Paylaş
Görse yılan bile dokunmaz, hatta kaçar!
Özellikle röportajla cebelleşirken.
Cıssss yani.Uzak dur.
Beni işimden alıkoyma, ısırırım!
* * *
İşte öyle bir anda...
Çalışma odamın kapısı açılıyor.
İçeri bir çiçekçi giriyor.
Temiz pak bir oğlan ama... O anda onu öldürebilirim...
İşimin arasında giren bir yabancı.
Bakıyorum suratına, “Ne var? Sen kimsin? Ölümüne mi susadın? Burada ne işin var?” gibisinden.
Anlıyor, korkarak, “Bu çiçekler size” diyor, küçük, çekingen, tedirgin sesiyle.
Elinde şahane bir buket.
Hâlâ ne olduğunu anlayabilmiş değilim.
Sırtımı kedi gibi kamburlaştırmışım. Yani hâlâ tehlike arz ediyorum, pençelerimi çıkarıp üzerine atlayabilirim.
“Koyabilirsin onları şuraya” diyorum.
Bir an önce vakit kaybetmeden işimin başına dönmek istiyorum.
Ama yok, öylece dikiliyor orada, gitmeye hiç niyeti yok.
“Kartı okumayacak mısınız?” diyor.
Manyak mı ne!
“İşim var, birazdan” diyorum.
Hayal kırıklığı yaşıyor, “Sizi çok seven biri, yaşınız kadar gül yolladı size” diyor.
Gerçekten de, kıpkırmızı 42 gül. Uzun saplı, şahane.
Bir an şaşırıyorum, çünkü doğum günüm bir sonraki gün. Ne olduğunu çözmeye çalışırken...
Haydaaaa!
Kapı yine çalınıyor...
Çiçekçi yetmezmiş gibi, bir de çalgıcılar odaya dalıyor.
Bir klarnet, bir darbuka, bir keman, aman Allah’ım minik bir orkestra bu...
Çigan orkestrası...
Arkasında da bir kurye...
Elinde mumları yanan bir pasta... Artık teslim oluyorum ve bir kahkaha patlatıyorum. Çünkü ben kuryeyi tanıyorum: Hande Özcan. Sevgilimin doğum gününde de kuryeydi...
Ailemizin kuryesi...
Derken Alya ve arkasında sevdiğim adam...
Yüzünden bir muzır bir ifade... Ellerinde hediyeler...
Orkestra, “İyi ki doğdun!” nağmeleri çalmaya başlıyor.
Olabileceğim en çirkin halimdeyim.
Ama işte beni en çok seven insanlarla birlikteyim.
Üstelik sürpriz yapmayı severim ama sürpriz yapılmasından hoşlanmam.
Gerçekten hiç beklemediğim bir anda sevgilim beni ters köşeye yatırıyor.
* * *
Ondan sonraki 45 dakika içinde...
Neler olduğunu asla tahmin edemezsiniz.
Sevgilim, Alya ve ben yollardayız, havaalanına gidiyoruz.
Maribel ve Leman çantamı yapmışlar, içine ne koymuşlar bilmiyorum bile.
Ne çıkarsa bahtıma.
Uçakta, gece 12’de ikinci bir kutlama.
Ve gece 3’te Otel Le Gray’in bembeyaz çarşafları.
Hayatımda ilk kez gidiyorum ve bu benim hatam
Beyrut.
Hayatımda ilk kez gidiyorum.
Bu, benim hatam.
7 yıl Dubai’de yaşadık, bir türlü denk gelmemişti.
Aman Allah’ım neler kaçırmışım.
Siz siz olun, ilk fırsatta gidin.
Herkese şiddetle tavsiye ederim.
Resmen âşık oldum.
Size ukalalık edecek halim yok, bizimki “ala minute Beyrut”tu. Şehri, kültürü, yaşam tarzını çözdüm diyemem ama mini izlenimler aktarabilirim:
- Bir buçuk saat sürüyor. Cırt diye ordasın yani. O kadar yakın. En kısa zamanda git.
- Gerçekten büyüleyici ve heyecan verici.
- Üstelik pahalı değil. Pek çok yere göre ucuz. Özellikle yemekler. Ve çok çeşitli.
- Orası, tezatlar diyarı. Belki de en çok bu çarpıyor insanı. Bir taraftan kilise çanları, diğer taraftan ezan sesleri.
- Bombalandığı için yıkılmış bir yerin yanında, acayip şık bir gece kulübü. Sanırsın tiyatro dekoru.
