Paylaş
Adları değişti sonra, kabin memurluğu da eklendi, erkek kabin memurları da geldi. Neyse konu bu değil zaten.
Hostes olmak hiçbir zaman kolay değildi.
Hostes olarak seçilebilmek için hepsi bin bir dereden su getirdi.
Eğitim, artı zarafet gerekliydi, aklınıza gelen her türlü sınava tabi tutuldular; kaç dil bildiklerine kadar, hâlâ da bu durum böyle.
Ve süper evet, olması gereken bu, bu da tamam.
Ve bu kadınlar sabrın gerçek simgeleri aslında.
Biriniz kalkıp yaşadıklarını sorsanıza, anlattırsanıza uçuş hikâyelerini onlara.
Kaç yolcu tarafından nelere maruz kaldıklarını...
Kaç kez küfüre kıyamete, tacize uğradıklarını...
Kaç kez evde hasta ana, baba, eş, çoluk çocuk bırakıp uçuşa çıktıklarını...
Kaç kez kusmuk, ot mok temizlediklerini...
Kaç kez etraftan ya da şuursuz bir yolcudan hizmetçi vurgusu yediklerini...
Şimdi de kalkın, siz bu kadınların kılığıyla oynayın, rujlarına kafayı takın.
Hatta artık oje de sürmesinler. Hatta eye-liner da çekmesinler çünkü zaten güzeller, daha da güzel olup etrafı tahrik etmesinler.
Bir de böyle aşağılamış olalım onları. Burada tabii yolcuyu da aşağılıyoruz, sapık ya hepsi, atlayacaklar sanki üzerlerine.
Hatta bu emekçilere daha neler yapsak diye düşünelim.
Yazıktır ya, Allah hepsine sabır versin, robot olsa kablosundan patlak verir.
Yetiş Ayşe televizyonda
Pazartesi günleri www.hurriyet.com.tr’de hazırladığım Yetiş Ayşe köşemi bundan böyle televizyona da aktarıyorum. Kısmetse çok yakında ekranlardan da yetişeceğim sizlere.
Elbette siz okur dostlarımın da desteğiyle ve televizyonun da tartışılmaz gücüyle çok daha güzel işlere imza atacağız hep birlikte.
Her konuda aaral@hurriyet.com.tr’den bana ulaşabilirsiniz, siz yazın, ben size yetişeyim dostlarım.
Ekmek paramla oynamayın ama...
Hayallerim var benim de bu sebeple yırtınıyorum kendime ek iş imkânları yaratmak için. Boşanmış bir kadınım yahu. Yek başına tırmalıyoruz şurada...
Gazetem var, tamam televizyonum başlayacak, kısmetse Yetiş Ayşe yetişecek herkese. Kitap da çıkaracağız.
Ama aklımda bir iş daha var, tam adım atacağım, kolları sıvadım; yok ayran yok rakı derken karıştı ortalık.
Ben aslında sultanım ya köşkte doğma büyüme, kendime bir ev kiraladım bir yıllık peşine, dana gibi 1,5 seneyi devirdi, şöyle havuzlu, bahçeli bir şey.
Sandım ki benim Hürrem saltanatım sürecek ama eski eşimle davam bitemediğinden, hazinem, tahtım sallantıda, bu evden de çıkmayayım bir süre diye bu yeni işi kafaya koydum.
Yemek yaparım on numara, servis desen elime su döktürtmem.
Yol arkadaşım Muhabbet de fena halde becerikli.
Eh yaz da geldi. Bizim bahçede ev sahibinden kalma 50 kişilik bir bar da var.
Konuştum Muhabbet’le.
Dedim ki “Yemek yapacağız, masalara koyacağız içki servisini de”...
İçkiden anlamıyordu; tanıştırdım hepsini onunla.
Rakıyı da sona sakladım, “Bak” dedim, “bu bizim milli içkimiz, en çok bunu satacağız, hem de ucuz”...
“Evet” dedi, “Abla duydum, bizim orada da rakı içiyorlar çok ama su koymuyorlar. Sizde su koyuyorlar. Ayrana benziyor”...
Böyle bir muhabbet geçti Muhabbet’le aramızda, bundan 15 gün kadar önce.
Sonra rakı-ayran muhabbeti çıkınca “Yuh” dedim, şaka gibi, ekmeğimizle oynanıyor sanki.”
Neyse... Ayça’ya açtım fikrimi, olmaz mı dedim?
Pis pis bakınca bana; “Ne var?” dedim, “ya bir nevi catering bu da”...
“Sende bu işi kotaracak kapasite yok. Sen eşini dostunu davet edersin, cepten de bir çuval para harcarsın; benim korkum o. Örneklerini yıllardır yaşıyoruz da pis bakışım ondandır sana.”
Haklı valla.
O zaman ne diyoruz; milli içkimiz ayran!
Paylaş