1 adet Ayşe için bavul (İstanbul + İtalya) (Anneler fedakardır)
1 adet Baba için bavul (tekne + İstanbul + İtalya) (Babalar daha da fedakardır!)
2 adet bavul Dada için
1 adet kutu şeklinde kedi evi
Seyahat envanteri bu kadar.
Her şey, Dubai’deki evin kapısının önüne yığılmış vaziyette.
Fazla eşya mı aldık nedir?
Kaçmaz, azarı yiyeceğiz.
Başımız önde, suçlu suçlu Baba’yı bekliyoruz.
*
Tatilde ya...
Islık çalarak merdivenlerden aşağı iniyor.
Mis gibi tıraş olmuş, kokular sürmüş, keten bermudasını çekmiş.
Eyvah!
Şimdi bavulları görecek.
Ve ne diyecek:
‘Şaka yapıyorsunuz!’
Diyor.
‘Şaka yapıyorsunuz!’
Ne de olsa, insan aynı yatağı paylaştığı adamın ne söyleyeceğini biliyor.
Ardından şu cümle gelecek:
‘Tatile mi gidiyoruz, göç mü ediyoruz!’
Cevap verecek halimiz yok, Dada, ben ve Alya kafaları öne eğiyoruz. Ben, ‘Bebekle seyahat edince böyle oluyor’ deme gafletinde bulunuyorum. Cılız bir başkaldırı benimki. Sevgilim hemen püskürtüyor: ‘Alya’dan önce de durum farklı mıydı sanki. O kadar rica etmiştim, lütfen herkes küçük bir çantayla yetinsin demiştim. Kaç parça var burada? Her yere bir şey sokuşturmuşsunuz. Mümkün değil bizi uçağa almazlar...’
Tam o sırada Alya’yı dürtüyorum.
Daha önce öğrettiğim gibi, eliyle ‘Baba gel- gel- gel’ yapsın. Gerekirse ‘tel sarar’ da yapsın. Böyle kritik anlarda marifetlerini sergilemesi havayı yumuşatabilir, belki baba bizi affedebilir. Hadi kızım göster bakalım kendini, yap bütün şirinliklerini.
Övünmek gibi olmasın ama Alya’nın canı istediğinde yapabildiği bir kaç marifeti var:
Yalandan öksürme (Ö hö ö hö),
Baba gel-gel-gel,
Ba ba ba ba ba ba,
Tel sarar Alya tel sarar,
Yanaklarını şişirip tükürük saçmak,
Dil çıkarmak,
Tombul ayak parmaklarını ağzına sokmak,
Kuş seslerini taklit etmek...
İşaretimle birlikte Alya, önce yumruk yaptığı sağ elinin parmaklarını açıp açıp kapatıyor, ‘Baba geeel- geeel- gel’, sonra ‘ba ba ba ba’ diyor. Bu seslerden biz baba dediğini çıkarıyoruz. Yalan! ‘Ba’ bir bebek için söylemesi en kolay hece. Olsun, o bunu söylediğinde babası ihya oluyor.
O da ne!
Alya havaya girdi.
Bütün bildiklerini üst üste yapmaya başladı.
Yalandan öksürüyor aynı anda ‘tel sarar’ yapıyor, yanaklarını şişirip tükürük saçıyor bir taraftan da dil çıkarmaya uğraşıyor.
‘Alya dur kızım, kıpkırmızı oldun, hepsini birden yapmaya kalkma, boğulacaksın... Nefes al biraz. Nefes!’
Formül işe yarıyor.
Babanın dikkati, bavullardan sakinleştirilmesi gereken Alya’ya kayıyor.
*
Sakinleştirmemiz gereken başka biri daha var:
Oğluş.
Anlatamam, nasıl somurtuyor. Küs bize. Poposunu dönmüş oturuyor. Onu bu kocaman evde yalnız bırakıp gideceğimizi zannediyor. Halbuki ne alakası var, bir kere yaptık, hastalandı hálá uğraşıyoruz, bir daha asla. O da bizimle Türkiye’ye gelecek.
‘Hadi neşelen bırakmayacağız seni burada!’
Biraz kendine gelir gibi oluyor ama hálá sıkıntılı çünkü uçakla seyahatten de hoşlanmıyor. Oğluş bir süredir sabah-akşam antibiyotik alıyor, arka bacaklarında bir türlü kurutulamayan bir iltihap var, tam geçer gibi oluyor, iltihap başka bir yerinde nüksediyor. O yüzden, antibiyotiklerle yaşıyor. Ben inanıyorum ki İstanbul’a gittiğimizde memleketin havası ona iyi gelecek tekrar canavar gibi olacak.
*
Sevgilimin biraz kuru sesi, beni gerçeğe döndürüyor.
‘Bak ekonomide seyahat edeceğiz ona göre...’
‘Yani?’
‘Kucağında Alya, ayağının altında Oğluş olacak. Bununla da kalmayacak: Alya’nın oyuncakları, müzik seti, emzirme yastığı... Allah aşkına bunların hepsi nasıl sığar o koltuğa!...’
‘Sen karışma. Ben bir yolunu bulacağım, görevlilere yalvaracağım filan.’
