Paylaş
Hem bana hem sizlere dair bir sürü şeyi aramızda paylaşıyoruz ve ben bundan son derece mutlu oluyorum. Amma velâkin bu sefer kızgınım sizlere çünkü sizin zarınız zorunuzla yılbaşı için Bodrum’a gittim. E-postalarda Bodrum’dan bir davet var bana deyince, hemen atladınız; “Aaa Veli mi davet etti?”diye.
“Evet, Veli davet etti ama gitmek istemiyorum, malum durum belli.” dedim.
Allah, demez olaydım; e-postam doldu taştı.
“Ayşe sen düpedüz delisin.”
“Ya Ayşe, aklından zorun mu var senin?”
“Ya hu kadın, millet işi gücü olan bir sevgili bulmak için yırtınıp duruyor, sana milli piyango vurmuş ama hala anlamıyorsun.”
“Yok, Ayşe yok seninkine resmen şımarıklık derler.”
“Kızım deli misin? Gitsene Bodrum’a, adam sana kraliçe muamelesi yapıyor ya, hem 5 Şubat’ta 41’den gün alacak olduğunu da üzülerek hatırlatırım canım.”
“Adam sana gönlünü vermiş, tüm servetini ayaklarının altına sermiş, sen de neymiş bıkmışmışsın karides, ıstakoz yemekten, hey Allah’ım. Ya benim sevdiğim Ayşe bu olamaz ya, ne oldu sana, aklını peynir ekmekle mi yedin, huuu yazarım?”
“Belki yüz yüze tanışmadık ama bir buçuk senedir seninle çok şey paylaştık umarım bana kızmazsın çünkü samimiyetine dayanarak sana “enayi” diyeceğim.”
İşte bunu yaptınız bana; verdiniz gazı, verdiniz coşkuyu, kafamı önüme alıp acaba haklı olabilirler mi dedim, belki de benim göremediklerimi onlar daha iyi görüyor dedim ve Veli’yi aradım.
“Tamam, geliyorum ama sakın benim uçak biletimi falan almaya kalkma ben alacağım bu bir. İkincisi; ben bu tatilde kafa dinlemek istiyorum; şaşalı organizasyonlar, etrafımda dolanan garsonlar, Filipinli masajcılar, hediyeler, her kafamı çevirdiğimde orada burada çiçekler istemiyorum. Yani salaş bir tatil istiyorum. Üçüncüsü de özgür olmak istiyorum, canım o an ne isterse onu yapmak istiyorum.”
“Tamam canım, hepsine tamam. Neden bu kadar kızgınsın anlamadım, ben bugüne dek ne yaptıysam hep seni mutlu etmekti tek amacım. Sana yaptıklarımı hangi kadına yapsam uçardı zevkten, işin aslı ben de seni çözememeye başladım Ayşe.
Peki ama yine de sen ne dersen o olsun, yeter ki sen mutlu ol. Yalnız şu özgürlük bölümüne takıldım, ne demek istedin onu pek anlamadım.”
“Şunu demek istedim Velicim, sabahtan başlıyorsun program yapmaya; sabah sekiz palmiye altı kahvaltı, öğlen 11 helikopterle tur, öğlen bir bilmem ne adasında muz yaprağında levrek, akşamüstü happy hour aman geç kalma Ayşe, deniz kıyısında buluşalım. İşte böyle devam ediyor, hâlbuki ben belki öğle yemeği yemek istemiyorum ya da sabah geç kalkmak istiyorum, bilmem anlatabildim mi?”
“Tamam, anladım istediğin gibi olsun.”
Perşembe akşamına kendime bilet alıp uçağa vardım. Uçak langır lungur sallana sallana, ben bağırına bağırına Bodrum’a indim.
