1 yıl ya... 1 yıl...
Ağlamak istiyorum sayın seyirciler!
*
Ağlıyorum.
Sebepli sebepsiz her şeye ağlıyorum.
İnoka ve kocası sandalyesiyle birlikte çalışma masası almışlar. Üzerinde hayvan resimleri var, ahşap. Yedi cüceler için. Bahçede montajını yapıyorlar. Benim kızım için. Görünce ağlıyorum.
Babaannesi, biri bembeyaz, bir çiçekli, dünya şekeri iki elbise göndermiş, paketinden çıkartırken ağlıyorum. Üzerinde nasıl duracak diye Alya’ya giydirmeye çalışıyorum, kendini yerlere atıyor, imkanı yok giydiremiyorum, büyüdü de isyan ediyor. Ağlıyorum.
Teyzesi Adana’dan internet kanalıyla sallanan bir sümüklüböcek yollamış, bizimki üzerine oturuyor, en gururlu haliyle sallanıyor. Kendi sallandığı yetmiyormuş gibi, bebeği Ali’yi de sallıyor. Ağlıyorum. Hatta bazen Ali’yi kollarına alıp, pışpış bile yapıyor. Ama Ali’yi banyoda suyun altına sokup, boğmaya çalışmasına da tanık olmuşluğum var!
Mine, evdeki suluboya resimlerdeki hayvanları öğretmiş, anneye birinci yaş günü armağanı, "Kuşlar nerede Alya?" diyorsun, gösteriyor. "Peki kedi nerede?" o küçük parmağıyla utangaç bir şekilde "Buğdaaaaa" yapıyor. Ağlıyorum.
Kızımın söylediği ilk kelime; hayır anne değil, baba değil, dede değil, Mami değil, Mine değil... Kediiiii. Bana çekmiş galiba, Alya da benim gibi kedileri seviyor.
Evin içinde artık sıralıyor, pıtır pıtır dolaşıp duruyor. Elini tut yürüt istiyor. En keyif aldığı anlardan bir tanesi; küçük ellerinden biri, annesinde, diğeri babasında: Uçtu uçtu Alya uçtuuuuu. Ağlıyorum.
Bu aralar en büyük keşfi: Kendi sesi. Çığlığı patlatıyor, sonra dinliyor. Fıldır fıldır gözlerle, o çığlığın nasıl bir etki yarattığını araştırıyor. Ağlıyorum.
İçeride, dışarıda artık hep bizimle birlikte sofraya oturuyor. Çatal, kaşık kullanıyor, ama bazen de sıkılıyor mudur nedir, "Üfff kim uğraşacak bu medeniyetle!" diyor, soyulmuş muzu yakaladığı gibi ağzına tıkıyor, eliyle de bir güzel içeri ittiriyor. Bu yorucu faaliyeti tamamladıktan sonra da kendini alkışlıyor!
En sevdiğim ve en korktuğum, birlikte alışveriş. Alışveriş arabasının içine kuruluyor, uslu durması için rüşvet olarak verdiğim ekmeğin ucunu bitirdikten sonra, ayağa kalkıp, raflara savaş ilan ediyor. O anda duruma hakim olmazsan yandın, marketi tepene yıkıyor.
Ve son numarası... Kendine bir "kurban" seçiyor, gözleriyle taciz ediyor, gülücükler atıyor, durumu o kadar abartıyor ki "kurban" da kayıtsız kalamıyor, sen ne şeker çocuksun filan deyip, gelip bunun kafasını okşuyor...
Bütün bunlar çok hızlı geçen bir yıl içinde oluyor.
Ve işte benim kızım 1 oluyor. Ağlıyorum.
Birkaç gündür doğum günü belgeseli çeken baba, ağlarken görünce "Duygularınızı alabilir miyim?" diye beni de filme çekiyor. Ve hemen ikinci sorusunu patlatıyor:
"İlk defa mı anne oluyorsunuz?"
Eşşek, benimle dalga geçiyor!
Bu defa ağlarken gülüyorum!
