Paylaş
Bu ülkenin oyunculuk tarihine adını altın harflerle yazdıracak. Bu onun ilk röportajıydı. Samimi, sahici biri. Bir sürü farklı karakterde, rolde onu görmek ve alkışlamak dileğiyle...
İzmirli olmak senin için ne ifade ediyor?
-Hayat enerjisi, keyfi, devam etme gücü, azmi... İzmirli adamı-kadını gözünden anlarsın. “Bir İzmirlinin her şeyini alsan da gülümsemesini alamazsın!” derler, doğru. İzmir’in kadınları için söylenir. Ama biz erkekler de nasibimizi aldık. Çünkü bizi de o kadınlar yetiştirdi. Ben zaten kadınların dünyasına doğduğum için fevkalade şanslı bir erkeğim. Etrafımda 5 kadın vardı...
Kim o 5 kadın?
-Teyzelerim. Bütün tatillerim onlarla geçti. O kadar ki, “Teyzelerim beni büyüttü!” diyebilirim. Ama demeyeyim. Annem sinir yapıyor!
BEN SANA YETEMİYORUM
Anne ne iş yapıyor?
-‘Vergi’den emekli bir mali müşavir. Aynı zamanda finansörüm. Bütün yatırımları nasıl yapacağımı o söyler. Annem sayesinde iki evim, bir arabam var. Annem olmasaydı bunları asla başaramazdım. Kadınlar hep önemli oldu benim için. Ve etrafım kadınlarla doluydu. Büyüyüp de aynı duyguyu arayınca, farklı kadınların enerjilerine kapılınca adı “ihanet” oluyor. Oysa, küçükken böyle bir sorunum yok, bir haremim vardı! Gerçekten çok sevildim. Tabii bu da ayrı bir bela, şımarık oluyorsun, doyumsuz oluyorsun. Her sevgilime, “Niye beni daha çok sevmiyorsun?” derim. Onlardan da “Ya ben sana yetmiyorum galiba!” lafını duyarım. Beni hep daha çok kapsamasını isterim. Terapiye bile gittim bu duygumu çözebilmek için. Ben annemle hep daha fazla vakit geçirmek istedim. Hem çok iyi anneydi hem çok iyi bir kariyer yaptı. Ama ben sevgi arsızı olduğum için hep daha fazlasını istedim, onunla geçirdiğim zaman yetmedi...
Annen sana âşık mı?
-Tabii ki.
Hayatta seni en çok beğenen annen mi?
-Yok, annem beğenmekten ziyade zaaflarımı, eksikliklerimi de gösterir. Bol bol eleştirir beni. Oynadığım role, verdiğim röportaja dair yorumlar yapar, çok dürüsttür, “Şurası olmamış Mertçiğim!” der. Ben de sinir olurum. Ama annem hep sahicidir. İçimdeki direkt beni görür. Bende içgüdüsel olarak, ona en ihtiyacım olduğu zamanlarda, o çalıştığı ve beni yalnız bıraktığı için hep bir önyargıyla yaklaşırım. Çünkü hep elime bir oyuncak verip, arka kapıdan sıvışırdı küçükken. O da haklı, ben de haklıyım. Ama ben bu meseleyi temcit pilavı gibi önüne getiririm...
Bu kadının, saygı duyduğun annen olması için de bunları yapabilmesi gerekiyordu...
-Elbette! Ben zaten anneme benzeyen kadınlara âşık olurum. Annem kadar güçlü duran, hafif böyle maskülen kadınlara...
Burada ister istemez eski sevgilin Hasibe Eren’e girmek gerekiyor...
-Açık yüreklilikle kendimi ona borçluyum diyebilirim!
Ne güzel! Bir insanın 7 yıllık ilişkiden sonra bunları söylemesi!
-Ve ayrılmasaydık, bu kadar güzel isimlendiremezdim bunları. Mucize’de babamı oynayan Erol Abi’nin dediği gibi, “Herkesin içinde bir karlı dağ var!” Benimki de Hasibe...
HERKESİN İÇİNDE BİR KARLI DAĞ VARDIR, BENİMKİ DE HASİBE
Çözemediğin bir şey mi? Gittiğin ama gidemediğin, kaldığın ama kalamadığın bir şey mi?
