Paylaş
Bildiğiniz üzere Veli’yi telefonda birisine; “Tamam aşkım, bebeğim, en pahalı evi al, yeter ki istediğin ev olsun, para mühim değil. Hemen hesabına yatırtıyorum” derken yakalamış ve şoka girmiştim. Bu olaydan sonra Veli odaya kestirmeye geldiğinde hiç ses etmeyip, manyel vermeyip, nasıl başardıysam sükûnetimi koruyabilmiştim.
Veli uyurken çıktım dışarı, biraz kar havası soludum, sonra bir yere oturup, bir sıcak şarap söyleyip, başladım ne halt edeceğimi düşünmeye.
İnanılmaz derecede sinirli olmam gerekirken nedense sakindim, adamın gırtlağına yapışmam gerekirken tek bir laf bile etmemiştim. Bu durum pek benlik değildi, “Ne oluyor sana Ayşe?” dedim.
“Hani nerede kavgacı Ayşe, nerede sürekli Veli’ye laf sokan, hiçbir adamın bir kadına kolay kolay yapmayacaklarını sana yaptığı halde adama sürekli bok atan, hiçbir şeyden memnun olmayan, o Ayşe?”
Ve istemesem de kendi kendime gerçekleri itiraf etme vaktiydi, ettim de. Kendimi bulunmaz Hint kumaşı sandım. “Vay anasını bu kadar zengin, yakışıklı bir adam benim için ölüyor, bitiyor; demek bende tüm kadınlarda olmayan bir şeyler varmış” diye düşündüm.
Ne havalandım ne havalandım... Kendimi vazgeçilmez sandım; “Uğruna ölünecek kadınım ben” diye şişim şişim şiştim.
Eh sonra al işte sana. Kimse vazgeçilemez değilmiş. Adamı bıktırdım, bezdirdim. Gözünün dışarıya kaçmasına sebebiyet verdim;hem de bir ordu kadının Veli’yi havada karada kapmak için neler yaptıklarını, ne kadar uğraştıklarını, bunların yarısından çoğunun da benden bin kat taş olduğunu bildiğim halde.
Sonra bir an düşündüm; “Ya hu hayatında bu derece ciddi olduğu, ev alabilecek kadar sevdiği bir kadın olsaydı, benimle Uludağ’a gelmezdi” diye. Sonra aklıma geldi; Veli beni arayıp tatile gidelim demedi ki. Ben aradım; “Gerginim, keyfim yok, beni bir yere götür” dedim, adam da bana kıyamadı.
Aklım başıma gelmeye başlamıştı ama sanırım artık iş işten geçmişti. Ne yapsam, ne etsem dedim. Avuçlarımın içindeyken oh, havamdan yanıma yaklaşılmıyordu. Şimdi adam gitti, gidiyor avuçlarımdan, kaçan balık kıymetli olur işte, ne yapıp edip bu adamı; Veli’mi geri almaya, tekrar kendime bağlamaya karar verdim.
Hemen otelin kuaförüne gittim, saçlarımı pek bir fiyakalı tarattım, ellerime, ayaklarıma bordo ojeler sürdürdüm, pek seksi oldular. Kuaförden çıkınca yandaki butiğe girdim, Veli arabada bavula şapka, eldiven koymayı unuttuğunu söylemiş, ben de; “Merak etme alt tarafı iki gün, donup ölmezsin” demiştim.
Gazeteden aldığım aylık maaşımın yarısını, bilmem ne marka özel deri eldivenlere ve kaşmir şapkaya verdikten sonra, harika bir hediye paketi yaptırıp odaya gittim. İçeri girince baktım şar şar su sesleri, bizimki uyanmış, duşta. Paketi yatağın üzerine bırakıp, yatağın altına girip saklandım.
“Looooooooooo looooooooooo looooooooo” şeklinde şarkı söyleyerek banyodan çıktı.
“Aaaaaaaaaa bu paket de ne, Ayşe, Ayşe burada mısın?”
Ve paketi yırtarak açma sesleri geldi.
“Aaaaa şapka, eldiven. Ayşe neredesin?”
Ben salak, yatağın altından çıkıp “Ceeeeeeeeeee buradayım Veli’m” dedim.
“Ayşe sen kaç tane sıcak şarap içtin bakayım?”
“Niye ki?”
“Yatağın altından çıkman ve bana hediye alman pek rastlanır bir şey değil de ondan. Neyse sağ ol tatlım, gerçi ben Abidin Bey’e söyleyip aldırtmıştım ama olsun, bir ara bunları da kullanırım.”
Dan dan dan…
Aldığım hediye bile umurunda değildi Veli’nin. Gerzek Ayşe, hepsini hak ettin.
“Veli’m…”
“Veli’m mi? Hahaha sen bana Veli’m mi dedin? Dağ havası, fazla oksijen seni değiştirdi mi ne?”
Dan dan dan…
Adam resmen benimle alay etmeye başlamıştı. “Eski Veli’m geri gelsin, ne olur” diye dua ettim, nerede benim Bodrum’daki Yunanistan’daki Veli’mmmm?
