Ah benim güzel çantam

Havada östrojen bulutu var.

Dolu kadın bir aradayız.

Herkes önce birbirine "Merhaba" diyor, sonra "Hayırlı olsun!"

O "hayırlı olsun", yeni çantaya.

Çanta deyip geçmeyin.

Çanta, bu zamanların en önemli fenomenlerinden biri.

*

1. kadın, anlatıyor

"Ben bir kurbanım. Çanta kurbanı..."

Dayanamıyorum, "Nasıl yani?" diyorum.

"Basbayağı" diyor, "Bir sonraki yıl, moda olacağını sezdiğim 4 ya da 5 çantaya sahip olamazsam yapamıyorum. Kendimi kötü hissediyorum. Depresyona giriyorum. Dengem bozuluyor. Bir bağımlılık bu. Ne yapıp edip, o çantayı almalıyım. Alınca rahatlıyorum..."

Gülecek oluyorum, bana şakaymış gibi geliyor.

Ama kendimi toparlıyorum.

Çünkü karşımdaki kadın son derece ciddi.

"Sanma ki, bu konuda ben tek kadınım. Dünyada benim gibi milyonlarca çanta manyağı var. Aynı kefeye koyma, bizi ayır, bizim durumumuz alışveriş manyaklığına girmez, çanta manyaklığı hiçbir şeye benzemez. Mutlaka bunun da psikolojik bir karşılığı vardır ama işte tutkuyla elimize almak istediğimiz, dokunmaktan haz aldığımız, seyrine doyamadığımız o çantalar bizim olmazsa hayatta edemiyoruz."

"İyi de, uğruna bunca fedakarlık edilen çantayı, kaç defa kullanabilirsin?"

"4, biraz zorlarsan 5. Yeteri kadar sık kullanamıyor olmam çanta manyağı olmamın önünde bir engel değil ki..."

Lafın burasında, şaşkınlıkla 1. kadına ve oturduğu koltuğun yanına astığı o şahane Louis Vuitton, turuncu güderi, bohça çantaya bakıyorum.

İnsanın alıp kaçası geliyor.

Bir köşede okşayıp dokunulacak çanta...

O kadar güzel.

*

2. kadın, araya giriyor

"Onun kadar olmasa da, ben de çanta manyağı sayılırım. Beni, daha çok sınırlı sayıda üretilen çantalar tahrik ediyor. Bende koleksiyoncu ruhu var galiba, onlara sahip olmak için uğraşıyorum. Bazı markalara da bu yüzden kızıyorum. Bizim gibi bu konuda zaafı olan kadınları deli etmek için özellikle az sayıda üretiyorlar. Allah’tan bu konuda yardımcı firmalar var..."

"Nasıl yani?" diye sormadan edemiyorum.

"Quintessential gibi firmalar var. Kadınların istedikleri çantalara ulaşamamalarının onlara ne kadar acı verdiği biliyorlar. Bu tür hizmetler sunuyorlar. O aradığın sınırlı sayıdaki çanta, Dubai’de yok mu? Londra’da, Paris’te çantanın peşine düşüyorlar. Orada da mı yok? Milano’ya bakıyorlar. Orada da mı tükenmiş? Bingo! Barcelona’da buluyorlar. Ve sana ulaştırıyorlar. İşin bu boyutları da var yani. Allah’tan ben daha henüz o kadar düşmedim!"

*

3. kadın, konuya atlıyor

"Sizin yeni gelişmelerden haberiniz yok. Artık çanta kiralayan firmalar var. Yılın en önemli davetine, istediğin marka çantayla gidip sonra iade edebiliyorsun. Ya da üç ay kullan, sıkıldın mı ver. Teşekkür edip çantadan ayrılırken biraz için burkuluyor ama satın alarak bir servet ödemekten kurtuluyorsun..."

*

4. kadın, "Bu anlattıklarınıza çok yabancıyım" diyor

Diyor ama...

Koluna taktığı çanta da, "Ben de varım, ben de varım" diye parmak kaldırıyor.

"Pardon, senin kullandığın çanta ne marka?"

"Chloe" diye yanıtlıyor 4. kadın, "Ama benimkini kocam doğum günümde aldı. Sayılmaz!"

*

Gördüğünüz gibi, "Bu işlerle alakam yok" diyen kadınların çantası bir marka ya da bir stili var. İnsanlar gözlerini kırpmadan, hiç acımadan, vicdan azabı duymadan, aile gelirlerinin önemli bir miktarını inanılmaz pahalı çantalara yatırıyorlar. Ve ne kadar spor, ne kadar salaş giyinirlerse giyinsinler, o çantaları yanlarından ayırmıyorlar. Bu, onlara bir hava katıyor.

