Paylaş
Ayşe Sevinç Sözer...
61 yaşında...
Üç çocuk annesi bir emekli...
Mersin Bağımsız Kadın Derneği üyesi.
Hayatı boyunca her şey için mücadele etmiş ve hep kendi ayaklarının üzerinde durmuş bir kadın...
Öyle de çocuklar yetiştirmiş.
Harika çocuklar.
Değer, Orhan ve Amaç.
Siz tanıyorsunuz o çocuklardan birini...
En büyük kızı Değer Deniz, evinin balkonundan giren bir sapık tarafından tecavüz edilerek öldürüldü.
Geçtiğimiz günlerde anne Ayşe Sevinç Sözer, dava için İstanbul’daydı, ben de onunla röportaj yaptım.
Yılın son günü Değer Deniz’i anmak istedim ve hiç unutmamak... Unutturmamak... 2016’da bu ülkede yaşanan kadının kıyımının bitmesi dileğiyle...
Hayalimde kızım Değer artık melek
Sizin başınıza bir annenin başına gelebilecek en feci şey geldi. Başınız sağ olsun. Ne denir tam da bilmiyorum. Nasıl hissediyorsunuz?
- Tarifsiz bir acı. Kendinizi bırakırsanız altında kalacağınız bir acı. İnsan aklını yitirir, öyle büyük bir acı ki...
Peki nasıl devam ediyorsunuz hayata?
- Değer’imin bir dik duruşu vardı. O duruşunu devam ettirmeye çalışıyoruz biz de. Öyle yapmamızı isterdi çünkü o. Kendine ve çevresine saygısı olan biriydi. Nasıl biri biliyor musunuz?... Bakın hâlâ geçmiş zaman kullanamıyorum. “Nur içinde yatsın!” diyorlar, başsağlığı diliyorlar. Öyle boş boş bakıyorum. Hâlâ kabul edemiyorum...
Siz, Değer uzakta bir yerde yaşıyor gibi mi hissediyorsunuz?
- Ben onu emin ellere teslim ettim diye düşünüyorum. Gelinliğini giydirdim, emin ellere teslim ettim. Hayalimde kızım Değer, artık bir melek. Beyazlar içinde ve elinde de bir asası var, ihtiyacı olanlara yardım ediyor, yıldızlar dağıtıyor. Yaşarken de öyleydi zaten, değdiği herkese iyilikler, güzellikler verdi, hayatlarında mucizeler yarattı. Biliyorum, bir annenin ölmüş evladı için “O artık melek oldu” demesi irrasyonel ama yaşadığım acı o kadar büyük ki, akılcı davranmak da bir işe yaramıyor; bu düşünce en azından beni rahatlatıyor. Olan biteni bu şekilde kabul etmeye çalışıyorum.
Size devam etme gücü veren ne? Kızınızın katilinin ceza aldığını görmek mi?
- Ceza tabii ki alacak. Ama ne kadar ceza alırsa alsın, hatta idam bile edilse... Bu benim kızımı geri getirmez ki. Acımı dindirmez ki. Benim kızım artık yok, asla da geri gelmeyecek. Tabii ki o katilin, olabildiğince yüksek ceza almasını isterim, bunun için de elimizden gelen her şeyi yapıyoruz ama Değer’imin gülümsemesini bir daha asla göremeyeceğim, kızıma bir daha asla sarılamayacağım... Fakat onun bize bıraktığı gururlar var. Yaptığı müzikler, besteler, kitabı var... Yeni albümleri olacak. Bunların hepsi bizi hayata bağlıyor. O kadar büyük gurur duyuyorum ki kızımla. İşte o gurur da acımı biraz olsun hafifletiyor. Geçenlerde doğum günü anma gecesi düzenlendi, ben o geceyi nasıl atlatacağım diye düşünürken o kadar büyük gurur yaşadım ki. O kadar çok seveni var ki. Onu hep yaşatmak için koyduğumuz hedefler var, onları hayata geçirmek istiyoruz. Ama tabii öncelikle istediğimiz mahkemenin sonuçlanması...
