Paylaş
Seyahate gideceğim zaman gezip göreceklerimden çok, kalacağım otel heyecanlandırır beni. Tatil için ne kadar bütçe ayırabiliyorsam bunun büyük kısmını otele yatırırım. Alışverişten ya da başka şeylerden sırf iyi bir otelde kalmak namına feragat ederim.
Otel hayatını ve otel odalarını neden bu kadar seviyorum? Sanırım babamdan dolayı. Ben çocukken ailece tatile gideceğimiz zamanlarda, genellikle babamın işi çıkardı ve dergiyi bırakıp şehir dışına çıkamazdı.
Eh biz de dört göz tatili beklediğimizden bize kıyamaz, en azından bizi alır, İstanbul’da bir otele götürürdü. Üç gün beş gün bir otelde kalır, kendimizi tatile çıktık zannederdik.
İşte o günlerden beri, arada sırada otellerde kalmak benim vazgeçilmezim oldu. Aynı eski günlerdeki gibi seyahate çıkamasam da, bir yerlere kaçacak vaktim olmasa da ne zaman dertlensem, ne zaman her şey üstüme üstüme gelse, ben hop bir otele kaçarım.
Şu İstanbul’un her otelinde kalmışlığım vardır; hepsinin bir odasında bir gece geçirmişliğim; bazen üzüntülerimi, bazense sevinçlerimi bir odayla paylaşmışlığım da.
Eski yazılarımı okuyan okur dostlarım bilirler, ben evliyken de böyleydim; ne zaman kocamla kavga etsem, yine hop bir otele.
Hatta bazen yine otel moduna girdiğimden, sırf otelde kalabilmek için, sudan sebeple kavga çıkartmışlığım bile vardır, itiraf ediyorum.
Bir seferinde abartıp, yine bir kavga sonrası, bu sefer sabahın bir körü Londra’ya kaçıp, bir gece bir otelde kalıp, ertesi sabah döndüğümü de sizlere yazmıştım. (Abesle iştigal benim diğer adım. İngiltere’den kaçış yazılarını okumuştunuz, kocamla evlenmek için İngiltere’deki okulumdan kaçıp vatanıma dönmüştüm, adamla kavga ettikçe de İngiltere’ye kaçıp, durdum.)
Gelelim geçtiğimiz cumartesi gününe; sabah erkenden kalktım.Sabah programına başladığımdan sanırım, artık alıştım.
“Oh be” dedim, “tüm günü dinlenerek, ayaklarını uzatarak geçir, film seyret, kitap oku, evinin ve günün tadını çıkar.”
Bir kahve ile gazetemi alıp, tam ayaklarımı uzatmıştım ki “Gırrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrgırrrrrrr” diye bir ses beynimin içine etti. Ivanka ve elektrikli süpürgesiyle göz göze geldim.
Ivanka;“Anşa beş dakka, bitecek” deyince sesimi çıkarmadım ama ne beş dakikası, bir saat gırrrgırrrrrrrrrrrrrrr devam etti. Ya sabır çektiğim sırada tepeme bir şey atladı; bizim yavru kedilerden biri.
Onu gören bizim evin diğer hayvanat bahçesi mensupları da teker teker başladılar üstümde dövünmeye. Başladım bağırmaya; “Begüm, gel al bunları, sinirleniyorum ama...”
Ivanka; “Begüm evde yok” dedi, “arkadaşlarını almaya gitti, birazdan Elif, Merve, Şeyda, Hülya, Lale, Jale, Hakan, Kaan, Ali, Veli ile birlikte gelecek.”
Avuçlarımın içi hafiften kaşınmaya başladı, bir de sol yanağım hop hop atmaya; o zaman anladım ki sinir gelmeye başlıyor, hep böyle olur.
Yarım saat sonra evin içi bir ordu gençle doldu. Onlara sekiz de hayvan eşlik etmekteydi.
