Paylaş
Bir anlığına babasının başına bir şey geldi sandım.
“Hayır dedi, babam iyi; ama bütün emeği çöpe gitti.”
Ayrıldığım eşimin işyeri İkitelli’deydi, öğrendik ki koca bina sular altında. Kendisi bilinen bir araba markasının en büyük bayilerindendi.
Bırakın geriye araba kalmasını, hiçbir şey kalmamış işyerinde.
Sabah saat altı sularında güvenlik görevlileri canlarını bile zor kurtarabilmişler.
Haliyle bu olay çok üzdü bizi. Fakat günün ilerleyen saatlerinde duyduklarımız, insanlarımızı kaybetmiş olmamız, yaralananlar, kaybolmuş insanlar yine şükrettirdi bizi; hiç değilse mala gelmişti, zor da olsa bir yerden geri dönülme ihtimali vardı. Ama cana gelince çaresi yok işte...
Afet dediler çıktılar yine işin içinden. Afet!.. Suçlu, doğa yani!
O dere yıllardır orada. Hiç mi akıllarına gelmedi, böyle bir şey yaşanacağı, önlem alınmadığı için sonucun facia olacağı?
Niye kollamadılar çarpık yapılaşmayı?
Neden belediyeler hiçbir işe yaramamakta?
Türk milleti, deneme tahtası ya da kobay mı?
Depremlere, sellere, kazalara karşı önlem alınması, tedbirli davranılması için her seferinde birileri mi ölmeli?
Bozuk yolun onarılması için, orada en az on kaza mı olmalı?
Bir de kalkıp yağış devam edecek; önleminizi alın, diyorsunuz? Önlem alması gereken kim sizce: siz mi biz mi!
Halkın zaten her şey canına tak etmiş vaziyette.
Böyle bir acı içinde bile televizyonlarda seyretmediniz mi halkınızın ne hale geldiğini? Yağmaladılar her yeri! Bir yanda parçalanmış bir araba ve ceset, hemen yanında dağılan tabakları yüklenmeye çalışan vatandaşlar!?
Ama siz de haklısınız, çok işiniz var sizin… Koltuk savaşları, açılımlar, tamamen kişisel egonuzu tatmin amaçlı kestiğiniz cezalar…
Kendinizce siz de bir savaş vermektesiniz elbette, adı da “rant savaşı”.
İş böyle devam ederse korkarım ki bu yağmalamalar da devam edecek ve tahminimce de artık maalesef tabak, çanakla sınırlı kalmayacak…
NESİN VAKFI
Çatalca'da bulunan, öksüz ya da imkânsızlıklar içinde olan çocuklara eğitim veren yurt da selden nasibini aldı.
Ali Nesin’le konuştum… İşte, yurdun şu anki durumu: Küçük çocuklarımızı anneleriyle birlikte İstanbul'daki evlerimize yolladık. Vakıf'ta sadece eli iş tutan gençler kaldı… Görmeden anlaşılmaz; ama felaketin boyutlarını anlatmaya çalışayım:
Şu anda çamurdan bir vakfımız var, desem abartmış olmam.
Bodrum kat, baştan aşağı; giriş katı bir buçuk metre kadar su altında.
Bahçedeki su, düne kadar boyu aşıyordu.
Şimdi suyu gitti, diz boyu balçığı kaldı. Çizmeyi bırakmadan ayağınızı balçıktan kurtarmanız zor. Selin sürüklediği meyve ağaçlarının arasına takılmış, ağaçları eğmiş, kocaman bir bariyer oluşturmuş. O yemyeşil bahçeden geriye eser kalmadı! Hayvanlarımıza yem için ektiğimiz onlarca dönüm tarla bataklığa döndü.
Seralarımız kim bilir nerelerdeler?
Komşu haradaki onlarca at boğuldu!
...
Başkalarına para kaynağı olan o atlar bizim ve çocukların neşe kaynağıydı…
Tiyatro salonumuz tanınmaz halde… Mutfağımız kullanılmaz halde…Çamaşır makinesinden tutun, medeniyet namına aklınıza gelen ne varsa yok oldu! Et stoğumuz perişan. Kokuşmadan gömmek gerekiyor. Ama nereye? Her yer balçık!
Su, elektrik, telefon, internet de kesik, elbette…
Dereboyu’ndaki evime uzun süre ulaşamadık. Aziz Nesin'in en önemli notları oradaydı. Sel, ağaç kütüğünden karavana kadar ne bulmuşsa önüne katmış; tüm şiddetiyle akıyordu… Neyse ki ev yıkılmadı ve notlara bir şey olmadı… Mucize, diyesim geliyor… Koltuk ve kanepeden bahsetmiyorum bile!
Kitap depolarındaki on binlerce liralık Aziz Nesin kitabı mahvoldu.
Tek tesellimiz; kimseye bir şey olmadı ve Aziz Nesin'in bütün arşivi kurtarıldı.
Paylaş