Geçen hafta davası vardı, siz de İstanbul’a geldiniz. Neler hissettiniz?
- Her mahkeme benim için biraz başa dönmek gibi oluyor, kötü oluyorum, sürekli yeni ayrıntılar öğreniyorum. Ama bunun dışında bizim açımızdan mahkeme iyi gidiyor. Katilin söylediği yer yalan, onun hanesine eksi, bizim hanemize artı olarak yazılıyor. Ben baştan çocuklarıma, “Çok fazla detay bilmek istemiyorum!” dedim. Çünkü bir sonuç var ortada. O sonuca nasıl gelindi, çok da öğrenmek istemedim, çünkü beynimde canlandırmak istemedim. Fakat sonradan, zaman geçtikçe ister istemez, neyin ne olduğunu öğrenmek zorunda kaldım. Kızımın maruz kaldığı şeyler korkunç!
Davanın nasıl sonuçlanacağını düşünüyorsunuz? Özgecan’da olduğu gibi mi?
- Keşke öyle olsa... Ağırlaştırılmış müebbet. Ama bizim davada, yaştan dolayı mümkün değil gibi görünüyor. Yine de inşallah en yüksek ceza verilecektir.
Siz olaydan nasıl haberdar oldunuz?
- Biz çok sık konuşan bir anne-kızdık. Her gün birkaç defa. Zaten bir ay önce İstanbul’daydım, iki ayda bir yanına gidiyordum. Telefonunu kapatacağı zaman bile, o kadar yakındık. O gün aradığımda telefonu kapalıydı, nedense bir aksilik olduğunu hissettim. Kardeşi Orhan’ı aradım, “Dün akşam birlikteydik!” dedi, “Ama telefonu cevap vermiyor, bir bak istersen” dedim. Çünkü içime doğdu ve telaşlandım. Orhan gitti, kapıyı kırıp içeri girdi ve böyle bir olayla karşılaştık.
Ne kadar vahim bir şeydi yaşadığınız? Yani insan idrak ediyor mu söyleneni, yoksa algılamada zorlanıyor mu?
- Ben büyük bir şoka girdim. Öyle oluyorsun, şok yaşıyorsun. Olan biteni tam algılayamıyorsun. Hayal meyal hatırlıyorum, hep flu o görüntüler, nasıl İstanbul’a gittim, inanın bilmiyorum. Öyle büyük bir şok ki, önce bunun nasıl olduğunu öğrenmeye çalışıyorsun, kim yapmış olabilir, polise yardımcı olmaya uğraşıyorsun. Tek amacın katili bulmak oluyor. Fakat yaşadığım acıyı anlatmak ve tanımlamak çok zor. Allah kimseye vermesin diyebilirim ancak.
Siz, “Bu onun kaderiydi!” diye mi bakıyorsunuz?
- Ben aslında kaderci bir insan değilim. Hep mücadele ederim, ettim de hayatım boyunca. Ama bu olay, bana bazen de mücadelenin boş olduğunu gösterdi. Sanki gerçekten de bir kader, bir alın yazısı var ve bizler onu yaşıyoruz. Böyle hissettim. Çünkü ortada mantıklı bir sebep yok, insanın bir problemi olur, bir düşmanı olur. Ama Değer’in yoktu. Böyle bir vahşeti yaşamak için makul bir sebep yoktu. O yüzden kader diyorum. Çünkü başka türlü izah edemiyorum.
Katilin çocuk mahkemesinde yargılanması sizce haksızlık değil mi?
- Haksızlık tabii! Birini öldürebilecek ehliyette olan birinin, “Cezai ehliyeti yok!” diye çocuk mahkemesinde yargılanması nasıl açıklanabilir? Evlenmiş, çocuğu var. Her türlü şeye aklı eriyor. Ama yasa böyle diyor...
Paylaş