Paylaş
“Ah Ayşe, seninle ne yapacağız?” demeyin.
Ya da deyin, zaten ben kendimle ne halt edeceğimi bilmiyorum ama kendimi olduğum gibi kabullenmeyi seçtim, iyisi mi siz de beni böyle kabullenin.
“Ayşe’mizdir, ne yapsa yeridir” deyin geçin. Çünkü şimdi okuyacaklarınızdan sonra muhtemelen öyle diyeceksiniz ama belki bir de koca bir “yuh artık!” çekeceksiniz.
Ama ne yapayım, en azından deneyeceğim çünkü kendime güveniyorum, tabi önüme şans çıkacak mı, onu da bilmiyorum.
Önce biraz eskiye gideyim, kendimi bildim bileli iyi rol keserim, ha bunu bir tek evlilikte beceremedim.
Yoksa mutsuzken mutluyu, çulsuzken çulluyu acayip iyi oynarım.
İçim ağlarken bir kahkaha atarım ki sanırsınız bu dünyada benden mutlusu yok.
Mutlu mesutken ise kendimi acındırmam gerekiyorsa gözlerinizin içine öyle bir bakarım ki ve benim için ağlamak o kadar kolaydır ki bir basarım yaygarayı sizi de öyle bir ağlatırım ki gözyaşları sel olur, üzüntünüz iki gün geçmez, hayatınız olur telef.
Eee bunlar neye yarar? Hiç bir halta yaramaz elbet.
Ben de artık karar verdim, zamanı geldi bu halleri nakde çevirmenin.
Genç kızken Basın İlan Tatil Köyü’nde bir karı koca gelmişti yanıma, yapımcı, aynı zamanda yönetmenmişler.
Bana filmlerinde -şaka değil- başrol teklif ettiler.
Yaşım o zaman on altı.
Boy pos yerinde, saçlar belimde.
Babam duyunca adamı neredeyse öldürecekti.
Şimdi yine inanmazsınız ama o filmde benim yerime başrolü kim oynadı?
Bir gençlik filmiydi ve Hülya Avşar oynadı.
Sonra bir gün Amerika’da yolda yürürken -bakın bu da şaka değil- o zaman hatta benim burun da estetikli değil, bir adam beni çeviriverdi, valla annem buna şahittir.
“Yu ar bituful, sinama feys, muvi feys” dedi.
Kartını da verdi. O da yapımcıydı.
Amerika’da kalsam belki de şu an bir sinema yıldızıydım, bu da şaka değil, burada gülmenizi asla istemiyorum, lütfen gülmeyin (yaşım on sekiz)
Sonra konservatuara gidip tiyatro falan okumayı düşündüm, amcam zaten tiyatro hocasıydı, çevremiz deseniz geniş ama işte olmadı, âşık oldum, Londra’ya postalandım, işletme okuttular, evlendim, öyle kaldı.
Şimdilerde kafam yine bu oyunculuk işine saplandı.
Neden?
Geçen gün bir yapımcıyla buluştum, senaryo yazacağım güya, tam konuşuyoruz;
“Ya Ayşe, niye oyunculuk yapmıyorsun, fiziğin çok müsait, tabi yeteneğin var mı bilmiyorum ama…”
İçimden; “Ulen hem de nasıl var!” diyorum.
Geçen gün büyük bir kanalda bir televizyon projesi için toplantıdayım, kanalın en ağır toplarından olan kadın;
“Ya Ayşe illa program mı yapmak istiyorsun, hiç oyunculuk düşündün mü? Acayip oturursun ekrana.”
İçimden;
“Otururum değil mi valla, hem de nasıl otururum, yeni bir yüz, en aranılan yüz olur çıkarım be valla.”
Yine bir yapımcı geçen gün aradı;
“Selam, dizi mi yazmıştınız? Şimdi filmim vizyona giriyor, davetiyenizi yolladım, galaya bekliyorum, sırada komedi filmi var, hadi siz de oynayın yaaa.”
“Oynarım” dedim “zevkle”
Böylelikle tüm bunlar olunca, işin bilenlerinden bu anlamda da dürtmeler gelince, zaten dünden hevesli ben karar verdim oyunculuğa adım atmaya.
Ha bu kadar kolay mı?
Okudun mu Ayşe?
İşte burası Türkiye, manken de oyuncu oluyor, al sana köşe yazarı da.
Olabilir yani.
İsteyen olsun, kabiliyeti olan olsun.
İmkânı olan olsun.
Beceremeyeni zaten ne siz tutarsınız ne de piyasa.
Hani mok atacak, e-posta yazacak olan olur ya, ben peşinen cevaplayayım da kimseyi yargılamayalım şu hayatta.
Zaten sanki benim önüme de geldi ya onlarca teklif!
Hahahaha…
Kısmet.
Ama bakarsınız sizin Ayşe ekranlarda.
Belki Hürremimsi,
Belki bitterimsi,
Belki komik bir şeyimsi bir rolle karşınızda…
Paylaş