Bu sabah, "Okul formasını giymeyeceğim, kaşındırıyor!" diye sinir krizi geçirdi ve kendini yerden yere attı. Dizlerimin üzerine çöktüm, birbirimize bakıyoruz. Hiçbir korku işareti yok gözlerinde. Bazen bu hali beni korkutuyor, inanamazsınız nasıl dayılanıyor, yüzümü ona yaklaştırıyorum, o da yaklaştırıyor, ben yaklaştırıyorum, o da yaklaştırıyor, dövecek sanki ya da kafa atacak...
Birden "Hav hav!" dedi.
Gülmem geldi. Ama gülmedim.
"Ne kadar ayıp!" dedim, "Anneyi korkutmak için havlıyorsun, öyle mi?"
* * *
Neyse ki bugün okullar açıldı...
Bıraktıktan sonra Katie ile karşılaştım.
Anaokulundaki en fırlama öğretmenlerden biri.
"Yılbaşında annemler Lübnan’dan geldi. Ne getirdiklerine inanmayacaksın" dedi.
Sormama bile fırsat vermeden devam etti:
"Bonfile! İnanabiliyor musun? Annem deli! Buranın etini sevmiyor, her seferinde Lübnan’dan getiriyor. Geçen sefer pirzola yüklenmişti, şimdi bonfile. Bir de et yolda hafif çözülmesin mi? Bavul batmış. Gümrükteki görevliler, ’Bu ıslaklık ne?’ diye sormuş. Bizimki de sinirlenmiş, ’Ne olacak, kan’ demiş. Bakmışlar ki, kadın çatlağın teki, ’Lütfen geçin hanımefendi’ demişler. Kanlı bavuluyla geldi eve..."
Güldüm.
"Bizimkiler de tavuk getirdi Türkiye’den" dedim, "Kansızdı..."
Sanki dünyanın en normal şeyiymiş gibi, "Eee haklılar" dedi, "Buranın tavuğunun tadı tuzu yok... Başka ne getirmişler?"
"Oooooo, sizinkiler daha profesyonelmiş! Kaç kişi geldiler?.."
"10. Annem, babam, erkek kardeşim, ablam, iki kızı, kocası, iki görümcesi ve kayınvalidesi..."
"Nerede kaldılar?.."
"Bizim evde..."
"Şaka yapıyorsun!.. Herkes aynı evde ha! Kim bilir nasıl eğlenmişsinizdir. Çok kıskandım..."
* * *
Eğlenceliydi gerçekten.
14 kişi aynı çatı altında.
Otelde kalsalar, aynı şamata, aynı kakara kikiri olur muydu? Asla.
Bu kadar insanı nerede, nasıl yatıracağız önceden planladık tabii.
Lojistik destek aldık.
İki yer yatağı Yonca’dan, üçüncüsü de Pam’den geldi.
İki de şişme yatak satın aldık, 4 kişi de onların üzerinde yatabilecekti.
Çift kişilik yatağı olan iki de misafir odamız var.
Ben çalışma odamı da yatak odasına çevirdim.
Ağacımız ve komik hediyelerimiz de tamam.
Hazırııııız!
* * *
Ve geldiler.
Tavuklarıyla.
Var ya, o tavuk enfesti, enfes!
Aytoş’un yaptığı çiğ ve içli köfte de şiir giydi.
Dünyanın en eğlenceli şeylerinden biri, upuzun neşeli bir masada kahvaltı etmek.
Her sabah ettik. Her kafadan bir ses çıkıyor. Biri, "Sucukları versene" diyor. Diğeri, "Kızarmış ekmek isteyen yok muuu?" Öteki "Menemen alan yoksa, hepsini yiyorum" diye bağırıyor. "Taze sıkılmış portakal suyu geldiiiiii..."
* * *
Size Alya’nın coşkusunu anlatamam.
Kendini bir kucaktan diğerine attı.
O kadar mutluydu ki.
Aynı ekip, çöle safariye de gittik, yılbaşına birlikte sarhoş olup girdik.
Bu kadar insan bir arada olunca ufak tefek gerginlikler, dokundurmalar olmuyor mu?
Olmaz mı?
Aile olmak, tam da bu demek.
Arada laf sokacaksın, dokunduracaksın.
Bir ara erkek kardeşimle karşılıklı gerildik.
Çekti gitti.
Mutlu aileden endişeli aileye geçtik.
Ama sonra elinde çiçeklerle gelince, kaldığımız yerden gülmeye, eğlenmeye ve yemeye devam ettik.
Şimdi zayıflama sürecindeydim.
Yemek görmek istemiyorum!
Buzluktaki içli köfteler beni ürkütüyor, elimden bir kaza çıkacak diye korkuyorum.
Bu arada öğlen olmuş, havlayarak beni korkutacağını düşünen kızımı okuldan almam gerekiyor.