Paylaş
Daha önceden üniversitelere gitmişliğim var, yani tecrübeliyim, bayılıyorum gençlerle sohbete, onların vurucu sorularına, o kalabalığa...
Yine gittim konferansa ama dediler ki “konferans salonu tamire girdi maalesef, bir derslikte yapacağız söyleşiyi...” “Olur” dedim, “hay hay ama dersliğe o kalabalık nasıl sığar?”
Meğer zaten kalabalık yokmuş, 50 kadar öğrenci beni bekliyormuş. Hafif bozulsam da girdim dersliğe, “merhaba” dedim gençlere. Esas bozulmam o anda gerçekleşti, “Beni tanıyor musunuz?” dedim. “Evet” diyen yok.
Bildiğim kadarıyla hepsi basın, medya, gazetecilik okuyor.
Sonra elimdeki jokeri kullanayım dedim.
“Tamam, beni tanımıyor olabilirsiniz ama babamı, amcamı tanıyorsunuzdur kesinlikle, o zaman onlarla ilgili sorular sorun; Tekin Aral, Oğuz Aral.” Büyük bir gururla isimleri söyledim ve “hadi ya” diye sınıfta bir uğultu, bir patırtı, gürültü bekledim. Yok. Tık yok. Onları da tanımıyorlar.
Konferans sonrası benimle röportaj yapılacak, bir an dedim ki “Hadi röportaja geçelim” ama bir yandan da gençlere iki üç laf ettim. Ne dediysem o kırılganlıkla, sorular yağmaya başladı bana. Bir saat içinde sınıfta kahkahalar kopmaya başladı. Her bir haltımı sorup öğrendiler, ben de az fırlama değilim tabii, “Yahu bizdenmişsin” dediler.
“Eh” dedim, “işte önyargılı olmayın kimseye, ‘angut’ gibi oturdunuz başta.” Sohbeti kesmek istemedik ama zaman kısıtlıydı. Şimdi bunların adı angut kaldı. Bu angutlar pazar akşamı bana balık-rakıya geliyorlar eve. Nereden nereye...
Sürekli de yazılarımı okuyup mesaj atıyorlar cebime. Yaşasın gençlik, yeni bir grubum var artık, “Angut.Ayşe.Grubu”, seviyorum hepsini.
Sevginin gücü
Dün Nursen mesaj atmış. Nursen benim okurum ama artık dostum da. Aslında onun şöyle de bir hikâyesi var; Nursen hemşire ve aynı zamanda yazar. Yetiş Ayşe olarak bir kitabevine götürdüm onu, kitabevi sahibi söz verdi kitabını basacağım diye. Sonra adam yok oldu. Geçen gün adamı aradım nerede kitap diye? “Bak” dedim “söz verdin, kamerada kayıtlı, ya bas kitabı ya da yazarım seni.”
Neyse adam Nursen’i aramış, “Söz basacağım, Ayşe Hanım beni tehdit etti” demiş. Ederim tabii, söz verdin, o kadını ümitlendirdin, hele basma yani!
Neyse, Nursen dedi ki “Yazsana şunu, bu haberi. Bir kadın göğüs kanseri, kemoterapiye giriyor, kocası da kadını eğlendirsin diye tütüler giyip fotoğraflar çekiyor, dans ediyor, bale yapıyor...”
Nasıl duygulandım haberi okuyunca. Helal olsun dedim adama. Sevginin gücü diye bir şey var, kimi zaman unutsak da. Sevginin gücü bir insanın hayatını öyle değiştirir ki aslında. Sevildiğini bildiğin zaman, o gücü yanında hissettiğin zaman, paran yoksa bile en zengin sensindir. Kendini çirkin hissediyorsan, sevgi varsa hayatında en güzel yine sensin. Yürüyüşü bile farklı olur sevilenin. Nice hastalıklar sevginin gücüyle yenilmiştir.
Kıymalı patates yapar biri ama istemeden, içine sevgisini vermeden, pişsin de yensin diye. Bir anne ise kıyma alamaz evine, o da patates yemeği yapar çok sevdiği yavruları ve kocası için, tüm sevgisini katar yemeğine, içinden de geçirir “ah keşke kıyma da koyabilseydim” diye... O kadar sevgi katar ki yavruları ve eşi akşam yedikleri patates yemeğinin tadında kıyma tadı alırlar. Sevgi böyle bir şeydir. Çok kere demişimdir “ah şu içimdeki fazla insan sevgisine, ah.”
Ama belki de beni her tökezlediğimde ayakta tutan en önemli şey sevgi. Sevginin gücünü es geçmeyin, inşallah hep çok sevin ve sevilin.
Rüşvet falan gündemi altüst etmişken
Ayol o ne paralar öyle? Ben rüşvet deyince hani ele tutuşturulan 200 lira falan anlarım hep. Ya da bilemedin banka hesabına yatırılan 10 bin TL. Kim bilir işlerin büyüklüğü ne boyutta ki paralar böyle uçuk meblağlarda, akıl almaz rakamlarda.
Üç beş aydır he desem demek ki bana da rüşvet teklif edilecek galiba. Ama bana para teklif edemezler ya. Bana bir otelde konaklama, bedava yemek, bedava seyahat, belki hediye falan teklif ederler, bilemiyorum Fransızım bu olaylara.
Gerçi istekler oldu, bana rüşvet teklif edemediler hâlâ, demek ki biliyorlar alacakları cevapları.
Gerçi bak şimdi hatırladım bir tane teklif gelmişti. Bir otel açılışı. Araya bir gazeteci koydular. Gazeteci beni aradı, “Açılışa seni davet ediyorlar. Uçak biletin business class, üç gün suit oda tatil, ayrıca oradaki tatil harcamaların için de bir zarf takdim edecekler.” Ben telefonda bu gazeteci arkadaşa bir şeyler takdim etmiştim, şimdi hatırladım. Üç beş aydır aranıyorum. “Kasetim çıktı, ne olur bana Kelebek’ten bir röportaj ayarlar mısın?”
“Şu davete gelir misiniz Ayşe Hanım?”
“Ayşe Hanım, bu sergiye gelirseniz sizinle mühim bir şey konuşacağız.”
“Twitter’ınızda adımızı geçirir misiniz? Tabii bu durumda masa başında konuşacağız...”
Daha bir sürü teklif var. İşin enteresanı bir anda herkesin sevip saydığı biri oldum valla. Neden acaba? He desem bunlara? İlerisi rüşvet mi? Valla her şey olur bu ülkede. Trajikomik yani. Ulen daha bir gün kimseden bir şey istedim mi? Asla, utanırım ayol, bir de gebe kalamam kimseye ben, biz böyle gördük de babadan, anneden...
Paylaş