- Veee inanılmaz bir gece hayatı, öyle böyle değil. Yok yok o şehirde.
- Üstelik bal gibi çocukla da gidilebilirmiş. Gündüz, muhteşem üçlüydük. Birlikte çok güldük. Geceleri ise, Alya otelde bir baby sitter ablayla, boyama, kesme biçme, yapıştırma ve film izleme olayına girdi. Biz de muhteşem ikili olarak Beyrut gecelerine aktık.
- Le Gray çok merkezi bir otel, şehrin tam kalbinde. Bizden kopya çekin, orada kalın.
- Beyrut’ta pek çok şey beni şoke etti. Bir tanesi, yeryüzünde kanser ve kalp krizi yok gibi davranıyorlar. Her yerde, otellerde, bütün lokantalarda, gece kulüplerinde püfür püfür sigara içiliyor. Hiçbir sigaranın üzerinde öldürür ya da iktidarsız yapar yazmıyor. Sadece sigara olsa iyi, insanlar her yerde nargile fokurdatıyorlar, puroları ciğerlerine indiriyorlar. Ne bir yasak, bir müdahale, ne bir ikaz. En şaşırdıkları soru: “Sigara içilebiliyor mu burada?” Bizim 90’larımız gibi.
- Herkes rahat, gevşek. Bir şölen halinde yiyorlar. Servis çok iyi. Damak tatları da bize çok benziyor. “Arak” desen yani rakı, su gibi akıyor, öğlen kola niyetine içiliyor.
- Boynunda haç taşıyan kadınlarla türbanlılar bir arada. Muazzam bir sefa hali söz konusu. Umurunda değil milletin hiçbir şey. Belki de savaşın bu kadar içinde yaşamak onları bu hale getirmiş. Hiçbir şey, onları eğlenmekten alıkoyamıyor.
- Bizim tanık olduğumuz olay, daha çok merkezde geçiyor, 5 kilometrekarenin içinde. Şehrin kalbi, yani downtown, tamamen yeniden yapılandırılmış. İnanılmaz estetik, inanılmaz lüks. Küçük kafeler, lokaller, barlar, çok güzel dükkânlar. Gerçekten Paris gibi. Ama hem Kahire, hem Paris, hem İstanbul, hem Dubai aynı zamanda. Hepsinin güzel bir karışımı. İtiraf etmek gerekir ki, bizim Nişantaşı’dan da Beyoğlu’ndan da daha medeni, daha renkli, daha neşeli. Yeniden yapılandırıldığı için, trafik meselesi en azından o bölgede halledilmiş, pek çok sokak trafiğe kapalı. Ortadoğu’da Dubai’den sonra en çok turistin gittiği şehirden söz ediyoruz.
- Evet, hâlâ her taraf silahlı adamlar, askerler, polislerle dolu. Bu görüntü Alya’nın dikkatinden kaçmadı. Savaş yüzünden harap olmuş binaları görünce, “Deprem mi olmuş burada?” diye sordu. Önceleri biraz rahatsız oluyorsun fakat sonra alışıyorsun, o gerçeği kabulleniyorsun. Yine de “Bu şehirde her an her şey olabilir duygusu” seni asla terk etmiyor. Bu da, baştan çıkarıcı bir özellik. Sinir uçların her an açık kalıyor.
- Ama o güzelim merkezden dışarı çıktın mı? Hah, işte o zaman resim değişiyor, bütün pırıltılar kayboluyor, yoksul biraz da ürkütücü bir Ortadoğu şehri başlıyor. O merkez gerçeği yansıtmıyor, evet müthiş bir yanılsama ama birkaç gün kafa dinlemek ve eğlenmek için inanılmaz.
- Huzurlarınızdan ayrılmadan önce bir itiraf daha: Sevgilimin bana verdiği hediyelerden biri, bir “öpüşme albümü”ydü. 10 senelik ilişkimizde, dünyanın bir sürü yerine gitmişiz ve haliyle sokaklarda, orda burada öpüşmüşüz. Bazılarını biz kendimiz çekmişiz, bazılarını başkaları. İşte o fotoğrafları 42 tanesini siyah-beyaz bastırmış ve bir albümde toplamış. Tahmin edeceğiniz gibi bunu fırsat bilip bütün Beyrut sokaklarında dudaklarına yapıştım. Kötü niyetten değil, sadece albümü devam ettirebilmek için...
Paylaş