Bavullarımı almak için bagaj bölümüne geçtiğimde başladım sağa sola bakınmaya Veli’nin yolladığı şoförü görebileyim diye. Bekle bekle kimseler yok, benim bavullar sekizinci tur dönüp duruyor. Baktım çare yok bin bir güçlükle bavulları sürüye sürüye bagaj taşıma arabasına yükledim. Kan ter içinde dışarı çıktım, herhalde adamcağız trafiğe falan takıldı ondan gelemedi, birazdan gelir diye başladım bu sefer havaalanının kapısında beklemeye. Yine tık yok, uçaktan benimle beraber inen herkes bir şeye bindi gitti, ben ise kaldım mı dımdızlak ortada.
Bu sefer sinirlendim Veli’yi aradım; “Aaa kaç saattir bekliyorum, nerede bu şoför, dondum hatta bavulları kaldırdım diye de belim tuttu.”
“Ayşecim şoför yollamadım, yanlış hatırlamıyorsam salaş tatil istiyorum demiştin.”
Bombok oldum valla.
“Tamam, ben bir taksiye biner gelirim, direk tekneye mi geleyim, yoksa Bodrum’daki köşke mi?”
“Yok, ikisine de gelme; sen Bodrum merkeze gel, orada şirin mi şirin bir pansiyon var, odaları falan bit kadar ama yemekleri çok güzeldir; hep ev yemeği, karnıyarık, pilav cacık, kapuska, etli dolma. İnşallah kalın bir şeyler almışsındır yanına çünkü kalorifer yok orada. Sen merkeze gelince ara, ben taksi şoförüne tarif ederim tam yeri.”
Bu sefer bomboktan beter bir şey oldum, adını bilsem yazacaktım şuracığa.
Yiğitliğe de mok sürdürmeyeyim diye, yalandan bağırdım telefonda; “Oley oley işte bu ya, harikasın Veli.”
Tabi ki yalandı, acayip bozum olmuştum. Kendime kızdım evet haklısınız sanırım ben bir süredir oldukça şımarmıştım ama Veli’ye de kızdım, abartının bu kadarı da fazlaydı.
Ne yani tekne, malikâne, helikopter istemiyorum dediysem, kalorifersiz bir pansiyonda da kalalım demek istememiştim herhalde.
Bodrum merkeze varınca Veli’yi arayıp telefonu da taksi şoförüne verdim; “Ha tamam abi evet, ha evet biliyorum orayı, haaaa tam tepenin üstündeki yer, aha anladım, bayağı tırmanmalıdır orası, tamam abi eyvallah”
“Ne tırmanması şoför bey?”
“Hanımefendi sizin pansiyon Allah’ın, hatta biz tüm Bodrumluların da unuttuğu bir dağın başında, oraya varmak için bayağı bir yokuş çıkacağız.”
Gözlerimden yaşlar boşalıverdi, Allah’ın sümüklüsü, içine ettin iki günlük tatilimin diye bağırmışım ki, şoför arabayı durdurup; “İnin, biraz derin nefes alın; dağda bol oksijen var, sinirinize iyi gelir.” dedi.
Bir saat dere tepe tırmandık ve Alfıred Hiçkok’un Sayko filmindeki eve birebir benzeyen yıkık dökük, iğrenç bir yere vardık.
Baktım Veli kapıda bekliyor ama sadece bekliyor, adam zahmet edip bana doğru gelmedi bile. “Kös kös bakacağına gelip bavullarımı alsana be adam, üstelik taksiyi de ödeyeceksin hep yaptığın gibi, kazık gibi durmasana” diye enerji yolladım Veli’ye ama nafile.
Şoför; “Borcunuz 350 TL” dedi. “Nasıl yani, siz kafayı mı yediniz? Ayol uçak o kadar tutmadı.”
“Valla ben anlamam hanımefendi, bakınız taksimetre; hem az da yol gelmedik, üstelik bu kış tarifesi, bir de yaz olsaydı en az 600- 700TL yazardı.
Parayı verdim. “Bari bavullara yardım edin.”
“Ah maalesef edemem, belimde fıtık var; on gün önce ameliyat oldum, kusuruma bakmayın.”
Bavulları yüklendim, sümüklü Veli’ye doğru yürümeye başladım. Allah’tan bir ara halime acıdı da yolun yarısında yardıma kalkıştı.
