Paylaş
Bir an ne kadar şanslı olduğumu düşünüyorum şoförüm var diye; aksi takdirde her gün bu uykulu halimle trafikte yaratacağım terör aklıma geliyor.
Trafik sımsıkışık ama beni rahatsız etmiyor. Nasıl olsa vaktim var; ne kadar sıkışıklık, o kadar uyuklama demek.
Sabah moduma uygun müziğim de hazır; arabamda Frank Sinatra dinliyorum; New York’tan giriyor, Strangers in the night’tan çıkıyor.
Yanağımı cama dayamış, hem sağa sola bakınıyorum hem de eski yıla dair kendimle hesaplaşıyorum. Aklıma sürü sepet bir yığın şey geliyor, bu sene başıma gelenler gözümün önünden bir bir geçiyor.
Hastalık geçirmişim, bir ilişkiye veda etmişim, evimi taşımışım, kızım rüştünü ispat etmiş. Eski kocayla kah düşman kah kanka tadında yaşayıp gitmişiz.
Para desen; varlığı da yokluğu da bir olmuş artık benim için.
Yeni bir işim daha olmuş, ona sevinmişim, şimdilerde yeni bir aşka yelken açmışım, bugünlerde de onu düşünmekteyim.
İşte kendi kendime böyle düşünüp giderken kah gülüp kah dertlenirken kafamı yine sağa çeviriyorum ve o mavi belediye otobüsüyle burun buruna geliyorum.
İçi nasıl kalabalık, gencinden yaşlısına, kadın erkek tıkış tıkış, milim milim yolda ilerliyorlar. Tek ortak noktaları suratları; herkeste bir bezginlik var.
Bezginlik, yanına da uyku hali eklenince boş boş bakan suratlar.
Bir an aynada kendimi görmüş gibi oluyorum ama o an kendimden utanıyorum; “ulan tamam, senin de derdin tasan var ama hiç değilse kurulmuşsun arabana ve seni çok yormayan, herkesin yapmak için bayıldığı bir işi yapmak için ilerliyorsun arabanda.
Şükür et, şükür, hatta hamd et Ayşe, hamd et haline”
Ettim de.
Sonra trafik daha da çok sıkıştı, mavi otobüs sağda, ben de solunda.
Önce genç bir kadınla geldim göz göze, birbirimize gülümsedik ama o sanki zoraki gülümsedi, belli ki aklı başka yerlerdeydi, belli ki o mavi otobüs olmak istediği son yerdi. Bir ara parmaklarıyla bir şeyler saydı; ya ödenecek borçlarını ya yapacaklarını, belki de kıt kanaat alacağı yılbaşı hediyelerini.
Sonra o teyze ilişti gözüme, oturması gerekirken ayaktaydı ne hacetse, belli ki kimse yer vermemişti, sabahın körü onu görmezden gelmişlerdi. Zincirlikuyu’nun önünden geçerken ellerini açtı, duasını etti, belki orada yatan bir sevdiğine okudu, belki de tüm yatanlara.
Saçları kirpi kıvamında, fırlama olduğu her halinden belli genç çocuğu da görüverdim, nasıl görmeyeyim; yüzü neredeyse camla tek parça olmuştu ama umurunda bile değildi, otobüsün en hareketlisi, kulağında müzik, daracık yerde dans etmeye çalışıyordu.
“Gençlik işte” dedim, “hala ümitleri var, hala hayalleri.” O mavi otobüste bile mutluydu.
Bir karı koca da vardı ya da belki sevgiliydiler, her neyseler belli ki hala birbirlerine aşıktılar, hararetli bir şekilde kavga ediyorlardı, seslerini duymaya gerek yok, eller kollar yetti.
Bir an otobüs bizi geçti, yanıma dev kasa bir Mercedes düştü, aman ne fiyaka ne fiyaka, içinde kim var görmek imkansız; her yer simsiyah camlar. Soğuktu ve bana hiç haz vermedi, bakındım mavi otobüsüme ve beliriverdi yanımda.
Meğer durak varmış ileride, birileri inmiş, başka birileri binmiş, benimkiler gitmiş.
Yeni binenler de bezgin ve uykuluydu yine.
Çok bakamadım bu sefer otobüse çünkü bizim sokağa geldik, biz sapar ve otobüsle yollarımız ayrılırken en son bir çocuk gördüm, bana bakıp dil çıkarttı, ben de ona.
Çocuk olmak en güzeli işte diye düşündüm; mavi otobüs, Mercedes, limuzin, uçak fark etmiyor ona.
İçimden iyi yıllar diledim mavi otobüsteki herkese ve tabi ki size.
Harika bir yıl olsun inşallah, hepimiz mutlu, sağlıklı, aşık ve sadık olalım, hah bir de kahrolası para hiç eksik olmasın yanınızdan.
Paylaş