“Ayşe akşama şu yeni açılan otelde Çin yemeği gecesi varmış ben yer ayırttım ama sen muhtemelen bir kulp takacaksın, o değil bu olsun diyeceksin. Nerede yemek istiyorsun, söyle de ona göre plan yapalım.”
“İnanmıyorum, canım nasıl Çin yemeği çekiyordu, harika bir seçim Velicim süper, kaçta hazır olayım?”
Beş dakika falan cevap vermedi çünkü elinde telefon zırt pırt bir şeyler yazıp duruyordu, suratında da o pis, gevşek gülümseme.
“Kaçta hazır olayım?”
“Ha pardon Ayşe, sekiz iyi.Ben şimdi lobiye gidiyorum, bir kaç iş görüşmesi yapıp, bir viski içeceğim; sen sekizde lobiye gelirsin.”
“Tamam, ha gitmeden saçlarım nasıl olmuş?”
“Güzel güzel, sabah da aynı değil miydi zaten?”
Ve veli gitti.
Kendi kendimi çimdikleyip,kendime küfürler ettim. Dolabı açtım, ne giysem diye baktım. Çok seksi ve çok güzel olmalıydım ama nasıl olacaktım? Veli’yi cepte sandığımdan, “Hiç uğraşamam iki gün süs püsle” dediğimden; kot, gömlek, kazak dışında hiçbir şey getirmemiştim ama ben bir kovayım; yaratıcılık benim ikinci adım.
Kolları uzun, beyaz, saten gömleğimi ve dar kotumu yatağın üzerine koyup, hinlik düşünmeye başladım ve buldum. Resepsiyona gidip bir makas istedim. Sonrası tahmin ettiğiniz gibi artık göğüs dekoltesi bol bir bluzum, her tarafı delik deşik bir kot pantolonum vardı.
Allah’tan yazın bile yanımdan ayırmadığım 15 pondluk botlarım da her zamanki gibi yanımdaydı. Giyindim, valla ne yalan söyleyeyim, pek bir seksi olmuştum; tabi bana göre, yani kendimce.
Sıra geldi makyaja. Senelerdir yapmadığım şekilde boyadım gözlerimi siyah, simsiyah, kedi gibi oldum kedi. Bir şişe parfümü boca ettim, baktım saat sekize on var; lobiye doğru yola koyuldum. Lobiden piyano eşliğinde bir adamın söylediği “My way” duyuluyordu; benim yolum. Tabi sen içine etmiştin Ayşe yolunun!
Lobiye varınca Veli’yi yine elinde telefon, mesajlaşırken yakaladım, bir an beni gördü; “Wow, pek bir havalıyız bu gece, yine fazla oksijene bağlı herhalde bu durum” dedi ve mesajlaşmaya da devam etti.
On dakika sus pus oturunca hemen atladım; “Ben de bir şey içsem mi acaba, hatta yeşil zeytin de istesek mi?”
“İste tabi, bak garson buraya doğru geliyor”
Bir an eski Ayşe geliyor gibi oldu, kalkıp; “Başlarım ama senin şarap çanağına!” diyecektim, demedim.
“Garson bey, bana tekila şat; iki tane ve bol yeşil zeytin lütfen”
“Yemekten önce tekila mı içeceksin, hem de iki tane mi? Ayşe sen iyi misin, derdin varsa dinlemeye hazırım, paylaşmak ister misin tatlım?”
İki şatı attıktan sonra çalan şarkılarda ağlamaya başladım.
“Ayşe neyin var, aaa söyle ama”
“Yok bir şeyim, sadece gergindim, yumuşadım, duygusallaştım.”
“Tamam, başka içme; ben iki dakika dışarı çıkıyorum;telefonla bir görüşme yapacağım.”
“Burada yapsana”
“Tatlım müzikten hiçbir şey duyamıyorum ve bu çok önemli bir görüşme benim için”
Yarım saat geçti Veli gelmedi, iki tekila daha içtim ve sonra piyanistin yanına gidip eski Amerikan filmlerindeki gibi bir elimi piyanoya koyup, saçlarımı sala sala “Ke sera seraaaaaaa vat evır vill beee” diye bağrınıp, kendimi rezil ettim. Gerçi alkış da aldım yani...”
O sırada Veli içeri geldi, ben de istek üzerine kesera’yı tekrar söylüyordum” bir an göz göze geldik; “Ayşe bu senin bittiğin an dedim, adam şu an seni terk ediyor.”
Yanıma doğru geldi, benim şarkı da bitmişti, alkışı da almıştım yine. Elini belime attı, yanağıma bir öpücük kondurdu; “Seni seviyorum” dedi.
Hadi, buyurun şimdi. Kafam iyice karışmıştı, içimden; “Ulen hem beni, hem o kadını idare edeceksin demek” diye düşündüm.
Sinirlerime hâkim oldum, tek laf etmedim ama ne olur ne olmaz diye; “Ben de” dedim.
Çin yemeği yemek üzere diğer otele doğru yürümeye başladık.
“Not: devamı cumaya, söz valla söz cumaya.
Paylaş