Yalvardım!
Ne fayda?
Türkiye’nin, Türklerin ve Türk Havayolları’nın gözünü seveyim.
Bunlar sanki taş duvar.
Hayatımızda ödemediğimiz kadar yüklü bir bagaj fazlası ödüyoruz.
Eyvah en ağırı bu: Oğluş’u da elimizden alıyorlar. Uçağın arkasında gidecekmiş. ‘Yapmayın’ diyorum, ‘o hasta’ diyorum. Tık yok. Kızıp, ‘Evinizin camını taşlarım, kedimi bana geri verin’ diyorum. Gülmüyorlar bile. Emirates’in kuralları gereği, petler kabinde uçamaz...mış!
Bana yanlış bilgi verdiniz diye tepiniyorum.
Göz yaşları içinde Oğluş’umla vedalaşıyoruz, o kargoya gidiyor.
Allah’tan sorunsuz bir yolculuk yapmış.
Türkiye’ye geldiğimizde gözlerinde herhangi bir korku ifadesi olmadığı gibi yemin ederim memlekete döndüğü için ‘Zafer benim’ der gibi bakıyordu.
*
Oley!
Geldik.
Babaanne bizi karşılıyor.
Alya’yı pek büyümüş buluyor.
Alya, ona getirdiği hediyeyi uzatıyor.
‘Kızım ver onu babaanneye’, deli mi ne, elinden bırakmıyor ve babaannenin hediyesini kemiriyor.
Evet... Yiyor.
Resmen hediyeyi yiyor!
*
Dah- an- an- annnnn....
Alya’nın ilk büyük macerası başlıyor.
Oğluş Arnavutköy’e, biz Göcek’e tekneye, Akdeniz’in koylarına...
İnsanın aklına ilk gelen düşünce Mavi Yolculuk’a 6 aylık bir bebekle çıkmanın felaket bir şey olacağı. Hayır efendim, hiç de değil. Alya çok mutlu oldu, üstelik açık hava, bol gıda yaradı, gürbüzdü daha da gürbüz oldu. Ama asıl hayranlığımı çeken yanı, ‘o büyük su’yla ilişkisindeki kahramanlığı. Zannettim ki korkar, girmek istemez, bağırır çağırır, mızmızlanır; Dubai’nin suları hamam gibi, soğuk bulur, burun kıvırır, ağayı yere değmeyince tedirgin olur...
Ne gezer...
Zannedersin su perisi Esther Williams...
Arkadaşı Pırıl’ın simidine de konunca keyfine diyecek kalmadı...
Ayaklarını içinden geçirebileceği bir deniz simidi, tepesinde onu güneşten koruyan bir tente, önünde yemeğe doyamadığı toplar, bırakıyoruz dolaşıyor suda, ne tutan var ne bir şey...
Başına buyruk mu olacak nedir!
Ne var ki yediği sadece simidin topları değil...
Alya, eline geçen her şeyi yiyor!
Havaalanında aldığım Emin Çölaşan’ın yeni kitabını da kemirdi yaladı yuttu. Turgut Özakman’ın ‘Ah Şu Türkler’ini zor kurtardım elinden...
*
Ve tekrar İstanbul.
Swissotel’e yerleşiyoruz.
Çünkü Arnavutköy’deki eve sığabilmek mümkün değil.
Oğluş, Alya, ben, Dada, Leman ve baba...
Ayakta dursak bile bir oda bir salona sığamıyoruz.
Babaannenin bitmez tükenmez aklı sayesinde bu defa da yırtıyoruz.
Sağ olsun Swissotel’dekiler bize gayet iyi muamele ediyorlar. İki oda bir salon dairenin bir odasını Alya için hazırlamışlar, bebek bornozu, bebek şampuanları, kremler, minik havlu terlikler banyoda yüzdürmesi için ördekler, yatağının üstünde hediyeler...
Görünce onu da adamdan saydılar diye duygulanıp ağlamaya başlıyorum.
Çocuklu olmanın insana getirdiği en önemli değişikliklerden biri de bu, zırt pırt ağlıyorsun.
Biz bir otel odasını eve çevirmeyi başardık.
Mutfakta Alya’nın sebzeleri pişiyor...
Ziyaretçiler, gelenler...
Çaylar, pastalar börekler....
Kabul günü maşallah!
*
Bu, tatil arası...
Birkaç gün sonra Alya için 2. macera başlayacak:
Anne-baba-çocuk tatili.
İstikamet İtalya.
Milano’ya uçuyoruz, oradan araba kiralayıp Como Gölü’nü gidiyoruz. Oradan, ver elini Portofino. Size küçük bir sır: Alya’nın göbek bağını da götürüyoruz yanımızda. Artık San Remo’da mı, Monaco’da mı, Nice’de mi, bir yerlere bırakacağız işte...
Akşamları 7.30’da kızımızı yıkayıp yatıracağız, biz sevgilimle otel odasında adam asmaca ve tavla oynayacağız... Belki isim şehir de oynarız!
Sizi öpüyorum.
Gevşek yaz günlerinin bitmesine ramak kaldı, yazın keyfini çıkarın diyorum.