-Ben böyle güzel tanımlayamazdım, evet. Senden bağımsız kimyana sızar ya, öyle...
O şimdi seninle ne kadar gurur duyuyor?
-Çok duyuyordur. Mucize’de oynamam için de o teşvik etti.
7 yaş çok büyük bir yaş değil...
-Aman 7 yaş değil. Öldürür beni, 5 yaş! Lütfen Google’a girip doğum tarihine bak.
Annen, Hasibe’yi sevdi mi?
-Yazacak mısın? Çok sevmedi galiba. İki güçlü kadın...
Şimdi başka bir sevgilin var hayatında... Mutlu musun?
-Evet. Bu meseleyi deşmeyeceğin için de çok sevindim.
Demet Evgar’ın renkli gözleri için konservatuvar kazandım
Sendeki tiyatro aşkı ne zaman başladı?
-Lisedeydim. Güçlü diye bir arkadaşım vardı. Her cuma edebiyat dersinin bitiminde şöyle diyordu, “Çok özür dilerim hocam. Yarın Konak Belediyesi Kültür Merkezi’nde oyunumuz var, bütün arkadaşları bekliyorum”. Teneffüs oluyor, kızlar Güçlü’nün etrafına toplanıyordu. Bir, iki, üç. Sonunda dayanamadım, “Bunu nasıl başarıyorsun?” dedim. “Eee tiyatro kursuna gidiyorum” dedi ve ekledi,“Kızlar oyuncuları sever”! O an kararımı verdim, “Bunu ben de istiyorum” dedim. “O zaman gel” dedi. Böyle başladım...
Peki bu kadar yeteneklisin, nasıl oldu da 11 kere konservatuvar sınavına girmek zorunda kaldın...
-13 aslında! Hiçbirinde kazanamadım. Herhalde yanlış parçalarla gittik! İstanbul Devlet Konservatuvarı’nı kazandığımda, Suat Hoca’ya ben de sordum, “Bu konservatuvar beni 13 kere reddetti. Şimdi 426 kişi içinden 8 kişi aldınız, biri de benim. Nasıl oluyor?” Suat Hoca şöyle bir baktı, “Bilmiyorum” dedi, “O 35-40 saniyeyi izah edemem, karar verdik, seçildin” dedi.
ÜSTÜMDE EMEĞİ OLANLAR
Ama ondan önce Isparta’daydın...
-Evet. Ondan önce de Yeditepe’ye girmeyi başardım. “Yıllık, 5 bin dolar vereceksiniz. Sonra Mert, burslu okuyacak” dendi. Babam arabasını sattı, annem altınlarını bozdurdu. Demesinler mi, “7 bin 500 dolar, Mert de eğer başarı gösterirse burs alacak”. Bedrettin Dalan’ın kapısına gittik. “Bana burs için gelmeyin” dedi. Annem, “Gerekirse yazlığı da satarım!” dedi. “Yok” dedim, “Başka bir okul kazanacağım. Isparta’yı kazandım 98’de. Evdeyiz, babamın tek oyuncağı gitmiş, oğlu artist olacak diye. Bülent diye bir arkadaşım, “Isparta’da tiyatro bölümü açılmış. Yarın kayıt için son günmüş!” dedi. Döndüm babama, “Fikrimi değiştirmeden, hemen git” dedi. Orada da iki yıl kaldım. Sonra İzmir 9 Eylül’e yatay geçiş yapmaya hak kazandım. Tam yatay geçiş yaparken, o dönem Demet Evgar’la güzel bir şey yaşıyorduk. Demet bana dedi ki, “Lütfen İstanbul’a gel!” Babam hep der ki, “Bir sürü sınava girdin çıktın ama Demet Evgar’ın renkli gözleri için gittin 500 kişi içinden konservatuvarı kazandın!” Doğru valla! Üstümde emeği vardır...
Sana, “İyi oyuncusun yürü” diyen kim?
-Suat Özturna, Haldun Dormen, Yıldız Kenter, annem, Mahsun Kırmızıgül... Hepsine teşekkür ederim.
Paylaş