Bir de bunun üzerine Ivanka; “Ay çocuklar siz pekçe seviyorsunuz zeytinyağlı dolmamı, dur hemen yapayım.” deyip, yirmi tane soğanı kavurmaya başlayınca, beklenen son geldi.
“Ben gidiyorum, yarına kadar yokum, bir otelde kafa dinleyeceğim.” diye bağırıp, pılımı pırtımı doldurdum bir çantaya.
İyi de hangi otele gidecektim? Hemen oturup tüm otelleri aramaya başladım. Biri dedi; “.........euro”, bir diğeri “........euro”, hatta bir tanesi de “Sadece kral dairemiz müsait” deyince, aklıma en sevdiğim otellerden birinin genel müdürünün kankası olan arkadaşım geldi. Aradım, derdimi anlattım ve sağolsun on dakika sonra cüzi bir paraya, boğaz manzaralı odam ayrıldı.
Mutluluktan uçarak otele vardım, kokusu bile başka oluyor şu otellerin.Resepsiyondan anahtarımı alıp, odama çıktım.
“İşte bu” dedim kendi kendime; önümde boğaz manzarası, yatağımda onlarca pofuduk yastık, banyoda yumuşacık havlu terliklerim, mini barda küçük şişelerde içecekler, yastığımın üzerinde çikolata ve bir tane de orkide.
Daha ne isterim ki? Hemen köpük köpük banyomu yaptım, oda servisinden vazgeçilmezim olan kulüp sandviçimi sipariş ettim. Yatağa oturup, müziği de açıp, başladım tıkınmaya ve keyif yapmaya.
O sırada telefon çaldı, arayan kankim; “Ayşe nerdesin? Çok fenayım, biz yine kavga ettik, artık dayanamıyorum. Kesin boşanacağım ya sana geleyim ya da bir yerde buluşalım.”
Bir of çektim; “Ya hu gün mü yoktu kavga edecek, iyi gel” dedim.
“....... Otel, oda no 1.500…”
Bir geldi ki suratı çıfıt çarşısı, tam onu yatıştırmaya çalışırken yine telefon çaldı, arayan avukatım; “Ayşe Hanım, acil şu kâğıdı imzalamalısınız, buluşalım.”
“Ben oteldeyim, buyurun gelin, oda no 1.500...”
Avukat gelince hemen gitmedi haliyle. Kankim siniri yatışsın diye bir yandan mini barı boşaltıyor, bir yandan da rehin aldığı avukatımı sorulara boğuyordu. “Ev benim üstüme, araba onun üstüne, ayy kaç para alırım? Ayy şirketi de var, ha bir de yazlık.”
Avuçlarım tekrar kaşınmaya başlamıştı, sağ yanağım da oynamaya, geliyorum diyordu sinir, geliyorum ama bundan sonra gelen telefonla bu halime şükretmem gerektiğine karar verdim.
“Abla neredesin, acil toplantı çıktı; benim oğlanı bir kaç saatliğine sana bırakacağım.
Yeğen bu “Tamam gel, … Oteldeyim, oda no 1.500...”
Avukat gitti, kankim kafayı buldu, canavar yeğenim de düz duvara tırmanıp durdu. Avuçlarımın içini hissetmez olmuştum.
Haşır huşur kaşımaktan uyuşmuşlardı ki kapı çaldı. Gelen bir otel görevlisi; “Hanımefendi yan odadaki İngilizler gürültüden rahatsız oluyormuş, acaba şu çocuğu biraz sakinleştirebilir misiniz?”
O sırada yine telefon çaldı, arayan yine kardeşim; “Haaa abla söylemeyi unuttum oğlan aç, bugün de balık günü, oda servisinden ona şöyle güzel bir somon balığı söyle, bir güzel de yerdiriver teyzesi.”
Oda servisi balığı getirdiğinde hesaba bir baktım ki yuh ki ne yuh, bu paraya balık pazarından beş kişilik bir aileye balık alırsın.
