan gitmek istiyorsun, saçma sapan işler. Daha tapuya gitmek lazım, bir yıl oldu yapmadım, direniyorum.
Sizi hayatta en çok seven insan kimdi?- Annem. O yüzden de, zaman aldı normale dönmem. Tuhaf bir süreçti o yas süreci. Biz her gece burada oturup sohbet ettik. Bir sürü insan geldi, gitti. Bayağı sevenim varmış. İnsan, "Kim aradı kim aramadı" da yapıyormuş. Cenazede de Saba’ya sarılıp ağladım, o zaman anladım dostlarım benim ailem olmuş...
Baba nerede?- Kendi evinde.
Geldi mi cenazeye?- Yok hayır. Bilmiyorum sebebini. Benim babamla çok kısıtlı bir ilişkim var. Gerçi cenazeye gelmemesi anlaşılabilir bir şey, hiç yargılamıyorum. Bunun gerçekliğini kaldıramıyordur. Ama yapacak bir şey yok. Annem gitti ve yokluğuna hepimiz alışacağız.
HERKESİN SEVGİ KELEBEĞİ OLMA DERDİNDE DEĞİLİMUlusalcı mısınız?- Herhangi bir etiketim yok.
Ergenekoncuların tetikçisi misiniz?- Türkiye’de etiket kültürü işte böyle bir şey. Hiç kimsenin hiçbir şeyi değilim.
Peki militarist ve askerci misiniz?- Hayır ama askere bu derece saldırılmasına karşı çıkıyorum.
Kişisel hesaplaşmalarınızı köşenize taşımakla suçlanıyorsunuz?- Halt etmişler, öyle bir şey yok.
"Basındaki en nefret edilen adam" olduğunuzu düşünenler var. Böyle düşünmeleri sizi üzüyor mu?- Nefret edildiğimi zannetmiyorum. Zaten bu saatten sonra mesleki olarak beni hiçbir şey üzmez, derim fazlasıyla kalın. Her şey vız gelir, tırıs gider. Ben herkesin sevgi kelebeği olma derdinde değilim.
Yeteri kadar para kazandınız mı?- Benim zaten param var, ailemden kaldı. Ben bu işi ev kirası ve maaş için yapmıyorum. Bu da bana şu özgürlüğü sağlıyor: Kimseye eyvallahım yok, istediğim zaman kapıyı vurup çıkabilirim.
Her şey seninle başladı
Aksanınız Amerika’da bozuldu o zaman...- Evet, evet orada oldu. Biraz da Ömer Karacan’ı suçluyorum. Özel televizyonlar başladığı zaman bizler küçük çocuktuk ve en anlamlı şey Ömer Karacan’dı. Biz de onun gibi konuşmaya çalışırdık. Benimki düzelmiyor, böyle kaldı.
Amerika’dan dönüşte eğitiminize nerede devam ettiniz?- Sıradan bir Anadolu Lisesi’nde...
Siz her zaman mı tuhaf bir adamdınız, hep mi biraz "çıkıntı"ydınız?- Hep. Lisede birtakım dersler benim yüzümden "sitcom" gibi geçerdi. Sanırım hoşuma gidiyor, "buzz" yaratmak, ortaya insanların kafasını karıştıracak fikirler atmak. Ama yani laf olsun diye değil, hayatım boyunca hiçbir şeyi yapmış olmak için yapmadım, inanıyor olmam lazım.
Her zaman mı yazıyla kendinizi daha iyi ifade eden bir adam oldunuz?- Evet. Şiirler, küçük notlar, günlükler filan derken baktım ben sadece bu yazı işinden anlıyorum. Ofis işi yapabilecek biri değilim. Üstelik söylemek istediğim o kadar çok şey var ki, taşıyor, bunları bir şekilde ifade etmem lazım. 16 yaşında Hürriyet’e Ayşe Arman’a gittim...
Ya bir de böyle bir şey vardı...- Bu işlere beni bulaştıran biraz da sensin! İtiraf et! Her şey seninle başladı!
Yine de bunu etrafta çok tekrarlamasanız iyi olur!- 16 yaşında bir lise öğrencisiydim, "Ben köşe yazarı olmak istiyorum!" diye bir yazı yazdım, "Bıktık bu çürümüş dinozorlardan, onlar gitsin, benim gibi gençler gelsin" türünden ağır bir yazı, sana yolladım, sen de o yazıyı bastın. İnanılmaz gururum okşandı, sonra gazeteye geldim, seni buldum, "Ben daha fazla yardımcı olamam" dedin ve beni Ertuğrul Özkök’e gönderdin, daha doğrusu bana akıl verdin, "12.15’te kafeteryada kahve içiyor. Git, derdini ona anlat!" ekledin, "Çok uzun konuşma, sıkılır!" Dediklerini yaptım. Ertuğrul Özkök benden etkilenmiş olacak ki, içinde benim de adımın geçtiği bir Pazar yazısı yazdı. O yazı da benim için referans oldu. Sonra sen bana bir şey daha söyledin...
Bak onu hatırlamıyorum...-"İşi öğrenmek gerekiyor" dedin, trenle Brüksel’e Mehmet Ali Birand’a nasıl gittiğini anlattın, ben de gittim Birand’a, lise biter bitmez de 32. Gün’de başladım. Web sitesini yaptım, herkese e- mail kullanmayı öğrettim. Bir taraftan da Radikal 2’ye yazılar yolluyordum...
Radikal maceranız o zaman mı başladı?..- Aynen, 4-5 yıl sürdü. Hem röportaj yapıyordum hem de "Kent Fısıltıları" diye bir köşe yazıyordum. Sonra Akşam’a geçtim, o gündür bugündür de Akşam’dayım.
