Kabul ediyorum deliyim… Zaten hiçbir zaman aksini iddia etmedim. Şimdi nereden çıktı bu derseniz, şuradan…
Geçen gün, hayatta beni yatıştıran tek şurubun mucidi olan kuzenim Gamze’ye önümüzdeki üç ay içinde yapmayı planladığım şeyleri anlattım. Bana şöyle bir baktı ve “Delisin sen!”dedi.
Ertesi gün Ayça’ya Cumartesi gecesi yaşadıklarımı anlattım; “Yuh artık Ayşe cidden delisin!” dedi.
Begüm deseniz zaten her gün deliliğimi yüzüme vuruyor. Son olarak bu sabah İvanka bana “Delü müsün?” dedi. Neymiş gece onbirden sonra üç kavanoz turşu kurup, karnıyarık, kısır ve kıymalı börek yapmışım.
Neyse, iki gün boyunca bildiğim halde deliliğim sürekli yüzüme vurulunca, oturup şu yaşıma dek yaptığım ve yapmaya niyetli olduğum deliliklerime göz atmaya karar verdim… Aslında Kova kadını olmamdan da kaynaklanıyor olabilir bu durumlarım. Çünkü hep söylerler Kova burcu insanların ya deli ya da dahi olduklarını… Benim varsa bir deliliğim, nedeni içimdeki ufak tefek dahiliklerdir aslında.
Okuduğum eski kitaplardan da kendime avunma payı çıkarıp deliliğime kulp taktım. Bakın üstat Peyami Safa ne demiş ; “Delilik şüphesiz aptallıktan iyidir. Delilik var olmuş bir zekânın yok oluşudur yada kendi yolunda ilerleyişidir. Aptallık, var olmamış bir zekânın var olmamağa devam edişidir. Deliliğin hiç olmazsa mazisi şanlı. Aptallığın şerefli bir tarihi bile yok.”
Benim delilik tarihim çok eskilere dayanır. En deli yıllarım seksenlere denk gelir yani lise yıllarıma. Lise hayatım boyunca sınıf arkadaşlarım az çekmediler benden. Adım deliye çıktığından yanıma oturacak bir arkadaş bulmam neredeyse sömestr tatiline denk gelirdi. Öğretmenler desem, onlar da benden az çekmediler. Sırf sınıfın adabını bozmak için ders ortasında sıranın üstüne çıkıp Exorcist filmindeki içine şeytan kaçmış kız görüntüsünde bas bas bağıracak kadar deliydim ben.
Yaptığım muzurlukların hepsi veli toplantısında meydana çıkacağından, ben ya annemleri o günlere denk gelecek şekilde bir yerlere yollamaya çalışırdım ya da okul müdürünü ve öğretmenlerimden bazılarını. Bir keresinde toplantı öncesindeki hafta okul sekreteriyle yaptığım bir telefon görüşmesinde kendimi Milli Eğitim sekreteri gibi tanıtıp müdürü Ankara’da hayali bir toplantıya gitmesine neden olmuştum.
Okul hayatı boyunca yediğim haltları bir ara size ayrıca anlatırım.
Doksanlı yıllarda da deliliklerim tüm hızıyla devam etti. Mesela ondokuz yaşında Londralara okumaya gitmişken aklımı Türkiye’deki aşkımda unuttuğumdan, anneden babadan habersiz, yanıma verilen 1 yıllık okul paramı çeyizim için harcayıp ardından Türkiye’ye kesin dönüş yaptım. Annemi babamı zar zor kandırıp tutup evlendim o yaşta. Sonra da okul mokul hak getire tabi… Şimdiki aklım olsa yapar mıyım bilmem, ama aşk da çok acayip bir şey. Zaten aşk da bir nevi delilik değil mi? Bir daha aşık olursam yaparım herhalde.
Bir gün eski eşimle bir tartışmamız sonucu kendisi kapıyı kitleyince ben de baltayla kilidi açmaya çalıştım. Baktım beceremiyorum o kapıyı açmayı, ben de üzerimdeki kot ve t-shirtle, limiti dolmuş kredi kartımla kendimi evden dışarı atıp millerimle aldığım biletle sabahın 7’sinde Londra’ya uçtum. Evlenmek için kaçtığım Londra’ya bu sefer evlilik yüzünden kaçmış ve cebimdeki elli dolarla bütün gün sokaklarda gezinip sadece bir hot dog yiyip aynı günün akşamı da tekrar ülkeme dönmüştüm. Annem ve kocam bütün günümü arkadaşım Figen’de geçirdiğimi düşünürlerken benim Londra’da olduğumu öğrendiklerinde bir kez daha deliliğim tescil edilmiş oldu.
Hayatım boyunca yaptığım her deliliğin aslında güzel meyveleri oldu hep bana. Bunlardan en büyük delilik olan aşkım ve evliliğimin en güzel meyvesi de şuan benim boyum kadar olan canım kızım.
İlerleyen yıllarda yalancı çoban hikayesi gibi benim de deliliklerimden ne zaman başıma bir şey gelse kimse bana inanmaz oldu. Örneğin bir sabah tatildeyken çift görüyorum diye tüm ailemi ayağa kaldırdığımda kimse bana inanmadı; “Ayşe delidir, kaç görse yeridir” muamelesine tabi tutuldum. Sonradan doktorlar tarafından Miller Fisher sendromu diye bir hastalık geçirdiğim ve çift görmemin doğruluğu onaylanınca, bu sefer de doktorları da işin içine kattığımı dahi düşündüler.
Doksanlı yıllardaki deliliklerim de uzar gider… Onları da bir ara anlatırım size.
İkibinlere geldik, boşandım koca kadın oldum ama hala değişen bir şey yok bende. İnsan yaş aldıkça durulurmuş, ben durulamadım, delilik boyutlarım, aklımdan geçen fırlamalıklar her geçen gün artmakta.
Geçen gün anneme de bir fikrimi söyledim; “Ayşe sen delisin!” dedi ve ekledi; “Kalp ameliyatı olanların ameliyat sırasında huyu suyu değişirmiş. Ben seni doğurduğumda normal bir kıza benziyordun. Artık sana akıl sır erdiremiyorum. Acaba sana da bu delilikler ameliyattan sonra mı geldi? Gerçi şimdi aklıma altı yaşındayken yediğin yarım kutu deterjan ve bacağında kırdığın Taşdelen şişesi geldi; bu da ameliyattan önceydi! Demek doğuştan deliymişsin.”
Tavşan deliğinden düşen Alice’i de deli sanmışlardı, sonradan uyanıp anlattığında her şeyi. Ben de bir nevi Alice’im aslında ama hiçbir zaman uyanamadım bu uykudan… Ayşe Harikalar Diyarında, delilik olsun cabası da!
Not: Deliliklerinizi yazın siz de bana. Soruyorum size, en büyük deliliğiniz ne?