*
Anneliğimin birinci yıldönümü...
Müsaade ederseniz, biraz görgüsüzlük yapayım...
Etrafı balonlarla donatayım...
Ne renk olacak?
"Kırmızıya ne dersiniz?"
Parti merkezinde beni sinir eden Lübnanlı gay satıcı, yılansı bir dille cevap veriyor:
"14 Şubat’ta kocanıza ne vereceksiniz?.."
"Peki, bembeyaz yapsak?" diyecek oluyorum.
"Düğününde ne renk balon kullanacaksınız!"
"Şu maviyi de sevdim aslında..."
"Oğlana inşallah!"
Hay Allah, peki bize ne renk balon kaldı?
Pembe! Gönlüm sende! E biraz da renk katmak için, beyaz ve lila da koyuyoruz araya... Yüzlerce balon. Uçlarından ip sarkıyor. Bıraksan gökyüzüne uçacaklar. Allah’ım, bu çocuklar da bir gün yuvadan uçacaklar. Yine ağlıyorum...
*
Pasta çok mühim!
Küçücük çocuklar yiyecek bunu, hem güzel hem sağlıklı olması lazım. Le Noitre’a ısmarlıyoruz. Sonuç başarılı oluyor. Çoook hafif bir cheese cake, her tarafından çilekler, böğürtlenler fışkırıyor.
Bir şeyi fark ettim, bizim pastacılarımız süslemede aşmışlar, Ortadoğu ve Balkanları, hatta Ortadoğu’yu geçmişler, bence elin Fransız’ıyla pekálá yarışırlar.
Bir taraftan da Mine’yle ben, gelecek çocuklara hediye torbaları hazırlıyoruz. Yaşlarına göre içine minik hediyeler koyuyoruz: Oyun hamurları, tahta oyuncaklar, kesici olmayan makas, boya kalemleri, resim defterleri, kitaplar, CD’ler filan gibi...
Oyuncak demişken, nerede bizim zamanımızdaki doğum günleri oyunları...
Çok gelişmiş bu işler...
Pamuk helvacı, macuncu, palyaço filan aşılmış. Birlikte yaratıcı faaliyet yapılıyor... Muş. Biz de Alya sayesinde öğrenmiş olduk. Bir abla geliyor, çocuklarla birlikte hamur açıyor, hayvan şekilleriyle bisküvi yapıyorlar, fırına koyuyorlar pişiriyorlar ve çocuklar kendi yaptıkları bisküvileri afiyetle yiyor. Ya da birlikte ekmek yapıyorlar. Plastik hamurlarla heykel yapıyorlar. Kağıttan kuşlar, ördekler, horozlar, aklınıza ne gelirse. Bir de tişörtçü abiler geliyor, birlikte tişört boyuyorlar. Tek ölçü, birlikte eğlenirken aynı zamanda bir şeyler de öğrenmek...
*
Ve o gün gelip çatıyor.
Nasıl şahane, evin için çocuk dolu, bahçe de öyle.
Ve genç anneler...
Yeni anneler...
Ve babalar...
Dubai’de doğum günlerine Türkiye’den farklı olarak, babalar da geliyor. Sadece bir kadın faaliyeti değil yani. Onlar da kendi aralarında eğleniyorlar.
"Sosyal çocuk Alya", zannedersin ki, hayatı boyunca bu kadar çocuğu bir arada görmüş, hiç yadırgamıyor. Ama pasta üfleme kısmında şaşkın şaşkın suratıma bakıyor. Ne yapmam gerekiyor gibilerinden...
"Hadi üfle... Çalıştık ya dün gece..."
Üflemek fiilinin ne anlama geldiğini çıkaramadı.
Babayla ben yardımcı olduk.
Baktı, herkes birini alkışlıyor, o da alkışladı...
*
Son kare...
Alya, baygın düşmüş uyuyor.
Babası ve ben onun odasındaki halıya uzanıyoruz.
Sessizce hediye paketlerini tek tek açıp, oyuncakları çıkarıyoruz.
Öyle güzel oynuyoruz ki...