Paylaş
Uykumun iki ara bir deresinde, odacığımın kapısının yumruklanmasıyla yerimden fırladım, daha doğrusu fırlamak için çabaladım ama nafile, çünkü her yerim tutulmuş. Ah, uh edeceğim, of çok ağrıyor kıpırdayamıyorum diyeceğim, kapıyı yumruklayana Ayşe usulü küfür edeceğim, edemiyorum; çünkü ağzım da tutulmuş. Sanki biri uykumun arasında dudaklarımın arasına Japon yapıştırıcısı sürmüş, açmaya çalışıyorum ama açamıyorum.
Yaklaşık on dakika bu şekilde debelendikten sonra kapıyı yumruklayan zat beni merak etmiş olacak ki, kapıyı açıp odama daldı. Zatın kim olduğu malum, tabi ki Veli.
Ben Veli’yi görüp de sinirlerim en üst noktaya vurunca, sinirli bir kadının ağzının, onu sinir eden bir erkek karşısında asla kapalı kalamayacağı da düşünülürse, eh takdir edersiniz ki benim de ağzım bir anda açılıverdi ama ne açılma.
“Sen manyaksın, delisin! Seni anama, babana, herkese şikâyet edeceğim; dün gece bana çektirdiklerini tek tek herkese anlatacağım, hatta gazetede de yazacağım, hatta gerçek kimliğini de ifşa edeceğim, anladın mı?”
“Ah Ayşe ah, sen çocukken de böyleydin, sen resmen çift karakterlisin. Sen demedin mi salaş tatil isterim diye?”
“Helikopter, at, kat, yat, tekne, ada, karides, böcük, sabahın köründen itibaren şampanya istemiyorum demek; al beni dağın tepesinde, korku filmlerindeki korkunç yerlere benzeyen bir yere kapat; aç bırak, dondur demek mi? Ne ellerimi ne de ayaklarımı hissediyorum; dişlerim kenetlenmişti, seni görünce açıldılar; ayrıca da ölüyorum açlıktan!”
“Tamam Ayşe, bir sakinleş. Bak burası o kadar da kötü bir yer değil, hadi gel karnımızı doyuralım, sonra da bir meraflu tablet çakarız, bir saate kalmaz hiç bir şeyin.”
O kadar açtım ki çaresiz Veli’yi takip etmeye başladım. Lokantanın önüne, pardon lokantacığın önüne gelince baktım kimsecikler yok, kapıda da bir not:
“Şeker çift,
İstanbul’daki kızımızın sabah doğum sancıları tutmuş, İstanbul’a gitmek zorundayız, kendinizi evinizde hissedin, keyfinize bakın. Mutfaktaki derin dondurucuda sıkı bir stok var, buzdolabı da dolu, alışveriş etmenize gerek yok öpüldünüz.
Cavit ve Şükran.”
“Nasıl yani ya, nasıl Veli? Yalvarıyorum artık, bana şaka yaptım de.”
“Valla da billa da şaka değil Ayşe, ayrıca ben de kurt gibi açım. Hadi gel, şu yıllardır anlatıp durduğun mutfaktaki maharetlerini göster de karnımızı doyuralım.”
“Sen aklını bozdun galiba, bana çabuk bir taksi çağır; ben gidiyorum.”
“Tatlım burada telefon yok, cep telefonları da çekmiyor, ancak dağdan aşağı yürüyeceksin yaklaşık bir saat ki ana yola inip taksiyi oradan bulasın, ha bavullarını da unutma bu girişimde bulunurken.”
“Bakalım dolapta neler var? Aaa bak sucuk var, yumurta var, of tereyağı da var; sucuklu yumurta ellerinden öper.”
Adamın sırtına bir çimcik attım ki, gözünden yaşlar geldi. Beter olsun, valla hiç acımadım.
Sinirle başladım sucuğu doğramaya, elimi de doğradım o arada. Aman ne kan, ne kan. Kanlarımı görünce başladım ağlamaya, artık sabır mabır kalmamıştı.
Ben ağlarken Veli yanıma gelmeyince, “Ay dur, pansuman” falan demeyince; “Sen nasıl bir adamsın? İnsan bari şu durumda bir şeyler yapar! Salak, bu yaşına kadar neden evlenemediğin işte belli.” gibi çığlık çığlığa bağırınırken bir baktım Veli yerde yatıyor.
“Veli Veli, ne oldu iyi misin?”
Adamı silkelemeye başladım, ses yok. Nabzına baktım, Allah’ım ben diyeyim 100, siz deyin 150. Eyvah, adam kalp krizi geçiriyor!
