Paylaş
Ben ne edeceğim, kimi bulacağım, bulduğum insana nasıl güveneceğim diye dertlenir ve araştırmalar yaparken, Ivanka’dan sürpriz bir haber geldi.
“Anşacım ben eylülde gideceğim, yazın seninleyim.”
Tabi ki havalara uçtum bu haber üzerine.
Bu hafta Ivanka’daki bir şey dikkatimi çekti. Eskiden ben bilgisayarla oynaşırken kafasını bile çevirmezken, son günlerde ya yanıma oturup beni izliyor ya da tepemde bitiyor.
“Hayırdır?” dedim.
“Anşa benim doğum günümdü ya, benim kızlar bana 50’şer dolar hediye verdiler, senin verdiğini de üzerine koyup bilgisayar almaya karar verdim.”
“Nasıl yani, ne yapacaksın bilgisayarı? Hem bilmiyorsun da öğrenmen lazım.”
“Kızlar bana öğretecek, hepsinde bilgisayar var. Dediler ki telefondan ucuza, ailemi kameradan görüp konuşabiliyormuşum”
Canım ya haklı tabi; 3 sene oldu ailesinin sadece resim ve sesleriyle avundu, durdu.
“Tamam, ben alıyorum sana o zaman.”
Bilgisayarı almaya gittim, eve varana kadar 12 kez aradı beni;
“Aldın mı?”
“Para yetti mi?”
“Kameramanı var mı?”
“Tamam, aldım; her bir haltı da var, geliyorum yarım saate”
Eve geldim, bizimki kapıda, elinde de toz bezi.
“Bu ne?”
“Önce bir temizleyeyim güzelce, el mel değmiştir şimdi.” Kutuyu elleri titreye titreye açtı, suratındaki ifadeyi görseniz aynı oyuncak paketini açan bir çocuk gibiydi.
Bilgisayarın kapağını açınca bir an bağırdı; “Ana amma çok tuş var. Neyse sen hemen beni bağla, Alega’ya, Seroja’ya, Pete’ye...”
“Ben seni nasıl bağlayayım, o kadar kolay değil ki. Sana msn adresi lazım, onların msn adresi lazım, skype indirmek lazım, bunları ben yapamam; yapmayı bilen biri lazım. Sen bence senin kızlardan birini çağır, o gelsin. Telefonla da evi ara, adresleri öğren.”
Ve başladı trafik; Ivanka’nın kızlar bizim eve doluştu, her kafadan bir ses çıkıyor; “Dobrovski da lubilubilui zçek mçek”, ben Fransız tabi. Ivanka da bir yandan elinde telefon, yırtıyor kendini; “da da da da…” diye.
Dedim bu gece bitmez, geçmek bilmez, kafam oldu bir dünya ama Ivanka için değer tabii ki.
Yaklaşık üç saat sonra Ivanka’nın artık bir e.mail adresi vardı. Sonra skype’i indirdik. Kızlar eşinin, çocuklarının msn adreslerini ekledi ve nihai sonuca gelindi.
Hazırız görüntülü konuşmaya.
“Gel Ivanka”
“Dur beş dakkaya gelicem”
Tuvalete gidiyor sandım ama yanılmışım, bizim hatun beş dakika sonra saç maç, full makyaj gelmez mi?”
“Nasıl duruyom? Üç sene oldu ya, adam güzel görsün bari beni. Bu ayakkabı olmuş mu bu etekle?”
Tüm kızlar yerlere yattık gülmekten.
Ve bağlantı anı...
“Hello Moldova İstanbul is kalling”
Ve ses ve görüntü ve çığlıklar…
Karşımızda Pete, Ivanka’nın kocası.
Pete ağlar, Ivanka ağlar, ben ağlar, kızlar ağlar. Birbirlerinin çocukluk aşkılar, 35 senedir hala büyük aşk yaşıyorlar. Ivanka’yı benim odama yolladım, git rahat rahat konuş dedim. Ben bunu dediğimde saat on gibiydi.
Televizyona takıldım, kızlarla biraz sohbet ettik, kızlar “işimiz var, artık gidiyoruz” dediler, gittiler. Saate baktım olmuş on iki, bizimki hala sohbette. Bir ara yanıma geldi; “Ay çok mutluyum, ben bu gece uyumam artık. Biraz sonra kayınçomla, sonra gelinle, sonra da dünürle konuşucam”
İçimden hapı yuttuk diye geçirdim, öyle de oldu zaten. O gece hiç uyumamış, sabah gözlerinde uyku ama suratında sevinç vardı. Bir ara dedi ki; “facebook, twitter, onlar ne demek oluyor Anşa?”
“Yok artık” diyecektim, demedim. “Bir ara sana gösteririm.”
Not: Günde 6 saat kadar sohbet ediyor, bilgisayar sabah akşam ovalanıyor; pırıl pırıl. Ayrıca nereye gitse yanından ayırmıyor. Son numara benden fare istedi, aldım; kablolu bu diye beğenmedi. “Ya sabır” dedim, gittim kablosuzunu aldım. Şaka bir yana o mutlu oldu ya ben ondan daha mutluyum.
Paylaş