Paylaş
Normalde üçe yediğim yemeği ona yemeye, beşe kaldığım yerde onbeşe kalmaya şiddetle gıcık olduğumdan yılbaşlarını ve bayramları kendi inimde geçirmeyi tercih edenlerdenim.
Daha önce sizlere bahsettiğim, nereye gideceğimize, toplu halde nerede kazık yiyeceğimize ve yemekten nerede zehirleneceğimize karar veren kankam Figen dün beni aradı, “Kalk Beyoğlu’na gidiyoruz” dedi…
Söz konusu Figen olunca, boynum kıldan ince. İstemesem de arkadaşımı kıramadım, süslenip püslenip ayağıma da on beş pondlarımı çekip Beyoğlu’na uzadım.
Beyoğlu’nun bendeki yeri pek başkadır. Tüm lise hayatım orada geçti. Az adam dövmemişimdir İstiklal Caddesi’nde, laf atıp elle taciz ettiler diye…
Görmeyeli çok değişmiş, her yer barlarla cafelerle dolmuş. İğne atsan yere düşmez! Tüm İstanbul sanki Beyoğlu’na toplanmış.
Efendi gibi, bir yerde oturup balık yiyeceğiz diye düşünmüştüm… Meğer hata etmişim. Beyoğlu’nun raconuna tersmiş; bir gecede en az on kapı yapmak farzmış.
Yemekten saymadığım, sadece otlandık diyebileceğim salatamıza bir ton para ödedikten sonra soluğu aldık bir rock barda… Pek “in”miş kendileri.
Neden pek “in” olduğu belli! Yerin altında, havasız… Resmen “in”e benzemekte; ayıyı bağlasan durmaz! Millet birbirini ellemekten akraba olmuş zaten.
Buradan kendimizi dışarı dar attık, ikinci mekana doğru yola koyulduk.
Bu seferki canlı Türk Sanat Müziği yapan kısmen nefes almaya elverişli bir bardı. İçeri girince kendimi Kurtlar Vadisi’nde sandım. Boy boy genç adamlar hepsi koyu renk takım elbiseli, hepsinin kaşları çatık, bakışları sert… En çok kullandıkları söz, “Eyvallah babam. Emrin olur.”
Bir tanesinin yanımıza gelip, “Bacım bir emrin var mı?”demesiyle buradan da naşlamaya karar vermemiz bir oldu…
Daha sonra burun ucuyla iki mekana daha bakıverdik ve esas hedefimize doğru ilerlemeye başladık. Son günlerin en popüler gece kulübüne.
İşte gecenin olayı orada koptuuuuu!.. Giriş kapısına geldiğimizde bir adamla toslaştım… Adam benden uzun; kafamı kaldırınca bir de ne göreyim… Adam benim “eski kocaaa…”
Bir süre pis pis bakıştık köprüdeki iki keçi gibi, “Sen mi gidicen, ben mi?” dercesine. İnatlaşmamaya karar verdim, tuttum Figen’in kolundan çıktık oradan.
Şiddetle eve dönmek istediğim halde, yapılan duygu sömürülerine dayanamayıp kendimi Türkçe müzik çalan bir barda buldum. Gittiklerimizin arasında en iyisiydi. Hangar gibi bir yer. Havadar yaş ortalaması da kısmen bize daha uygun… Gözüme çarpan ve çok mutlu olmama sebep olan ilk şey bardaki üç hatun oldu: Esra, Zeynep, Canan.
Lise sıralarındaki en yakın arkadaşlarım. Gecenin havası bir anda değişti, elimizde kadehler başladık eski günlerimizi anmaya. Danslar ettik, hatta olayı abarttık, barın tepesine çıkıp meşhur “tam tam dansımızı” bile yaptık….
Sanki hiç ayrılmamışız, aradan seneler geçmemiş… Teneffüse çıkmışız, az sonra okula geri dönecekmişiz gibi... Değişen hiçbir şey yoktu aramızda, kalçalarımızın bedenleri dışında…
Figen’e sarılıp teşekkür ettim beni zarla zorla da olsa buraya getirdi diye…
Arabamıza binmek üzere yürürken kalleş parke taşlarla benim on beş pondlar birbirine girdi ve bodoslama yere yapıştım. Canımın çok yandığından olsa gerek, hırsımı yine Figen’den çıkartım.
“Sinir oluyorum sana! Hep senin yüzünden!.. Mok vardı beni çıkarttın evdennnnn!.. Sayende ayağım kesin kırıldı; gidip yan bardan eski kocamı çağır, beni acil servise götürsünnnn!..”
Not: Ben hatun, haliyle bekar… O gece ilgimi çeken birileri ya da biri oldu mu?.. Belki olmuştur. Bir ara ve de bilahere ş’eyttiririm size…..
Paylaş