Paylaş
Kiminiz geceden kalma, kiminiz dün gece hasta başındaydınız, kiminiz için yılbaşı akşamı herhangi bir akşamdan farklı değildi belki de…
Ama farkı şu olsun inşallah herkese;
Yeni yıl yeni bir sayfa açsın hepimize, sağlık, mutluluk, huzur, bereket adına…
Aşağıda nostaljik bir yazı sizlere, aile yazım.
Sevgiler öpücükler herkese.
Ayşe, Avni, Kadri ve yılbaşı yemeği
Bildiğiniz üzere uzunca bir süredir sevgili akrabalarımla görüşmüyordum.
“Hazır yeni yıl yaklaşıyor, fırsat bu fırsat” dedim, ikisini aradım, evimdeki yılbaşı yemeğine davet etmek için.
İlk Kadri’yi aradım, “N’aber canım?” dememe kalmadı, Kadri zılgıtı bastı:
“Oooo, Ayşe Hanım, hayırdır? Biz sizin aklınıza gelir miydik? Yazı yazmaya başladığın ilk günlerde üç yazıda tepe tepe kullandın tabi bizi patronunun gözünü boyayasın diye. Sonra tanınmaya başlayınca da unuttun. Hayırdır, hangi dağda kurt öldü? Okur ya da konu sıkıntısı mı var, söyle bakalım?”
“Ay aşk olsun, ne fesatsın! Hem sizi özledim, hem de benim evde ailece yılbaşı yemeği yiyelim istedim.”
“Haa bak, yemek dedin mi, işte o zaman durum değişir. Hele bir de rakı varsa bana “pis” uyar. Tarihi ve yeni evinin adresini söyle yeterli.”
Kadri kâbusundan sonra, bu sefer Avni’yi aradım:
“N’aber canım? Dıgıl ügf mıgıl… İyi misin?”
“Aaa iyiyim Ayşecim. Ben de kaç zamandır seni düşünüyordum. Aferin, iyi gidiyorsun. Arada sırada okuyorum seni. Beni gururlandırıyorsun.”
İşte o an dumura uğradım. Konuştuğum kişi Avni olamazdı. Hayatı boyunca “Dıgıl, ugf, mıgıl”dan başka bir şey söyleyemeyen kendileri nasıl olmuş da bu kadar düzgün bir cümle kurabilmişti?
“Ya şaka gibi Avni, nasıl öğrendin konuşmayı?”
“Hahaa… Ahmet Hakan, Cüneyt Özdemir ve Twitter sağ olsun ama bak aramızda kalsın. Çünkü kimseye çaktırmıyorum. Zaten bu ülkede aynı lisanda bile birine derdini anlatmak zor! O yüzden halk arasında yine dıgıl mıgıl takılıyorum.”
“Helal sana” dedim, davetimi yaptım, pazartesi akşamı görüşmek üzere sözleştik.
Sıra geldi alışverişe. Önce yılbaşı hediyelerini hallettim, gittim ikisine de birer kırmızı don aldım. Kadri’ye don bulmam tabi ki pek kolay olmadı çünkü kendilerinin mıç ölçüsü normal bir mıç ölçüsünden bir hayli büyük!
O işi de hallettikten sonra gırtlak alışverişine yöneldim. Bütçemin dağılmasına sebep olan bir alışveriş yaptım zorunlu olarak.
Kadri bu, doymaz ki adam tek hindiyle, tek mezeyle!
Oylum oylum oyulduktan sonra giriştim yemek yapmaya…
Yemekteyiz programında hissetim kendimi. İşim öyle zor ki. Biri sarımsak hastası, bir diğerinin sarımsak fobisi var. Bu durumda, Ayşe çek iki patlıcan salata.
Soğan durumu da aynı şekilde. Avni elini sürmez, Kadri’ye ise günde beş tane ver, çatur çutur yesin elma niyetine. Çek Ayşe iki farklı çalı fasulye.
En son sıra geldi bir aylık kiramı yatırdığım üç hindiye…
Allah’tan onları ben pişirmeyecektim. Kadri dedi ki, “Elleme, ben gelince bilahare kendim dolduracağım hindileri.”
