Paylaş
Kadri hemen atladı, “Yok len” dedi, “Oha artık! Bakma sen benim yaşlı gösterdiğime. Göbeğim yanıltmasın seni. Neredeyse babam yaşındasın!”
Bunu duyan adam, elindeki anahtarı bıraktı, bize başka bir anahtar uzattı.
“Alın işte odanızın anahtarı. Denize ulaşmak için sadece on beş dakika yürüyeceksiniz.”
Dedim ki, “Pardon ama bir hata var. Niye tek anahtar? Benimki nerede?”
Cevap: “Ne başka anahtarı hanımefendi? Size ayrılan tek bir oda var işte.”
“Olur mu ya?” dedim, “Ben nasıl bu adamlarla aynı odada yatarım?”
Cevap: “Vallahi onu ben bilemem. Alıyor musunuz, almıyor musunuz odayı? Ha bu arada saat haliyle geç. Bavulları taşımanıza da yardımcı olamayacağız. Kusura da bakmayın…”
Odaya doğru giderken, çektim Kadri’yi donundan, “Al işte dümbük!..” dedim, “Adama bir laf ettin, mıçtın her şeyin içine. Herif resmen taktı bize sayende!”
O anda bir baktık, Avni yok yanımızda. Sağdaki çocuk parkına atmış kendini, çoluk çocukla başlamış hoplayıp, zıplamaya…
Odamıza geldik… Tatil köyünün en tecrit odası ve minnacık! Ya biz odaya giricez ya da bavullar…
Allahtan terası var, attık bavulları terasa.
Yorgunluktan bayılıverdik. Onlar çift kişilikte koyun koyuna, ben de öbür yatakta.
Sabah lağım kokusuyla uyanıverdim. Çekilecek gibi değil. “Kesin” dedim, “Otelin kanalizasyonu patladı. Rezalet!” Bi bakındım şöyle… Avni kalkmış terasta. Kadri ise yok ortalıkta.
“Nerde bu Kadri?” demeye kalmadı, bizimki tuvaletten çıktı. “Of ya midem de bi ağrımış ki sorma Ayşe ya. Tavuklu salata mı dokundu ne?”
“Yok” dedim, “Sana dokunsa dokunsa, öksürük şurubu şişesi içindeki rakı dokunmuştur.” (Kanalizasyonda sorun yokmuş belli oldu.)
Çıktık terasa Avni’ni yanına. Yan komşumuz çok tatlı bir aile. Üç kişilik. Kızları var bir buçuk yaşında. Eller sıkışıldı, tanışma faslından sonra küçük kızın babası dedi ki, “Ay valla, bizim kız da yeni konuşmaya başladı, ‘Ba-ba, an-nee, geeeel’ falan diyor. Çok sevinçli ayrıca konuşuyor diye. İnşallah başınızı şişirmeyiz..”
İşte o an Avni’yle göz göze geldik. Gözlerimle işaret ettim “Sakın!” dedim, “Sakın aklından bile geçirmeeee!”
Deli danalar gibi koştur koştur vardık plaja. Kaptık birer şezlong… Avni hemen kendini denize attı (Allahtan kolluklarını akıl edip takıvermiştim yolda. Hani başına şimdi bir şey gelse, kalkıp tüm Türkiye’ye hesap vericem)
Kadri başladı yürümeye sahil boyu bir sağa bir sola... Bir eli bıyıklarında öbürü de donunda, piyasa yapıyor resmen..
Millet de dikti gözünü bana bakıyor. Çünkü tüm kadınların arasında muhtemelen en iri kıyım ve en esmer benim. Gerisi hep,sarışın…. Yani tek Türk benim! Kadınların hepsi fıstık Rus…. (Üzerimdeki pareoyu çıkartamadım bile, anlayın yani…)
Patron haklıymış. Öğle yemeğinde Kadri açık büfede ne var ne yok yedi. (Balık üstü çöp şiş ,pilav yanı makarna) Avni dondurma, ben de Rus kompleksi nedeniyle sadece salata.
Sahile geçince, ben yattım şezlonguma daldım kitabıma. Avni, yanında bizim komşu kızı, beraber kumdan kaleler yapmaya başladılar..
Bir ara,bir patırtı gürültü koptu. Herkes ayağa hopladı, bir baktım ki bir adam, eli belinde bizim Kadri”ye bağırmakta.
“Paşolnahiy, idiyot,ş utomayiglazatibinividili!”(tercümesini ben yapmayacağım)
Meğer bizimki dikmiş gözünü bir Rus hatuna, elinde tesbih, başlamış bıyıklarını burmaya. Koca da dellenmiş haliyle..
Neyse araya garsonlar falan da girdi, bağladık olayı tatlıya…
“Hödük müsün oğlum?” dedim, “Bu ne ayak?! Ya adamın biri bana baksa, senin kadına baktığın gibi?”
“Ha-ha. Burada sana kimse bakmaz. Yani öyle bir durum yaşanmaz Ayşecim sen rahatça takılabilirsin bu tatil. Hatta izin de verdim gitti. İstersen git tanganı bile giy… (Az kaldı elimde kalacaktı, üç derin nefes aldım….. Ya sabır dedim)
Kadri krizinden sonra Avni krizi yaşandı (Ben biliyordum zaten başıma bunun da geleceğini)
Komşu kızının babası yanıma geldi, surat beş karış;
“Sizden rica etsem, oğlunuzu biraz yanınıza çağırır mısınız?” dedi.
Anlamazlıktan geldim.
“Hayırdır beyefendi ne oldu?”
“Valla dedi biz ailecek çok mutluyduk son bir aydır bizim kız konuşmaya başladı diye. Fakat sabahtan beri, ‘dıgıl-mıgıl’ diyor. Bildiği her şeyi unuttu sanki. ‘Babbba de kızım’ diyorum ‘Ugh’ diyor. ‘Annneeeee de’ diyorum ‘Hebelübüğ’ gibi bir şeyler diyor. Anlayacağınız sizin oğlan bizim kıza yaramadı bir daha görüşmesinler lütfen..”
Adam Avni’yi öyle bir aşağıladı ki, dayanamadım artık ben de:
“Bak kardeş” dedim, “Sen böyle Avni gibi ‘Hebelübe, dıgıl-mıgıl’ diyenlerden korkma. Asla zarar gelmez. Kızın da elbet, er ya da geç konuşmayı söker. Sen esas devletçe başımızda olan, ağzı çok laf yapan ama tatbikte sadece kendilerine fayda sağlayanlardan kork oldu mu?”
Toplumsal kaygılarla bezenmiş mesajımızı da vermiş olmanın haklı gururuyla, aldık pılımızı- pırtımızı, akşam için hazırlanmak üzere odamıza doğru yola koyulduk…
Sevgili dostlar var ya yaktınız beni. Beşyüz kırk dokuz tane mail geldi fenerler için. İki gündür fener paketliyorum. Tek tek adres yazıyorum üstlerine size yollayayım diye. Söz verdim ya bir kere… Fakat maalesef istenilen sayıda fener ben de yok. Olsa da tahmin edersiniz yollama ihtimalim yok. Ben de ilk onuncu, ellinci, yüzüncü gibi seçtim. Ayrıca ağustos ayında evleneceklere ve de nişanlanacaklara da iltimas geçtim. Ne olur yollayamadıklarım da kusuruma bakmasın….
Paylaş