Paylaş
Gelelim sadede, yılbaşı maceramı anlatayım sizlere.
Öncelikle belirteyim; Veliyle ben tekrardan beraberiz, daha doğrusu tatlı bir flört halindeyiz.
Hal böyle olunca da yılbaşını beraber geçirmeye karar verdik haliyle.
Bir sürü program yaptık; “hangisini seçsek acaba” dedik,
“gidip bir otelde kalıp keyif mi yapsak?
Davetli olduğumuz iki partiden birine mi ya da ikisine de mi gitsek?
Bodrum’da bir ton anımız var, oraya gidip nostalji mi yapsak,
çılgınlık yapıp iki günlüğüne Londra’ya mı kaçsak ya da kankam bizi davet etti, “size yemekler yapacağım, ne olur bana gelin, hem ben yalnızım” dedi, kıyamayıp ona mı gitsek?”
Tabi ki bütün planlarımızı iptal ettik ve ona gitmeye karar verdik, yalnız bırakmak olmaz diye.
Benim bonkör Veli’m tabi ki hemen olayı abartıverdi, kankama torba torba hediyeler aldı, yanında da bir tekel bayisi açacak kadar içki.
Yılbaşı akşamı süslendik, püslendik; o Noel baba, ben Noel anne tadında, tam kapıdan çıkacaktık ki telefon çaldı, arayan benim kanki;
“Ayşe çıktınız mı?”
“Tam çıkıyorduk canım”
“Oh şükür, aman çıkmayın”
“Nasıl yani?”
“Ya Ayşe sen benim en yakınımsın, sen beni anlarsın, şu benim meşhur ex var ya, o aradı, bana sürpriz yapmış, evinde elleriyle masalar kurmuş, “hayatımın aşkısın, ne olur gel” dedi. Gideceğim Ayşe, bozulmazsınız değil mi?”
Azıcık bozuldum ama tabi ki ses çıkarmadım.
“Ay olur mu hiç, sen mutlu ol yeter ki” dedim.
Ve döndüm Veli’ye durumu anlattım.
“Eee Ayşe, ne yapacağız şimdi, hiçbir yere rezervasyon yapmadık, otel desen keyfi kalmaz bu saatte, ne yapacağız aşkım?”
Düşün düşün aklıma tek gelen evde oturmak.
“Bir yerden hindi, meze falan söyleriz, evde takılırız Veloş, ne dersin?”
Veli’ye pis uydu tabi.
Hemen telefona sarılıp elli kadar lokantayı bir o kadar da meze evini falan aradım.
Kardeşim ne hindiymiş, hiç kimsede pişmişi kalmamış, çiğ alsam olmaz, sabaha doğru ancak pişer bu kuş.
Ama Ayşe bu, bulmadan olur mu, allem ettim, kallem ettim, bir yerden hindi buluverdim.
Sofrayı kurdum, mumları yaktım, başladık beklemeye.
Saat on hindi yok.
On bir oldu, “hindi yolda” dediler.
On bir buçuk yine arıyorum, “eee teslim ettik ya size” diyorlar.
“Kime teslim ettiniz arkadaşım?”
“Ayşe Hanım’a”
“Bu Ayşe Hanım’ı bir tarif edin bakayım”
“Uzun boylu, kızıl saçlı bir hanımmış.”
Yahu tip aynı ben ama hindi mindi yok ki
Bir an bende ampuller yandı, “eyvah” dedim, yoksa düşündüğüm mü oldu, karşı evde oturan komşum Ayşe’ye mi götürdüler?
Aynen öyle olmuş, Ayşe de hindiyi babası yolladı sanıp almış, adamcağız her sene yollarmış, Ayşe de “acaba babama ne oldu da bu sene bir saat arayla iki tane yollayıverdi” demiş, o da bir tanesini onların karşı evinde oturan kocasının kardeşine yollayıvermiş.
Bu arada hindiyi getirenler Ayşe’den parasını istemişler o da; “aa ben ödemem, babamdan alın” demiş. Onlar da baba maba tanımadıklarından olayı anlayamamışlar ama Ayşe’den babanın telefonunu almışlar.
Ertesi gün babayı aramışlar, “ödemeniz var” diye baba da demiş ki “ne ödemesi?”
Lokanta ve baba girmişler mi birbirlerine, tabi bunlar ertesi günün havadisleri.
O gece bizim ne yaptığımıza gelince, buzluktaki tavuk kanatlar yetişti imdadımıza, yanına patates salatası yaptık, şarabımızı da açtık saat ikiye doğru.
Neyse mühim olan, uzun zaman sonra Veloşla tekrar bir araya gelmiş olmamızdı, özlemişiz birbirimizi.
Ama bu kutlama burada bitmedi, bu hafta sonunu otelde geçireceğiz, yiyemediğimiz hindinin de şimdiden siparişini verdik.
Ha kankamı soracak olursanız onun da rütbesi değişti şimdilik çünkü sinirim hala geçmedi.
Paylaş