Odacığıma koşup, kapıdaki bavulları yere döküp, ilaç kutumu buldum. Bana ya da birine gerekir diye bir sürü önemli ilacı her zaman yanımda bulundururum. Bunlardan biri de dilaltı hapı. (Kalp krizinde kullanılan, çok çabuk etki eden bir hap)
Hapı aldım, lokantacığa vardım, elimle Veli’nin ağzını açıp gırtlağından içeri attım. Bu arada bir yandan da göğsüne vurup aklımca ona elektro şok yapmaktaydım. Nasıl bir hiddet ve şiddetle vurduysam adam bir anda; “Vurma vurma” diye bağırınarak yattığı yerden kalktı.
“Ne vuruyorsun kızım, gırtlağıma ne soktun? Böh böh dur çıkaracağım, böh böh” dedi ve kustu.
“Oğlum ne kusuyorsun manyak? O dil altı hapıydı kalp krizin için, ayrıca ne bağırıyorsun, iki dakika önce hayatını kurtardım. Çabuk bir tane daha iç, çabuk”
“Ya manyak mısın sen Ayşe? Ne kalp krizi? Kan tutar beni, ne zaman kan görsem bayılırım, ahhhhh göğsüm ağrıyorrrrrrr”
Elimi sardık, onun göğsüne moltaren sürdük. Baktım adamın hala göğsü ağrıyor kıyamadım, kalktım kaldığım yerden sucukları kesmeye devam ettim ve ikimize sucuklu yumurta yaptım.
Kahvaltı sonrası kafamda hazırladığım duygusal konuşmama başladım.
“Bak Velicim, tamam belki seni üzdüm, benim için hiçbir adamın zahmet edip yapmayacağı şeyleri yaptığında burun kıvırdım, şımarıklık ettim, sana gereken kıymeti göstermedim. Buraya kadar haklısın ve özür dilerim. Sen de burnumu sürtmek istedin ona da tamam ama bence biraz abarttın, haksız mıyım? Normal, standart bir otele gidip kalabilirdik ve bunların hiçbiri başımıza gelmezdi.”
“Haklısın bende yalan yok, oldukça abartmışım ama zaten bu durum sadece bir günlüktü. Bahsettiğin tarz bir otelde zaten yerimiz falan hazır, hatta sana küçük sürprizlerim de var. Birer kahve içelim, sonra odalara gider bavulları alırız. Korkma ben aşağı kadar taşırım, çünkü hakikaten burada telefon çekmiyor. Sonra da gider otelimize yerleşiriz tamam mı?”
Oh beeeee acayip rahatlamıştım, sarıldım Veli’yi öptüm. Kahvelerimiz bitince odacıklarımıza gittik, bavulları aldık. Küçük bavul Allah’tan tekerlekli “Ben bunu çekerim” dedim, “sen yeter ki büyük olanı al Velicim.”
“Tamam Ayşecim, dur şunu bir kaldırayım, ah pek de ağırmış.”
Ve bir çığlık...
“Ayşeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeee ahhhhhhhhhhhhhhhhhhhh aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa!”
Veli küt, yine yere düştü.
“Ay ne oldu? Bak kalp krizi, dedim ben sana”
“Ne kalp krizi ya, belim gitti; fıtık var bende! Ayşe kalkamıyorum yerden.”
“Eeee nasıl ineceğiz şimdi dağdan?”
“Ne dağdan inmesi kızım, kıpırdayamıyorum ahhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhh”
Veli’nin yanına yere çöktüm; kaderime, geleceğime, geçmişime saymaya başladım.
Veli’yi yerden kaldırmalı, ikimizi dağdan indirmeli ve medeniyete karışmalıydım ama nasıl olacaktı ya da oldu mu, devamı az sonra. Pardon, ilerleyen günlerde.
Not-1: “Daha da sizi dinlersem iki olsun ah benim okur dostlarım-1” başlıklı önceki yazımın linki:
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=16675337&yazarid=344&tarih=2011-01-04
Not-2: Perşembe günü Dolmabahçe Sarayı’nda Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanımız Sayın Selma Aliye Kavaf ile bir öğle yemeğinde buluşacağız.
Yemekte gündeme getirilmesini istediğiniz soru, görüş ve önerilerinizi bana yazın, ben de Sayın Bakan’a sizler adına ileteyim sevgili okur dostlarım.
Not-3: Askeri helikopterin düştüğü ve 5 subayımızın şehit olduğu haberini aldık. Çok üzgünüm, Allah'tan rahmet ve yakınlarına sabır diliyorum. Yazıyı haberi almadan çok önce yazdığım için değiştirmek mümkün olmadı.
Paylaş