Sofra kuruldu, beklenen an geldi, kapı çaldı, karşımda bizimkiler…
Sarım sarım sarıldık, sarmaş dolaş olduk, içeri geçtik.
Kadri direk mutfağa daldı. Sonra bir an ellerime pis pis baktı ve dedi ki,
“Bana bak! O tırnakların haline ne? Uzun ve ojeli, hatta o tırnaklar takma! Biliyorum sen tırnak yersin. O tırnaklarla mı pişirdin bu yemekleri?”
“Yuh yani!” dedim, “Hiç öyle şey yapar mıyım? Yemekleri yaptım, tırnakları sonra taktım.”
Avni kucağında laptop, Twitter’da eğlenirken, biz mutfakta Kadri’yle hindilere giriştik.
Bir an baktım ki, Kadri, kulaklarına eğilmiş pıs pıs bir şeyler söylüyor hindilere.
Kulak kabartıverdim ne diyor diye, söylediklerini duyunca ağzım açık kaldı.
“Sizin için öyle böyle diyorlar. Pis işler çeviriyormuşsunuz. Bunların para için yapmayacakları iş de yoktur diyorlar.”
“Manyak mısın Kadri?” dedim, ”Ne diyorsun ya?”
“Karışma” dedi, “Hindileri dolduruyorum işte. Bak geldiler dolduruşa. Şimdi atıyorum fırına…”
Hindiler pişti, masaya geçtik. Avni’yle ben önce mezeye takılalım dedik ve aptallık ettik. Kadri hindiyle başlamayı seçtiğinden, Avni’yle bana da, kalan son budu paylaşmak düştü…
Bu sırada rakı da su gibi gitmekteydi. Avni’yle ben çakır, Kadri ise zom olmaya başlamıştık.
Çok geçmedi, Avni muhayyer dıgıl makamında şarkılar söylemeye, Kadri ise dereden tepeden bahaneler bulup sövüp sayma başladı. Gürültüye önce komşular geldi. “Yapma, etme” demeye kalmadı, Kadri tüm komşuları bir güzel dövdü! Ardından sitenin güvenlik görevlileri doldu bir anda eve. Kadri onlara da bir temiz sopa çekti ve rakısını yudumlamayı sürdürdü.
Sabaha karşı saat dört suları, “Kalkalım artık” dediler.
“Tamam ama…” dedim, “Kadri kafan iyi, araba kullandırtmam sana. Bak bir servis var, arıyorsun gelip seni senin arabanla evine bırakıyorlar.”
Zar zor ikna ettim. Aradık servisi, bir adam geldi, Kadri’nin arabasının şoför koltuğuna kuruldu, bizimkiler de arkaya…
On dakika geçmedi telefon çaldı, arayan Kadri:
“Ulen Ayşe var ya, bittin sen! Yolda Avni’nin çişi geldi, bir benzincide durduk. Yalnız bırakmayayım dedim, ben de onunla gittim. Çıkınca bir de ne görelim, herif arabayı almış gitmiş! Allah tependen baksın e miiiiiiiiiiiiiiiii!”
Eski yılı böyle bitirdim mi desem, yeni yıla böyle başladım mı desem bilmiyorum. Ama hani derler ya “Akrep yapmaz akrabanın akrabaya yaptığını” diye… Rezil oldum valla tüm siteye!
Not: Gelecek yıla nasıl gireceğim bilmiyorum ama nasıl girmeyeceğimi çok iyi biliyorum! No Kadri, No Avni; Yes Huzur!
….
HİNDİ NASIL DOLDURULUR
Bu tarif bir aşçıbaşının değil, yıllar önce yitirdiğimiz bir mizahçıbaşının, İsmet Çelik'in tarifi.
Önce şöyle semiz bir hindi alınır. Tüyleri yolunmuş olan hindinin kulağına eğilinip, “Senin için inbe diyorlar. Ayrıca hatun falan da satıyormuşsun.” deyip hindi iyice doldurulur.
Dolduruşa gelip iyice dolan hindi hemen fırına verilir. Nasıl tarif ama?
Not: nostaljik iki yeni yıl yazımı sizlerle paylaşmak istedim gülesiniz diye. Sizleri seviyorum, hepinize sağlıklı, huzurlu ve çok mutlu bir yeni yıl diliyorum şimdiden.
Paylaş