Bu durumu sadece marka düşkünlüğü olarak tanımlamak da doğru değil. Çünkü peşine düşülen çantanın sadece markası değil önemli olan. Evet, bazıları marka peşinde. Bazıları da stil peşinde. Aradığı, takip ettiği stilde bir çantası olması için uğraşıyor.

Hafifsemeyin, ciddi bir çalışma gerektiriyor, dergiler alınacak, takip edilecek, internetten bakılacak, eşe dosta sorulacak, vitrinler araştırılacak, hangi çantalar yükselişe geçecek tespit edilecek. Farkındaysanız, Freud’un puro benzetmesi gibi, "Çanta, sadece bir çanta değil..."

Neredeyse, bir kadınlık sembolü.

Artı statü sembolü...

Tabii bizde, bu durum da abartılıyor. İnsanlar cenazelere bile son model çantalarla gidiyorlar, etrafa göstermeye. O çantalar kollarda asılı duruyor, her fotoğrafta mutlaka onlar görülüyor, kadınlar arasında çantalara neredeyse araba muamelesi yapılıyor.

İnsan, "Bu çantalar hangi mutsuzluklara, tatminsizliklere örtü oluyor?" diye de düşünmeden edemiyor.

*

Ama bir taraftan da, 1. kadının söyledikleri kulağımdan gitmiyor:

"Ben bir iş kadınıyım. Bir designer’ım. Evimi aldım, arabamı aldım. Döşedim ettim. Her şeyim tamam. E şimdi biraz para artırınca ne yapayım? Altın mı alayım, döviz mi? O tür tasarruflar bana göre değil. Ben, klasik bir Chanel çanta almayı tercih ediyorum. 30 yıl sonra da kullanabilirim. Chanel bu, o zaman da değerli olacak, sonsuza kadar da güzel kalacak..."

*

Akşam, sevgilimle sohbet ediyoruz.

Gündüz öğrendiklerimi bir güzel ona satıyorum.

Kadınların bu aralarki statü sembollerini sayıyorum:

Hermes Birkin, Hermes Gautier Birkin, Fendi B, Fendi Spy, Balenciaga, Chloe...

"Bütün bunlar laf" diyor, "Bir erkek, bir kadının neresine bakar?"

"Neresine?"

"Kalçasına, göğsüne, bacaklarına, gözüne, yüzüne, eline, boynuna, ne bileyim... Bir yerine bakar, Ama bugüne kadar, bir erkeğin bir kadının çantasına baktığını görmedim. Bir erkeğin ’Aaa kadına bak, ne güzel bir Fendi takmış koluna!’ dediğini de duymadım. Dolayısıyla, biz erkekler aslında sizin çantalarınızla hiç ilgilenmiyoruz. Taklit mi gerçek mi, onu bile ayırt edemeyiz..."

*

Sanki biz edebiliyoruz.

Bu arada bu bilgiyi vermeden geçmeyeyim.

Taklitlerin de kendi aralarında bir statüsü varmış.

En iyi taklitler Kore, Çin ve Tayland’mış.

Ama Kore en iyisiymiş.

Türkiye de, deri taklidinde öne çıkıyormuş.

Ne var ki, yurtdışından alınan taklitler daha havalı ve daha kıymetli bulunuyormuş.

Durum şu kadar absürd:

Dubai’ye mi geldin?

Karama’ya gidip taklit çanta alıyorsun, oysa Kapalıçarşı’da çok daha iyileri var.

Olsun.

Sen taklidini yurtdışından almış olmanın hazzını yaşıyorsun!

Ölüler ziyarete gelir mi?

Evet, geliyor Ayşe. Babaannemin cenazesine, Almanya’da yaşadığım için yetişemedim. Ölümünden bir hafta sonra yurda ve onun yaşadığı yere gittik. Tamamen uyanık bir halde oturuyordum ve o geldi beni dizine aldı, saçlarımı okşadı, son güne kadar beklediğini, neden daha önce gelmediğimizi sordu. Gittiğinde hálá, onun kokusu odada idi. O günden bu yana birkaç defa daha geldi ve her seferinde ne dediyse oldu. Bir seferinde, bayram arifesinde, bana kaymak yağı getirdiğini söyledi. Ama Almanya’dayız, kaymak yağı ne arar? İnanmayacaksınız ama dolapta gerçekten de kaymak yağı vardı. "Bunu kim koydu buraya?" diye çığlık attım. Korkudan kaseyi düşürdüm. En son kuzenimi istediğini, onun artık bize gelemediğini, bizden birini alacağını söyledi. Aldı da! Valla, bunlar benim yaşadıklarım. Kim ne derse desin, evet, ölüler ziyarete gelir...

(Tülay A.)
Yazarın Tüm Yazıları