Paylaş
18 emekli orgeneral tutukluydu…
4’nün avukatı aynı kişiydi:
İlkay Sezer.
Biz onu eski Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’un avukatı olarak tanıdık.
Nişantaşı’nda buluştuk ve bütün bu süreci konuştuk. Ne oldu, ne yapılmak istendi, nasıl yapıldı, bundan sonra olacak…
Bilmediğim birçok şeyi öğrendim. Bu röportaj, cumartesi de devam edecek…
Lütfen bir hukukçu olarak, herkesin anlayabileceği bir şekilde, Balyoz davasıyla ilgili neler yaşadığımızı bize anlatır mısınız?
-Adı Balyoz davası olan bu davayla, 365 Türk subayına bir “balyoz”la vurmak istediler. Onları tasfiye etmek istediler. Tamamı sahte, dijital delillerle insanları mahkûm etmek istediler...
Başardılar da...
-Evet, onların bir ömür boyu geliştirdikleri kariyerleri hiçe sayıldı. Ki çoğu dönemlerinin en parlak subayları, generalleriydi, ayrılmak zorunda kaldılar. Daha sonra mahkûmiyet kararı geldi. Karar temyiz edildiğinde Yargıtay maalesef hukuken ciddi bir inceleme yapmaksızın, şekli bir karar vererek onadı ve bu insanlar hükümlü durumuna geldi. Aileleriyle birlikte mağdur oldular. Daha sonra Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru kapsamında kendisine yapılan 230 başvuruyu birleştirdi, tek dosya haline getirdi ve delillerin doğru değerlendirilmediğini, dijital delillere ilişkin itirazların araştırılmadığını ve iddianamede darbeyi engellediği ileri sürülen iki kişinin dinlenmemiş olmasını dikkate aldı...
ÖNLERİ BİLEREK KESİLDİ
Kimdi onlar?
-Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman. Dönemin Kara Kuvvetleri komutanıyla, dönemin Genelkurmay başkanı. Anayasa Mahkemesi, onların dinlenmemiş olmasını adil yargılanma ilkelerinin ihlali olarak gördü. Yeniden yargılama kararı verdi.
Sizce o 365 subay rasgele mi seçildi? Kısa çubuğu onlar mı çekti?
-Hayır! Öncelikle karacı personelden bahsedelim: Onlar, o dönem 1. Ordu Komutanlığı Bölgesi’nde, yani Edirne’den İzmit’e kadar görev yapan üst düzey general ve karargâhta çalışan kurmay subaylar ile kurmay eğitimi almak üzere akademide okuyan genç subaylar. Önümüzdeki dönemde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komuta kademesine atanabilecek personeldi. Önleri kesilmiş oldu. Denizci ve Havacı personelden ise seçme yapıldı. Onlar, değişik birliklerde beraber hareket ettiği iddiasıyla yine dijital delillerle suçlanan insanlar oldu. Düşünebiliyor musunuz, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde 120 tane denizci kurmay albay var. Toplamı bu. Bu 120 albayın 80 tanesi, İzmir-İstanbul Casusluk davaları, Balyoz ve Ergenekon davalarıyla tutuklandı. Yani Türk Deniz Kuvvetleri’nin kurmay albaylarının yüzde 75’i. Sadece bu veri bile, bu kadar insanın bir suça karışamayacağının, bu sahte delillerin bu ekibi ortadan kaldırmaya yönelik olduğunun kanıtıdır. Bir başka örnek vereyim, Deniz Kuvvetleri’nde yalnızca 52 denizci amirali vardı. 26’sı tutukluydu. Türk Deniz Kuvvetleri’nde koramiral kalmamıştı! Olacak şey mi bu! Hepsi tutukluydu o ya da bu davadan...
Toplam kaç asker tutuklandı?
-Malatya Zirve davası, Diyarbakır’da açılan dava, İzmir’de açılan Casusluk davası, İstanbul’da açılan Casusluk, Ergenekon ve bağlantılı davalar ile Balyoz’u da eklersek 500-600 civarında subay, şüpheli ya da sanık olarak ifade verdi...
ÇOK PLANLI SENARYO
Peki amaç neydi?
-TSK çok büyük bir güç ama bu davalarla bence şu mesajlar verildi: 1- Dışarı çıktığınızda itibarınız olmayacak! 2- Siz hiçbir şeysiniz! Görevdekilere de “İstersek, istediğimiz zaman sizi de alırız!” dediler. “En temiz bildiğiniz insanı bile içeri atarız!” dediler ve yaptılar. Yıllar öncesinden adım adım planlandı. Bir sistem, iğne oyası gibi çalıştı, bir senaryo dahilinde herkesi aldı. En sonunda Genelkurmay Başkanı’na kadar geldi. Bu bence, çok planlı, çok programlı bir senaryonun uygulanmasıydı. Türk subayını olağan şüpheli haline getirdiler, silah arkadaşlığını yok etmek istediler. Yoksa onlar da, ortada suç ve suçlunun olmadığını biliyorlardı. Ama kamuoyunda böyle bir intiba yaratmak istediler. Başardılar da...
Peki dandik delillerle bu iş 3 yıl nasıl sürebildi?...
-Valla, biz baştan beri anlattık. “Bu deliller sahte, bu insanlar boş yere tutuklanıyor, gözaltına alınıyor. Bunların yargılanması bile gereksiz!” dedik. Ama kimse inanmıyordu bize. Yel değirmenlerine karşı yalnızdık...
Peki o şüphe nasıl oluştu herkeste?
-Şüphe oluşmadı, oluşturuldu! İnsanlara öyle şeyler anlattılar ki, öyle yayınlar yaptılar ki, “Bunlar camileri bombalayacaklardı!” falan, insanların kafalarını karıştırdılar...
Türk ordusu da Irak ordusu gibi mi olsaydı?
Amaç neydi? 28 Şubat’ın intikamı mı? Bu kadar basit bir şekilde izah edilebilir mi?
-Yalnız başına o değil. Bence burada en büyük amaç Türk Silahlı Kuvvetleri’nin toplum nezdinde itibarını sıfırlamak, pasifize etmek. O iddiaların asılsız olduğu ortaya çıktı, hatta kanıtlandı ama mahkeme itibar etmedi. Ancak şimdi Anayasa Mahkemesi’nden dosya döndü...
Birileri bir şeyin intikamını mı alıyor? Kim o birileri?
-Aslında bir koalisyon söz konusu. Biri, Silahlı Kuvvetler’i pasifize etmek istiyor, diğerinin hıncı var, hıncını almak istiyor. Birleşiyorlar, Silahlı Kuvvetler’i hedef tahtasına oturtuyorlar. Bulunduğumuz coğrafyada her tarafımız ateş çemberi. Ukrayna’ya bakın, Suriye’ye, Ortadoğu’ya bakın. İstedikleri, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de Irak ordusu gibi kaçmasıydı herhalde. Biliyorsunuz, Irak’ın ordusu var ama 8 bin teröristi karşılarında görünce, kaçıp gittiler. TSK söz konusu olduğunda böyle bir şey düşünülebilir mi? Bizim askerimiz ölür ama oradan ayrılmaz. İşte bu bilinç yok edilmek istendi. Siz, bir askere dünyanın en modern silahını verebilirsiniz. Ama onu kullanacak askeriniz, inançlı, görevine inanan ve ölmeyi göze alan biri değilse, o silah hiçbir işe yaramaz...
(DEVAM EDECEK)
Paylaş