“Hoşgeldin canım, nasıl geçti yolculuk, burayı nasıl buldun, pansiyonu beğendin mi?”
“Şu an konuşmak istemiyorum Veli, beni hemen odama yerleştir, ayrıca çok açım hemen lokantaya bir rezervasyon yaptır, üstümü değişeyim, yemek yiyelim.”
“Tamam, odana yerleştireyim seni orada problem yok ama lokantaya rezervasyon falan yaptıramam saat on buçuk, dokuzda kapandı. Ama sen üzülme, geç kalacağını bildiğimden sana iki tane kaşarlı, domatesli sandviç hazırlattım veeee bir de diyet kola.”
O anda beni bir gülme krizi tuttu ama nasıl bir gülmek, kasıklarım zonkluyor o derece. İçimden ya hu dedim bu adam gerçekten âlem, bir az sonra “Şaka şaka” diyecek, şoför gelecek bizi alacak, tekneye gidip balığa gömüleceğiz.”
Odaya varınca, pardon kümesime ağzım açık kaldı. Gerçi ne de olsa şakaydı üzülmeme gerek yoktu ama gerçekten burada kalacak olsam bir karar almam lazımdı, ya bavullar odaya girecek ya ben çünkü topluca girme ihtimalimiz yok.
Üstüne üstlük oda buz mu buz. Yine güldüm; ay gerçekten bu gece burada kalacak olsam ben sabaha garanti zatürre olurum.
Artık dayanamadım Veli’ye dönüp; “Tamam iyi numaraydı, özür dilerim sen de haklısın, bir şeyleri anlamama sebep oldun sağ ol ama hadi üşüdüm artık, gerçek programı uygulamaya geçelim.”
Zırrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrr, çalan Veli’nin telefonu; “Dur Ayşe, bir saniye”, “Efendim, alo, ha kaptan sen misin, vardın mı İstanbul’a? Ha iyi ya, hızlı gitmişsin. Marinaya bağla, sen de evine git, hadi iyi yıllar.”
“Pardon Ayşe, ne diyordun? Arayan kaptan da, sen istemeyince ben de tekneyi İstanbul’a yolladım. Adamcağız da sayende yeni yıla ailesiyle girecek, valla sevaba girdin bilesin.”
“Nasıl yani, tekne gitti mi?”
“Ee biz nerede kalacağız, köşke mi geçiyoruz?”
“Seni bir anlayabilsem Ayşe ama inan anlayamıyorum. Köşkü de istemedin diye tadilata soktum. Burada kalacağız, salaş tatilin alasını yaşatacağım işte sana.”
O an resmen menopozum tuttu; bir ter bir ter, bir de çarpıntı bastı beni.
“Hadi canım odaya yerleş, bavulların kapının dışında kalabilir, burada hırsızlık falan olmaz. Ben seni lobi gibi bir yer var ya, orada bekliyorum; gelip sandviçlerini yersin, biraz sohbet eder sonra da yatarız.”
“Sen al o sandviçleri… Yani sen ye, ben aç değilim, yatıyorum.”
Bavuldan bir gecelik buldum, sonra “Salak mısın?” dedim; bir eşofman kaptım. Giydim üzerine de bir hırka, bir mont ekledim. Bavullarımla vedalaşıp buz gibi odamsı yerdeki, leş gibi yatağa yattım.
Sinirimden kuduruyordum, uyku desen sıfır, sabah olunca buradan kurtulacaktım. Vakit geçsin diye biraz twitter’a bakınayım dedim. Tam havalı bir tweet atacaktım ki; “No servissssssssssss” ekranda göründü.
“Ulen Veli illa ki sabah olacak, sen işte o zaman göreceksin. Dıdıdıdıdıdı” diyerek başladım koyun moyun ne varsa saymaya, son koyuna geldiğimde saat sabahın altısıydı.
Devamı çarşambaya, pek sevgili okur dostlarımmmmmmmmmm!!!!!
Paylaş