Ertuğrul Özkök biliyor mudur 16 yaşında ona gelen adamın bugün Akşam’da yazar olan Oray Eğin olduğunu?..- Sabahın çok erken saatlerinde bazen konuşuyoruz ama hiç "Pardon, ben size gelmiştim küçükken" demedim.
MEDYAYA KAVGA ETMEK İÇİN GİRDİMKafa atmaktan, düelloya girmekten korkmuyorsunuz. Ne bu? "Oyunun kuraları"nı öğrendiğiniz için mi? Yoksa, sizin kişiliğiniz böyle olduğu için mi?- İkisi de. Ben 16 yaşında "Var olan köşe yazarlarının neredeyse hepsi dinozor, gitsin bunlar" demiş insanım. Benim medyada olduğum yıllar boyunca da ne yazık ki hiçbir şey değişmedi. Hálá çok çarpık bir medya düzeni var. Kötü gazeteler, kötü yazarlar okuyoruz, bunları da hak etmiyoruz. Ben medyaya kavga etmek için girdiğimi düşünüyorum. Ediyorum, edeceğim de...
Pardon ama bu cüreti nereden buluyorsunuz?- Niye cüret? Ben daha iyisini biliyorum, daha iyi gazeteler okuyorum. Ben Türkiye’de gözümü sabahları New York Times’la açıyorum. Benim referansım orası.
O zaman belki de orada yazarlık yapmanız sizin hayrınıza!- Niye ya? Burası benim ülkem, burayı seviyorum, benim kıvrak olduğum dil de Türkçe.
Türk dizilerini izliyor musunuz?- Hayır. Yaptığım en iyi yatırım Apple TV almak oldu, bağımlısı olduğum bütün Amerikan dizilerinin parasını verip, anında izleyebiliyorum.
TC sınırları içinde yaşıyorsunuz ama Amerikan dizilerini izliyorsunuz, Amerikan gazetelerini okuyorsunuz, Türkleri küçümsüyorsunuz, hor görüyorsunuz, yeteri kadar iyi olmadıklarını düşünüyorsunuz...- Daha iyi olabilirler. Bunu söylemenin nesi kötü? Eleştiri iyi bir şeydir. Onların televizyonları da, gazeteleri de daha iyi. O yüzden de Batı, benim referansım.
Saldırgan bir adam olmakla suçluyorlar sizi, gerçekten öyle misiniz?- Umurumda bile değil benim hakkında ne dedikleri. Benim bütün arkadaşlarım beni çok severler. Saldırgan filan değilim.
Bir iki tane içince de "yılanlık" filan yapmazsınız yani...- Perihan Mağden miyim ben? İçince insanın kafasına bira atacak kadar asla sarhoş olmam. Çok kontrollüyüm. En büyük kusurum bu.
Hadi ya!- Valla öyle. Bana verilen cevapların hepsi bel altı. O kadar düzeysiz ki. Zaten hepsinin satırlarında, özel hayatıma dair şeyler var. "Yazdığın şeyi beğenmedik, sen zaten şişmansın!" türünden. Anlatabiliyor muyum? Başka beni neyle suçlayacaklar? Kimsenin gazeteciliğime laf ettiği yok, edemezler de...
Emin misiniz? Yazdığınız bazı yazılarda maddi hata çıktı. Haliyle, siz de doneleri oluşturmadan yazı yazmakla suçlandınız. Birilerini Fethullahçı olmakla suçladınız. Amerika’ya gitti dediniz, oysa hayatı boyunca o kıtaya adımını bile atmamış...- Bana kelime oyunu yapmasınlar, Amerika’ya gitmemiştir de Fransa’ya gitmiştir! Bu, onun hakkında yazdığım yazının özünü değiştiriyor mu?
Ben de şunu anlamıyorum: Nasıl hep siz haklı oluyorsunuz!- Ben kimsenin ilişkilerini yazmıyorum, aşk hayatını yazmıyorum. Yazarsam, yani bel altına girersem... Korksunlar benden. Beni kimse tutamaz! Özel hayat benim işim!
Peki insanların özel hayatını bu kadar iyi nereden biliyorsunuz?- Biliyorum, çünkü çalışıyorum...
Özel hayat çalışılarak nasıl öğreniliyor?- Bir sürü şey duyuyorum.
Ya duyduklarınız doğru değilse? Sizin hakkında başkalarının duyduklarının doğru olmadığı gibi... Arada ne fark var?- Ben doğrusunu duyuyorum! Ciddiyim, özel hayat yazmaya başlarsam insanlar sokağa çıkamazlar. Profesör bile bana bel altından vuruyor. Neden? Çünkü Doğan ailesine kendi köşemden mektup yazdım, "Bu adamı atın!" diye. Attılar. O da hıncını benden almaya çalışıyor.
Herhalde siz yazdınız diye onu görevden almadılar! Can Dündar’la yaptığım röportajın da en can alıcı kısımları sizin onun hakkındaki suçlamalarınızdan oluşuyormuş. Böyle şeyler yazdınız. Siz bizimle dalga mı geçiyorsunuz, yoksa paranoyak mısınız?- Benim gördüğüm kadarıyla kayda değer tarafları benim onunla ilgili yazdıklarımdan oluşuyordu.
Dahası yazdığınız şeylerin ispatı yok...- En iyi haber dedikodudan çıkar, dava açsınlar. Niye açmıyorlar? Açanlar da kaybediyor zaten. Paranoyak da değilim ama kuşkucuyum, gazetecilik kuşku mesleği...