Paylaş
Bir an “Olabilir belki” dedim ama… Cem Yılmaz’la röportaj yapacağım, Cem’den haber bekliyorum. Çağırdığı an, anında yanında bitmem lazım. Sonra Cem de “Film çekiyorum, bir süre benimle elleşme” deyince, “Tamam anne” dedim, “Geliyorum.”
Aradım patronum Fatih Bey’i, izini de koparttım.
Sonrasında aldı beni bir telaş!
Kızım sen yalnız başına uçağa nasıl bineceksin? Hadi başardın bindin… Nasıl geçecek o elli beş dakika sen ve seninle aynı uçakta uçmak zorunda kalanlar için?.. Yine kim bilir hangi adam ya da kadıncağız senin çimdiklerine maruz kalacak?.. Kaç kişinin yüreği yerinden hoplayacak senin çığlıkların yüzünden?..
Evdeyken bile bilgisayarla işlerini bir ordunun yardımıyla halledebilen sen, Allah’ın Bodrum’undan yazılarını nasıl yazacak, nasıl yollayacaksın?
Neyse… Bildiğim tüm dualarımı ettim ve uçağa bindim. Kafamı bir çevirdim sağa… Baktım ki oturtmuşlar beni “Exit”e, çıkış kapısının yanına. Hostes de bir yandan anons yapmakta, “Acil durumlarda ‘Exit’ yanında oturan yolcularımız yardım edecekler” falan diye!..
İlk panik atağım o anda başladı, seslendim hostese, “Yok yahu!” dedim, “Olmaz. Ben kimseyi kurtaramam. Bu kapıyı falan da açamam. Alın beni buradan!”
Aldılar beni başka bir koltuğa. Yanımda da iki genç adam… Ben yine pek havalıyım… Kucağımda yeni cici laptopum… “Ne iş yaparsınız?” dediler… “Yazarım ben” dedim , “Hürriyet Gazetesi yazarıyım.” İki genç adam gülümseyerek bana bakıp, “Ay ne güzel” dediler, “Adınız ne?”
“Ayşe Aral” dedim. Soyadımın bir kısmını sanırım yutarak söylemişim. “Dalga mı geçiyorsunuz siz bizimle? Siz Ayşe Arman değilsiniz.” dediler, kafayı çevirdiler. “Yok-mok” diyerekten derdimi anlatacaktım ki, uçak hareket etti. İçimden dedim ki yanımdaki adam için, “Vah zavallı. Hayatının en kâbus yolculuğunu yaşayacak sayemde.”
Uçak burnunu kaldırmaya başlayınca, yapıştım adamın kollarına ve başladım bağırmaya: “Of, of!.. Düşmeyeceğiz değil mi?.. Varacağız Bodrum’a salimen?.. Of Allah’ım!….”
Adam da bağırmaya başladı, “Hayır düşmeyeceğiz ama kolum çok acıyor. Hostes hanım gelin bir bakın duruma!.. Acil el atın!..”
O sırada fark ettim ki, benim yeni cici laptopum da yerde kaymakta. Yine bağırmaya başladım: “Geliyor, geliyor!.. Tam bacağınızın altında. Yakalayın, yakalayın!..”
Hostes geldi yanıma, “Sizin yanınızda bir yatıştırıcı ilaç falan yok mu?” dedi. “Yok” dedim, “Şurubumu da evde unuttum zaten.”
Yanımdaki adam da, “Benim yerimi değiştirin” dedi, “Bu kadın resmen çatlak!.. Kolumu parçaladı. Ayrıca kendini Ayşe Arman sanıyor!..”
İşte o an bittim ben. Aklıma Hürriyet Towers günüm geldi, orada bile bu kadar rezil olmamıştım.
Adamın yeri değişemedi. Çünkü kimse gelip yanıma oturmak istemedi.
Adam bu sefer hostese döndü dedi ki, “Biliyorum iç hatlarda içki verilmiyor ama… Acaba bir baksanız da… Hani varsa, viski falan… Bir bardak fondip yapsa da, biraz uyuşsa bu hanım?!..”
Hostesin gözleri parladı, “Harika bir fikir” dedi. Elinde bir bardak viskiyle geri geldi, “Buyurun bunu için. Rahatlatır.” dedi. “Eee madem bana zorla içki içirteceksiniz” dedim, “Viskime soda ve buz da isterim. Varsa biraz da kuruyemiş…”
Ve iniyoruz… “Offff ya!.. Düşüyoruz galiba?!.. Tekerlek sesi duymadım ki ben……….”
Sonunda sağ salim indik. Ben hafif kelle… Adamın yastık yerde… Laptopum birilerinin bacakları arasında…..
Ben geldim Bodrum. Hoş buldum!
Devamı kısmetse cumaya.
Dip not 1: Bestekardan mail var. Bu adam şaka gibi. Bir ara yayınlayacağım belki.
Dip not 2: Üzmez tutuklu yargılanacakmış. Bana harika mailler atmışsınız oleylerle dolu. Evet. “Oley, oley, oley!….”
En dip not: Fatih Bey, on beş güne beni ve sevgili akrabalarım Arap Kadri ile Avanak Avni’yi tatile yollamayı düşünüyormuş. Hem de Antalya’ya. Bakalım neler gelecek oralarda başımıza?…
Paylaş