Bir saat boyunca elimde tabak, oğlan önde ben arkada, koşturduk durduk. Bir ara kankim aklıma geldi, bir baktım ki bizimki sızmış, yerde. Mini barı açtım, Allah sizi inandırsın; bir tane dolu küçük şişe kalmamış, hepsini içmiş.
Orada tüm hayallerim yıkıldı, hadi günümün içine etmişlerdi, “Olsun ne yapalım, akşam yalnız kalırım” diye hevesleniyordum ama ne mümkün. Kadın zom, bu halde onu hiçbir yere yollayamam.
Kaderime tam boyun eğmiştim ki yine kardeşim aradı; “Ablişkommmmmm, canım, bir tanem senden bir ricam var; kocam bana sürpriz yapmış ..... Oteli’nde ikimize yer ayırtmış, yardımcı da izinde, oğluşko bu gece ne olur sende kalsın.”
Oda zaten bir karış, üçümüz nerede yatacağız? Hani ben keyif yapacaktım? Bu keyif değil, düpedüz Çin işkencesi ama yapacak bir şey yoktu tabi.
Oğlanın peşinde koştururken baktım saat dokuz olmuş, eh şimdi bu velede ninni söyleyip, uyutma zamanı; anası ninniyle uyutmaya alıştırdı.
Kankimi yatağın sol tarafına yatırdım, oğlanı da kucağıma alıp, oturdum yatağın sağına. Sandalye ve yastıkları da koydum, aman düşer müşer diye.
On altı adet kafadan uydurduğum ninni sonrası, boğazım ağrımaya başladığında, küçük adam uyuyakaldı. Onu yerleştirip, odada bulunan ufacık tefecik koltuğa yığıldım, sonrası yok; resmen bayılmışım.
Sabah gözümü oğlanın ağlamasıyla, saat altı civarlarında açtım.
Çocuğu pışpışlarken lavabodan “böğğğğğğğğğ” sesleri geliyordu, kankim mini barı boşaltmanın ceremesini çekiyordu.
“Hadi, hazırlanın gidiyoruz.”
Lobiye indik, hesabı istedim. Hesabı görünce avuçlarım değil, kafamın içi kaşınmaya başladı. Mini bar için ödediğim para, oda fiyatının iki katıydı. Kapıdan çıkarken kankim; “Aaaa sus ama ayıp valla, millet sana bakıyor” dedi.
“Neden bakıyorlarmış, ne var ki?”
“Senin kulakların ağzından çıkanı duymuyor mu? Hesabı gördüğünden beri küfür ediyorsun, hem de yüksek sesle!”
Önce kendimden utandım ama sonra bir dünya para verip yapamadığım keyiften ötürü sinirimden kudurmaya devam ettim.
Eve varınca sinirlerim tavan yaptı, bütün çocuklar bizde kalmış. Ivanka bu sefer de; “Benim gözlememi çok seviysiniz” demiş, yine dayanmış soğana.
Mutfağa girip, bir şişe pasiflorayı lüpletip, kendimi odama attım. Kapı tıklandı, gelen Ivanka.
“Ne var Ivanka? Rahat bırakın beni artık.”
“Anşa bir şey yok. Korktum, iyi misin?”
“İyiyim, harikayım, uçuyorum mutluluktan. Niye sordun?”
“Eee avazın çıktığı kadar bağırdın demin, farkında değil misin?”
Bu hafta bir psikoloğa gidip, şuursuz küfür etmek ve çığlık atmak ne demek, tedavisi var mı, pasiflorayla hallolur mu, yoksa daha sıkı bir şey mi içmem lazım diye soracağımmmmmmmmmm.
Not: Sevgili okur dostlarım, bugünden itibaren karikatürlerimi eski bir Gırgır, Fırt, Laklak çizeri olan, sevgili Ali Doğanlı çizecektir.
Paylaş